‘Zorbalık’… Her devrin baş belası. Kötülüğün iyiliğe galip geldiği yaşam düzeninde kendi haline, kurallara uygun olarak yaşam sürmek isteyenlere musallat olan zorbalardan dünyayı arındırmak imkânsız maalesef.
Lakin günümüzde dozunu ve pervasızlığını daha artırarak varlık gösteren zorbalık her ortamda her yaşta yaygınlaşmış halde. Hani ‘Asıl trajedi buydu. Tabut örtüleri, toprak ve kefen değil… Çocuklara zorbalık edilmesi, ruhların baskı altına alınmasıydı’ demiş ya eleştirmen-yazar Virginia Woolf… Halihazırda rastlanılan ve çoluk çocuk dinlemeyen zorbalık tablosu tam da bu şekilde.
Nitekim eğitim sıralarında başlayan ve güçlü olanın eziciliğini neredeyse hak sayan böylesi kötücül tavırlara kurgularda da rastlıyoruz bolca. Zorbalık çeşnisi her şekilde sergileniyor. Hatta kimi zaman ‘Artık okul ortamında bu kadarı da olmamalı’ isyanını yaşatan yapımlar çıkıyor ortaya. Yaşamla paralel olarak son dönemlerin yükselen değerine dönüşen şiddet karşıtı mesajcılığa soyunan ve bunu yaparken zorbalıktan yararlanan pek çok iş var kısacası. Nasıl ki ‘Gençlerin zorbalıkla sınavı’ diyebileceğimiz yaz dizileri ‘Tozluyaka’ ile ‘Duy Beni’ de akran zorbalığına odaklı işler olarak karşımızdalar.
Hal böyleyken ‘Tozluyaka’nın analizini bir başka yazıya bakıp ‘Duy Beni’deki gençlerin zorbalıkla sınavını değerlendirelim istedik biz de. Bakalım bu sınav layıkıyla veriliyor mu yoksa zorbalık ağır mı basıyor?
‘DUY BENİ’ DEMEK GÜZEL AMA…
Herkesin kendi havasında takıldığı, kimsenin kimseyi dinlemediği, taciz ve kavgacılığın alabildiğine hüküm sürdüğü bir okul ortamında… Öğretmen ve arkadaşlarına sesini duyurmaya çalışıp bu gayretinde başarılı olamayarak yıkılan bir genç kızın çaresizliğiyle ilk tanıtımını yapan ‘Duy Beni’, yazın beklediğim yapımlarındandı. Zira ‘Tozluyaka’ ile benzer yolda ilerlerken elini hangi özgünlüklerle güçlendireceğini merak ediyordum. Fakat maalesef merakım boşaymış. Ekrana çıktığında daha en baştan gördüm ki, sayısız ‘ama’yı beraberinde getiren ‘Duy Beni’nin yegâne özgün kozu, şok edici ve sınır tanımayan şiddet tabloları sunmakmış!
Duygularıma tercüman olan ‘Sebepsiz uçtu hayaller gökyüzüne’ nağmelerinin ardından bize sunulan neydi? Hedef, caydırıcı olmak mıydı yoksa özendirici mi? ‘Aç yüzünü aç’ zorbalığıyla silkelenen, yerde tekmelenen bir genç kızın görüntülerini kaydedip paylaşanların zorbalığı mı daha kızdırıcıydı, bir insanın dövülmesini kahkahalarla izleyen gençlerin gaddarlığı mı? Bilemedim.
Hiçbir şey yapmadan seyirci kalanların gizli zorbalığı alabildiğine kaba bir dille aktarılmak istenmişti bu anlarda. Tamam. Olayımız, nihayetinde reytinge odaklı dizi yaratmaktı ama… Hayli etkileyici biçimde yansıtılan ve ‘Eğlendiniz mi peki’ sorgusuyla vurgulanmaya çalışılan bu koyu kötülüğün gerçekleştiği ultra serbest kolej atmosferinin toplum gerçeklerine hiç uygun düşmediği de ortadaydı.
Bir kolej düşünün… Herkes bahçedeyken uluorta bir öğrencinin gözleri bağlanacak… Sırtından tekmelenip yere düşürülecek… Garip makyajları-saç modelleriyle ve elden düşmeyen cep telefonlarıyla öğrenciden çok başka şeye benzeyen kraliçeyle soytarıları uçuk tipleriyle öğrencinin yanında dikilirken sınıfın penceresinden bir sandalye fırlatılacak… Ve tüm bunlar yaşanırken tek bir eğitmen-görevli ortalıkta görünmeyecek, müdahale etmeyecek. Mümkün müydü? Değildi, olmamalıydı da! Lakin izlediklerimiz tam da bunlardı.
