Dizilerde yasak aşktan, eş değiştirmeye geçiş

Ekran aynasından yansıyanlara baktık!

Anibal Güleroğlu Yazar guleranibal@yahoo.com

Gözler kalbin aynasıymış… Ekranlar da bir yerde toplumun aynası! Bu anlamda programlar, üstünde özenle durulması ve değerlendirilmesi gereken konular olarak hepimizi bağlamakta.

Hele ki, TRT’nin ‘kıyafet hassasiyeti’ nedeniyle Kış Olimpiyatları’nda Bayanlar, Çiftler ve Buz Dansı kategorilerini yayınlamama kararını aldığı söylentileriyle dumura uğramışken, ekranın aynalık konusu daha bir önem taşıyor.

Neler yaşanmıyor ki, ekranlarda! Fikirler havada uçuşuyor, türlü kaygıların gölgesinde samimiyetle samimiyetsizlik orta yerde buluşuyor. Kimi zaman da, programdan programa ‘Penceresi cam cama muallim’ atışması yaşanıyor. Okan Bayülgen’in sofrasına meze yapılan evlilik programı görüntülerine bakıp ‘Abi bu adamlar oy veriyor’ diyen Erkan Petekkaya’nın yaklaşımıyla, ona karşılık ‘Dünyanın hiçbir yerinde deliler ve ölüler oy veremez, bu kadar basit’ göndermesini yapan Esra Erol’da olduğu gibi...

Ekranlardaki duygu ve algı çatışmalarıyla ortaya çıkan düşünsel zıtlaşmaların kapsama alanı o denli geniş ki, haliyle bu hususta söylenecek söz de çok oluyor. 1976’dan bu yana yayınlanmasında hiçbir ahlaki sakınca görülmeyen ‘Buz pateni’ yasakçılığı iddiası da dâhil olmak üzere, hepsinin ulaştığı sonuç ‘kavram yozlaşması’!

Ekran aynasından yansıyanlara bakıp yozlaşmalara değinirken, öncelikle bu ‘oy verme’ çatışmasındaki hassasiyetleri doğru saptayalım diyorum. Çünkü gelen yorumlar, gerçeklerin ötesinde değerlendirmelerle dolu.

HERKES OY VEREBİLİR DE…

İnsanların izdivacına zemin hazırlayan programıyla beğeni toplayan Esra Erol’un iğnelemesinden başlarsak, ilk evvela ‘deli’ kelimesinden ziyade ‘kısıtlı’ sözünü kullanmanın daha doğru olacağı görüşündeyim. Kaldı ki, kimlerin deli kimlerin akıllı olduğu da sorgulanmaya değer bir ayrıntı.

Dahası, kısıtlıların ve ölenlerin dahi seçmen kayıt listelerinde yer aldığı da meydanda. Yıllar önce rahmetli olan annemin ve başka yakınlarımın halen kayıtlarda bulunduğunu gören biri olarak, bu gerçeğin canlı şahidiyim. Dolayısıyla, programlar üstünden yürütülen laf çatışmasında, Esra Erol’un karşı atağı hedefi tam tutturamadı.

Erkan Petekkaya’nın sözlerine gelince… Aslında insanları aşağılamak şeklinde yorumlamak doğru değil. Onun tepkisini, yönetime talip olanları seçerken gösterilen bilinç seviyesiyle ilişkilendirip algılamakta fayda var. Çünkü ilişkilere bakış açısı, insanın hayata ve değer yargılarına karşı tavırlarını da belirler. Dolayısıyla sevgiyi, saygıyı, kısacası duyguyu bertaraf ederek, evlilik olayına cahilce ve çıkarcı niyetle yaklaşan birinin siyasi görüşlerinin ne derece isabetli olacağı da düşündürücüdür. Buz patenini kadınların bacaklarına indirgemek gibi!

Öte yandan, izdivaç programları her ne kadar rağbet görseler ve özenle sunulsalar dahi, katılımcıların, karşı taraftan istekleri ve sergiledikleri tavırlar sayesinde evlilik olayını sulandırıldıkları da bir gerçek. Birilerinin evlilik ayağıyla oralara çıkıp şahsi reklamlarını yapmalarınıysa hiç saymıyorum.

Kısacası görünürde herkes oy verebilir ama verilen oyların toplum yararına iyi sonuçlar doğurması da, büyük ölçüde toplumu oluşturan kişilerin bilinç gelişimine bağlıdır!

Nitekim Montesquieu, ‘Her toplum layık olduğu şekilde yönetilir’ diyerek bu hakikati çok önceden ortaya koymuş. Nietzsche de ‘Cahil bir toplum, özgür bırakılıp kendine seçim hakkı verilse dahi, hiçbir zaman özgür bir seçim yapamaz. Sadece seçim yaptığını zanneder’ sözleriyle bilincin önemini vurgulamış. Onlar söyleyince hata olmuyor da, bana göre de haklı bir tepki gösteren Petekkaya, pek çoğumuzun zihnindekini dışa vurunca mı hata oluyor? Olmasın. Olmasın ki, insanlar da özgür ekrandan yansıyanlardan doğruyu eğriyi süzebilsin.

Erkan Petekkaya’nın ‘aşağılama’ gibi algılanan tepkisinden ve Esra Erol’un, onun yorumuna karşı laf vurmasından daldığımız toplumsal yansımayı ‘Kim ne derse desin talibi olan evlenir, oylar da bir şekilde halledilir’ diyerek noktalayıp farklı bir ekran ayrıntısına geçelim.

