TRT’nin prodüksiyonu güçlü işlere imza atıp sponsor destekli dizicilik atağını başlatarak rekabetçiliğin rengini değiştirdiği ekranlarda, yeni dizilerin ayakta kalma şansı da günden güne zorlaşmakta.
Özellikle bir garip reyting sisteminin mevcudiyetinde bu şansın daha da gerilere çekildiğini söyleyebiliriz rahatlıkla. Yani reytingler tam anlamıyla dizi kapanı!
Hak edenlere hakkının verilmesine, gerçekten izleyiciyle dalga geçer mahiyettekilerin veya ‘Nasılsa işi götürürüz’ zihniyetiyle ayaküstü kotarılanların reyting gerekçesiyle yollanmasına sözümüz yok.
Lakin istatistikler kadar yanıltıcı ve maksatlı yönlendirici özelliği olan bu ölçüm aracı sayesinde birtakım işlerin ederinin üstünde sonuçlara ulaşmasını, buna karşılık bazılarının layık olduğundan çok geriye düşürülmesini de içimiz hazmetmiyor. Zira bu noktada tüm değerlendirme kriterleri buharlaşıveriyor.
Gerçek şu ki… Toplumsal misyonu kesinlikle olmamakla birlikte izleyiciye sunulacak içeriklerin şekillenmesine büyük ölçüde etki ettiğini, hep aynı türden konuların-benzer tarzdaki işlerin dayatılmasıyla, gözlemlediğimiz reytinglerin reklam desteği olmaktan çıkıp izleyici algısını şekillendirmede araca dönüştürülmesi gayet mümkün.
Dolayısıyla amaçlara hizmet eder hale gelmesi çok kolay olan bu sonuçlara güvenemiyorum bir türlü. İnternetteki ilgi oranlarıyla bağdaşmayan ölçümün yapısı o denli yoruma açık ki, denekler sanki dizi kalitesine göre değil de kanala odaklanarak izleyip sonuç çıkartıyormuş gibi hissediyorum.
Dahası ‘Ufak Tefek Cinayetler’ misali modern içerikli yapımları hedefe oturtup işi, sahte hesaplardan karalama kampanyası başlatmaya vardıranların… Her fırsatta, dizilerin aile yapısını bozma kaygısına düşüp sürekli şikâyette bulunanların… Alabildiğine saldırganlık içeren, kan revan sahnelerin bolluğundan geçilmeyen, kadın haykırışları ve erkek eziciliği tavan yapan, silahı yiğitlik aracıymışçasına sunan dizileri baş tacı edişlerini de kesinlikle anlayamıyorum. Yani tüm bu negatiflikler toplumu bozmuyor mu da ses çıkartılmıyor? Garip.
Bu doğrultuda reyting kurbanlığının ilerici bakışla yaratılan içerik dili kullanmakla ve halim selim üslupta yol almakla başladığını söylesek yeridir! Zira bu kalitede işlerle fark yaratmaya çalışanlar düşük reytingle cezalandırılıp, gidicilik rotasına giriveriyor hemen. Hal böyleyken diziler de yavaş yavaş çağdaşlıktan uzaklaşıp banal abartılara, kadınları erkek gölgesine sığınır biçimde gösteren dayatma klişelere ve Yeşilçam filmlerinin mantık geriliğine kayıyor haliyle. Al sana reyting muammasının gücü. İstediğin gibi tepe tepe kullan. Kimsenin gıkı çıkmaz denekli ölçüm olduğundan. Hoş çıksa da ne yazar? Ali yazar, Veli bozar.