Şimdi bu noktada ‘kurgu’ mazereti ileri sürülebilir kuşkusuz… Ki, zaten biz de bu yaklaşımla izledik başlangıcı. Gel gör ki, bize dayatılan yüksek tondan zorbalık bu kadarla bitmedi. Görsel yönüyle etkili olan, içeriğin derdini anlatmak açısından hedefi yakalayan girişle sınırlı kalmadı. Öğrenim görmek yerine okulda istedikleri gibi at koşturan zengin bebeleri sayesinde zorbalık merkezi haline gelen ‘Duy Beni’nin kolej modelinde yaşanan başıboşluk ve şiddet eylemlerinin devamında estirilen hava daha da sert oldu.
Berk Hakman’ın canlandırdığı edebiyat hocası Selim’in halim selim kişiliğiyle böyle bir koleje nasıl alındığını anlayamadığım dizide, yapıcı mesaj gücü kimde diye düşündüğümde… Kimseyi bulamadım doğrusu. Kukla müdürden, sesini ancak Selim Hoca’ya yükseltip öğrencilerine saflaşan rehberlik öğretmenine… Ve dahi cümlesi ayrı bir cins olarak karşımıza çıkartılan eğitim kurumundaki öğrenci profiline… Topyekûn psikopata bağlanmıştı. Böylece okul ortamıyla bağdaşmayan zorbalık tam gaz yol alırken mantık da geri vitese taktı.
Neden, nasıl derken akıştan doğan sorular cevapsız kalıyordu çoğunlukla. Kanat ve ekibi Dağhan’ı niye o denli öfkeyle dövüyordu mesela? Sırf grubun gücünü gösterecek zorbalık olsun diye mi? Müdürün üstünde durmadığı bu yüzeysel dayak olayında onca sopayı yiyen Dağhan nasıl dipdiri ayaktaydı? Nasıl ki, başlangıçta karın-kasık bölgesine peş peşe tekmeler alan kız da sağlam kalmıştı! Bu mantıksızlıklara ‘Kurgu bu’ mu diyelim? Neyse, geçelim.
Öğrencilerin sürekli podyumdaymışçasına ortalıkta salındığı kolej dünyasında kendisine ters yapanlara ve edebiyat öğretmenlerine had bildirmekten başka şey düşünmeyen Kraliçe Melisa’nın ‘Kanat’ takıntısı deseniz… Uçmuştu. Maksadını aşan bir zorbalık kaynağına dönüştürülmüştü. Erkek kıtlığı vardı ya…
Ekim’in evine gidip annesine rol kesen Melisa’nın dışında bir diğer Kanat takıntılı karakter, mağdur görünümlü gizli zorba Leyla’ydı… Ki, onun koleje neden gitmediğini de anlamış değilim. Tekerlekli sandalyeyle koleje gidilemiyor mu? Nitekim Ekim, Kanat’ı polise ihbar ettiğini söylediği halde tek bir resme bakıp suni kıskançlık krizine kapılan Leyla evden çıkmakta hiç zorlanmadı. Onun için Bekir’i sürücü yapıp abartılı haykırışlarla Ekim’e kafa tutabilen Leyla tez vakitte koleje gitmeli derim. Hatta birden ayaklanıp Melisa’nın ekürisi olursa daha iyi zorbalık sergiler. Bu oyuncunun payına düşen her rolde aynı şey zaten.
Palyaço maskesiyle kullanılan arabanın Leyla’ya çarpma olayının perde arkasıyla gizem yaratılmasına gelince… Bu da soru işaretleriyle dolu. Leyla’nın Kanat ile yakınlığına bakıp ‘Hedef Meltem ise o sırada yolda olacağı nasıl kestirildi’ diye düşünüyoruz. Artık bu bir yere bağlanır mı yoksa havada mı kalır? Göreceğiz.
‘Duy Beni’nin güzelliğini örseleyen bir diğer ama… Abartılı zorbalık. Murat Daltaban’ın canlandırdığı Rıza’nın aile içi şiddeti tam gaz. Yabancılara karşı şeker gibi davranan Rıza’nın maskesi aile ortamında düşüyor. ‘Alev Alev’in Çelebi’si misali böylesi tiplere alışkınız da… Rıza’nın her durumda Aziz’e girişmesindeki öfkeli zorbalık nedir böyle? Bir babanın psikopatlığını sergilemek için anne-oğul seçeneği sunarak keyifle oğlunu dövmesi zorbalığın ötesinde sadistlik değil mi? Kolejin karanlık yüzündekilerden olan Rıza’nın bu sahnelerinin prim yaptığı muhakkak. Lakin bu yaşananların salt kötülük olmanın ötesine geçip kurgusal kabul görmesi için havada bırakılmaması da şart. Yoksa izleyici böylesi derin kötülükleri mi seviyor? Bak… Bilemedim şimdi.