DİZİLER SEVGİ KAVRAMINI BOZUYOR

Reklam yanıltıcılıklarıyla, haber saptırmalarıyla ve fikir adaptasyonuyla dolu, gittikçe daha çok yasakçılığa meyilli ekranların kavramları erozyona uğratma özelliğine yöneldiğimizde, karşımıza çıkan en büyük yozlaşma ‘sevgi ve ilişki’ konusunda!

İki kişi arasında yaşanması gereken duygu paylaşımını, içerikleri yönlendiren temel öğe olarak seçen diziciler, ne yazık ki yarattıkları senaryo gelişimleriyle güzelliği sulandırıyorlar. İlişki katakullileri sayesinde, aşkın tüm özelliğini yok edip sevgililiğin posasını çıkartıyorlar.

Evlilik programlarındakilerle yarışırcasına yaratılan bu duygu yıkımında baş şart, mutlak surette üçüncü bir kişinin devreye sokulması! Üstelik bu üçüncü kişi, öyle Yeşilçam filmlerindeki gibi ‘kötü’ sıfatıyla ortamı çomaklayan itici vasıfla da sunulmuyor. Doğrudan ‘aşk’la olaya dâhil oluyor. Bundan sonra da başlıyor, kimin eli kimin cebinde durumu. Arkadaşken sevgili olunuyor, sevgililikten arkadaşlığa hatta düşmanlığa geçiliyor.

Hemen her dizide, başlangıçta birbirine yakınlaşmış kişilerin sevgisi, romantik sahnelerin masumiyetinde veriliyor. Diziyi uzatma kaygısıyla icat edilen çatışma alışkanlığı yüzünden, bölüm ilerledikçe ilişkiler renk değiştiriyor ve birbirlerini sever gibi görünenler, birer uyduruk sebeple yeni kişilere yönelip aynı duygusallığı onlarla yaşamaya başlıyor. Ama bir yandan da diğeriyle ‘arkadaş’ ayağına fingirdeşmeyi sürdürüyor. Terk edilen de kabullenmiş görünüp alttan alta hainlik planlıyor. Bu yozlaşma, hem erkek hem kadın karakterler için geçerli.

Gözde gençlik dizilerinden ‘Güneşi Beklerken’ bir örnek… Zeynep, Barış’a ayılıp bayılırken hooop Kerem’e dönüyor. Zeynep’in Kerem’le sevgili olacağı zaten baştan belliyken ne diye Barış’la böyle bir yakınlaşmaya giriyor? Kerem oltaya gelmezse, Barış’ı yedekte tutmak için mi? Duygularımdan emin değildim masalını yemezler.

‘Fatih Harbiye’de Neriman-Şinasi-Macit üçgenindeki güvensiz aşk temposu ve diğer karakterlerin ilişkileri sevgiden ziyade çıkarcılık, sahiplenmek ve hırs üstüne kurulu değil mi?

‘Benim Hala Umudum Var’ dizisindeki ilişkiler yumağı da aynı şekilde. Hakan ile Ozan arasında kalan Umut’la ortaya çıkartılan tablo, ‘aşk’ı doğru düzgün yansıtıyor mu? Bir tartışmanın ardından soluğu Melis’le yatakta alan Ozan’ın veya dizinin başından bu yana hayli değişim gösteren Umut’un tavırlarını izleyip de yaşadıklarının hakiki sevgi olduğuna inanmak mümkün mü? Ne münasebet.

‘İntikam’daki kadın-erkek ilişkileri de ayrı telden. İntikamla karışık yakınlaşmalar, kadın eliyle sevginin nasıl amaçlara alet edilebildiğinin dışavurumu olarak yansıyor izleyiciye… Ve tabii güvenle yürütülen ilişki samimiyetinin de içine ediliyor.

‘Med Cezir’ derseniz, özgürlükle özdeşleştirilen modernlik tablosunda, erkeklere yapış yapış sahte kadın profilleriyle dikkat çekmesinin yanı sıra Mert’le sevgililiğini açıklamaktan utanan Eylül’üyle de ‘aşk ve ilişki’ konusunda hayli düşündürüyor. Seven insan, sevgilisinden utanmaz. Bunun mazereti de olamaz.

Velhasıl padişahların haremlerine rahmet okuturcasına eş değiştirilen ve aşk geliştirilen dizi dünyasının empoze ettiği sevgi tarzı ve birliktelikler başkalarına nasıl yansıyor bilemem ama artık kabak tadı veren bu ilişki düzeni bana göre, ekrandan yozlaşmaya açılan kapı.

Al takke ver külah… Ali’ninki Veli’ye, Veli’ninki Ali’ye eş değiştirme durumlarına vardı varacak sevgililik yansımaları… İçine sindi, sindi. Sinemedi, o senin sorunun… Mu acaba?

Ekran aynasından görünen ‘aşk ve ilişki’ tarzı bu olunca gerçek yaşamdan ne beklenebilir? Gördüklerini benimseyip rol model alan toplumda bu tarz sevgi anlayışının hızla yayıldığını düşünürsek, cevap ortada. Ayrıca bu dayatma aşklar sayesinde evlilik programlarındaki çıkarcı birliktelik olayını da, verilen oyları da normal karşılamak kaçınılmaz hale geliyor.

Sonuçta; hareketlere değil de bedene odaklanıp sporu yasaklamak nasıl hataysa, dizilerin bu duygusuzluk alışkanlığını hoş görmek de, günümüzde nadide açan çiçeğe dönüşen sevgiye indirilecek son darbe olur. Anlayacağınız ne çağdışı yaklaşımlarla beyinleri yozlaştıralım… Ne de ilişki ölçüsüzlüğüyle, karşılıklı özveri gerektiren sevgi kavramını solduralım! Mümkünse…

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal

Tüm yazılarını göster