Öte yandan düşük reytinge giden yolda sadece bilinçli haksızlığa kurban edilenler, pisipisine harcananlar bulunmuyor tabii… Başka işlere öykünerek, onlardan ince detaylar toplayarak yaratılıp ‘taklit’ tadı verenler de mevcut… Beğeniyle izlenmekle beraber temposunu düşürüp içeriğine yeni tatlar katamayarak izleyici diline hitap etmekten uzaklaşanlar da var! Nasıl ki, Star’ın çiçeği burnunda yenisi ‘Babamın Günahları’ ve Kanal D’nin yazdan başarıyla geleni olup sezonda feleğini şaşan ‘Meryem’ benzer özellikteler… Dolayısıyla Show TV’nin onca hengâmeye dayanamayan naif işi ‘Kalp Atışı’’nı yolcu ederken ekranın yeni gidicileri olarak son bir bakışı hak etmekteler…
BABAMIN GÜNAHLARI’NDA HIZLI ÇÖKÜŞ
Ekrana çıkışını gerilerden yapan ‘Babamın Günahları’, reyting denilen olayda beklediğini bulamayanlar kanadında yer aldı en baştan. Devamında belki düzelir durumu dedim ama ne yazık ki denek izleyici daha da geriletti sonuçları. Total’de 1.4 ile 51’inci, AB’de 1.26 ile 40’ıncı olarak tamamladı üçüncü bölümü. 26’ıncı sırada yer alarak gidicilik dedikoduları başlatan dizi, iyiden iyiye çakılınca da dördüncü bölümde final kararı gecikmedi. Peki, ‘Babamın Günahları’ndaki hızlı çöküşün sebebi neydi?
‘Bir baba kızı için neler yapar’ sorgusu üstünden yol alan dizinin ilk bölümünün ardından yaptığım analizde, fazlasıyla düşük reytingleri kesinlikle hak etmediğini vurgulamakla birlikte ayağına taş olup yapımı aşağıya çeken detayların varlığına ayrıntılı biçimde dikkat çekmiştim. Mantık açısından pek açığı olmayan, çocuk oyuncu Gökçen Bilgi Çiftçi’nin boyundan büyük performansındaki başarıyla içeriğini tatlandıran ve öykü temeliyle 2013 yapımı Kore dizisi ‘Two WeeksWin yerli versiyonu gibi duran dizinin asıl problemi, içeriğinin ve karakterlerinin ‘İçerde’ dizisiyle fazlaca benzeşmesiydi!
Nitekim en baştan işaret ettiğim ve başkaları tarafından da alıntılanarak özel eleştiri niyetine paylaşılan bu olumsuzluk ‘Babamın Günahları’nın tüm gizemini yok etti. Zira ortada fazlasıyla bildik bir gidişat vardı. Daha da beteri, devamının nasıl geleceğini tahmin etmek oldukça kolaydı. Misal, kültür ataşeliği kisvesi altında iş çeviren Melike’nin Ozan’ın ablası çıkacağı yönündeki tahminim tuttu. Dolayısıyla izleme heyecanı kayboldu. Tabii bir de işin orijinalini bilenlerin ilgisizliğini hesaba katmak lazım. Yanı sıra aynı gün yüksek tondan içeriklerle izleyicinin duygularına oynayan işlerin ezici varlığını da unutmayalım. Ayrıca Nusret misali hava atan Zeynel’inden, Ozanım diye kibarından tehdit eden Ferruh’a… Benzeşmelerle dolu karakterleri de orijinal görünümlü çakma tadını aktarınca gerisi zaten koptu.
Diyeceğim o ki; Dizi, sırf oyuncularının, özellikle de Zeyno’nun tatlılığının ve Kadir Doğulu’nun afacan bakışlarının yüzü suyu hürmetine işi götürmeye çalışmakla birlikte, mevcut haliyle en baştan çökmeye mahkûmdu. Şayet senaryo, ‘İçerde’nin estirdiği rüzgârı arkasına alıp onun izinden gitmeyi tercih etmek yerine, polis aracına çarpan kamyon sahnesiyle açılışını yapan orijinaliyle paralel bir yol izleseydi, söylem dili daha çarpıcı bir üslupla sergilenseydi ‘Babamın Günahları’ da gayet iyi bir iş çıkartırdı. Çünkü konu ve oyuncu profesyonelliğiyle dişe dokunur bir yapıya sahipti. Lakin uyarlamasız uyarlama olmanın kaygısı, taklitten avantaj sağlama isteğiyle harmanlanınca kendine has potansiyele sahip senaryo çıkartılamadı ortaya. Böylece hem güzel olması muhtemel bir iş hızla çöktürüldü, hem de deneyimli oyunculara yazık oldu.