Sergilenen her zorbalıkla birlikte yeni sorular yaratan ‘Duy Beni’de ‘Pes’ dedirten asıl zorbalık abartısına gelince… Aziz’le aynı sınıfta olup olmadığını çözemediğimiz, evde kuzu dışarıda aslan Kanat ve ekibinin tetiklediği zorbalık! Ekim’in araştırmacılığından çekinen sözde öğrenci tayfası (Ki, fiziki görüntüleri lise öğrenciliğine hiç uymamış) Ozan ile Melisa’nın liderliğinde coşuyor. Bir yanda Bekir’i, diğer yanda Ekim’i soyup çekim yapıyorlar. Bu da yetmiyor. İkisini yarı çıplak biçimde yangın söndürücünün altına oturtup ıslatıyorlar. Fanteziye gel. Okul değil porno stüdyosu sanki! Ekran başındakiler bu sahnelerden ne mesaj aldı, ne hissetti bilemem ama… İzlenenler alenen taciz örneği olurken ‘Kolejlerde bu denli rahat zorbalık mı sergileniyor’ sorusu akıllara düşmedi mi?
Açıkçası ‘Duy Beni’nin bu ölçüsüzlüğünden aldığım en net mesaj, burslu ya da kıt kanaat parayla koleje gidenlerin zengin tayfası karşısında tutunabilmesi için ya onların kölesi olması gerektiği ya da türlü zorbalığa maruz kalacağı… Kolej yönetimlerinin parasız öğrencileri kesinlikle kollamayacağı… Zengin ailelerin kolejdeki olaylara rahatlıkla müdahale edeceği yönünde. Yani fakire kolej ‘Tu kaka’. Hoş zenginler de daha zengin olanın karşısında kul köle… O da ayrı.
Velhasıl; ‘Élite’e öykünüp yabancı gençlik dizilerinde rastlayabileceğimiz bir okul-öğrenci tablosuyla karşımıza çıkarken gerçekçiliği arka plana atan… Zorbalığı, hiçbir müdahaleyle karşılaşmayan suç özgürlüğüne dönüştüren ‘Duy Beni’ abartıdan beslenme isteğine fazlaca abanmış. Tamam… Parayı veren düdüğü çalar; kötülüğünü güçle birleştirenler garibana zorbalık yapar da… Söz konusu olan, eğitim sistemindeki akran zorbalıklarına yönelik mesajcılıksa, bu kadarı fazla. Dizi bu performansla nereye gider, zorbalık çıtası nerede ‘çıt’ der?
Sürekli ekranda olmanın ve tahrik edici zorbalığın ekmeğini ikinci bölümde yemeye başlayan ‘Duy Beni’ şu an için rahat görünüyor. İstemem yan cebime koy’ misali izleyici hem şikâyet ediyor hem izliyor malumunuz. Ancak zorbalık abartısı da bir yere kadar nihayetinde. Şayet senaryo gizemli yönlerinden ilerlemek yerine tüm enerjisini, kötülükten başka hiçbir dayanağı olmayan zorbalık sergilemeye verirse… Bir süre sonra soluğu tükenir bu böyle biline.
SONUÇTA; ‘Zorbalık’, işlenmesi hayli riskli bir konu. Hele de fiziksel ve psikolojik şiddeti harmanlayarak bunu liseli gençler üstünden yansıtmak daha da riskli. Zorbalık uyarısı yaparken zorbalığı özendirici hale getirmek çok kolay zira. Dolayısıyla kaş yapayım derken göz çıkartmamak için dozu iyi ayarlamak şart. ‘Duy Beni’ demek güzel ama bunu diyenler ayarı tutturamamış.
Suskun kaldıkça daha cesaretlenen zorbalığın kesinlikle kabul edilemez olduğu vurgusunu tekrarlayıp yazımızı noktalarken konuya ilişkin son söz televizyon sunucusu, komedyen yazar David Walliams’tan gelsin…
‘Bir zorba ancak sen izin verirsen kendini kötü hissetmeni sağlayabilir’.
Anibal GÜLEROĞLU
guleranibal@yahoo.com
www.twitter.com/guleranibal