‘MERYEM’ KENDİ KENDİNİ TÜKETTİ
Çarşamba dizilerinden olan ‘Meryem’in düştüğü hal karşısında yapılacak en gerçekçi yorum, dizinin kendi kendini tükettiği yönünde olacaktır. Çünkü yaz dizisi olarak ekrana gelen yapımın gördüğü ilgi düzeyi adım adım gerilerken, bu işin mimarları içine düşülen durumu umursamaz biçimde davranmayı tercih etti. Nitekim geçtiğimiz yılın son demlerinde ‘Meryem’in abartılarını ve mantıksızlıklarını ele almış, artık merak duygusunu diri tutamadığından bahsedip ‘Uyarmak bizden, takdir dizicilerden’ diyerek yazımı noktalamıştım. Mevcut tablo, hataların görülüp takdirin gerçeklemediği yönünde… Gelinen noktada alınan sonuçlar; Total’de 2.82 ile 21’incilik, AB grubunda da 2.79 ile 14’üncülük! Yani her kesim ‘Meryem’i gözden çıkartmış gibi. Bu düşüşün devamının geleceği de muhakkak.
İster kabul edilsin, ister boş geçilsin… Hiç kuşkusuz başarılı bir işin bu hale düşürülmesinde ‘Meryem’in içeriğini şekillendirenlerin payı çok büyük! Nasıl derseniz… ‘Meryem’in kırılma noktası, yabancı memleketlerde kıyılan nikâh sahnesinin ve bebek müjdesinin baştan izleyiciye verilmesi oldu. İzleyici, silah doğrultan elin görüntüsünün ardından geçmişe döndürüldükten sonra nasıl bu sürece gelindiğini bir parça merak etse dahi bu ilgi de, Savcı Oktay’ın ölmediğinin kolayca anlaşılacak tarzda işlenmesi ve geri gelen Savcı ile Derin’in, derinliği olmayan düşmanlıklarının kabak tadı vermesi sayesinde çabucak tüketildi. Temponun, gözkapaklarını düşürecek oranda ağırlaştırıldığı dizide Burcu-Güçlü ilişkisinden de dişe dokunur bir şeyler çıkartılamadı. Dırdırlarla yaratılan bezginliğe tüy dikense, zorlama gelişim için katılan yeni karakterlerin eğretiliği oldu. Senaryonun tıkandığı yerde kendine yol açmak için kötülerden medet ummasıyla başlayan saçmalıklar silsilesi de cabası…
Velhasıl başlangıçtaki merak ve duygu yüklü güzelim içerik gitti. Yerine; koftiden muhabbetlerin döndüğü… Suçluların hiç yakalanmadan ortalıkta cirit attığı… Erkek polisin kadın polise ‘ulan’ ile başlayan kaba konuşmayla posta koyduğu… Ölü ama diri haliyle şirinlik muskasına dönen Oktay’ın komedi niyetine dolmaları mideye gömdüğü… İntikamcılığın çocuk oyununa çevrildiği… Burcu’nun, kocasıyla Güçlü arasında gönül gezdirdiği… Meryem’in iç baymaya devam ettiği… Savaş’ın evrim geçirdiği… Senaryonun sürekli başa sardığı bir iş geldi. Kendi kendini tüketen dizi bundan sonra devam etse ne yazar, etmese kimi bozar?
SONUÇTA; Ekranın yeni gidicileri cephesinde durum bundan ibaret. Eskisinden yenisine, gözünün yaşına bakmadan dizileri sapır sapır döken reyting kıskacında kalıcı olabilmekse apayrı bir dert. Bunun için ya çok dişe dokunur ve sürekli kendini yenileyen bir senaryoyla ortaya çıkmak lazım ki, bazen o bile işe yaramıyor… Ya da kanal-yapımcı bazında destekli olmak gerek. Tabii bir de büyük(!) söylemler geliştirip kerameti kendinden menkul deneklerin dikkatine mazhar olmak var. Bu şartları başarabilenlere helal olsun derken, ünlü yazar Paulo Coelho sözüyle koyalım noktayı… Biri gittiğinde, bir başkası gelmek üzere olduğu içindir.
Anibal GÜLEROĞLU