Ekranlardaki tablo pembe, gerçekler kapkara!

Devlet tekeliyle televizyon yayıncılığına başlayan ülkemizde özeller yıllardır varlık gösterse de ne acıdır, bağımsız içerikleriyle gerçek anlamda halka inme bilincine henüz kavuşmuş değiliz.

Anibal Güleroğlu Yazar guleranibal@yahoo.com

Beyazcamın icadından önce masalların uyutmacı dünyasıyla büyütülürdük. Sonra televizyon geldi ‘pembe dünya’ yaratma ufku gelişti. Çizgi filmlerin ‘Güç bende’ diyen hayalciliğinde her şeyi yapabileceğini zannederek büyüyenleri gerçeklerden uzak tutma görevi de, yaşamı istenilen açıdan yansıtmakla mükellef, haberlerden dizilere cümle TV programına düştü.

Haberciliğin, yansızlık ve özgürlük vasıflarını yitirerek kopyacı laf ebeliğine dönüştüğü… Bunun ötesinde magazinselleşip ders kitaplarındaki tanımlarından fazlasıyla koptuğu günümüzde, eskisinden yenisine dizi geneli de, yaşamın hakikatlerinden ve toplumun yüzünü yansıtmaktan çok uzak içerikleriyle dikkat çeker oldu.

Hani FOX’un yeni yapımı ‘Kadim Dostum’da Doğu dizilerini, Cihangir’de oturup yazan senaristlerin eleştirildiği detay var ya… İşte bunun gibi… Ne, kötü yazılmış metinlerle ağza göre lokma doğrayan ve bu haliyle kamuoyunu bilinçlendirmekten hayli uzak kalan ‘Haberler’de… Ne de reyting dışında bir şey umursamayan dizilerde… Hayatın içinde kapı gibi duran sorunlara, vatandaşın boğuştuğu güçlüklere rastlamak pek mümkün değil.

GERÇEKLERDEN SOYUTLANMIŞ YAYINLAR

Devlet tekeliyle televizyon yayıncılığına başlayan ülkemizde özeller yıllardır varlık gösterse de ne acıdır, bağımsız içerikleriyle gerçek anlamda halka inme bilincine henüz kavuşmuş değiliz.

Bir bakıyorsunuz programın birinde, iki karısını katleden adamın tekine, ekrandan ‘Peki erkek karısını neden öldürür’ sorusuyla masumlaştırıp canilerin sedasını duyurma olanağı tanınıyor ve bu adamın kendisine bir kurban daha bulması için destek çıkılıyor… Yetmiyor. Her gün kadın cinayetleri ve dayakçı erkek görüntülerine sahne olan ülkemizde kadının öldürülmesi hakmışçasına bu adamı sunanlar, bir de utanmadan yapılan densizliğe eleştiride bulunanlara laf vurmaya çalışıyor. Yavuz hırsızın ev sahibinden üstünlüğünü ispatlarcasına! Ekrandaki yayınların gerçeklerden soyutlanma vahameti bu kadarla sınırlı değil tabii…

Sorgulayan haberlere yer vermeyerek oto sansüre tavan yaptıranların tek ses korosunu delen haberciler olsa da, çoğunluk aynı kulvarda. Böyle olunca da haberler işe gelen konulardan seçiliyor. Çorbaya çevrilen eğitimin kayıt aşamaları uzun uzun ekrana taşınırken mezuniyet sonrasında hayata atılıp iş bulmak için çırpınanların şikâyetlerine değinmeye dahi ihtiyaç duymuyorlar mesela… Aynı şekilde kadınların vuruluş-dövülüş görüntülerini ‘İyi ki bunlar var da süre dolduruyoruz’ dercesine tekrara tekrar oynatmayı marifet sayıp habercilik ağırlığıyla bu büyük sorunun önüne geçilmesini sağlamak için kılını kıpırdatmayan ‘Haber programları’, güdümlü suniliklerin ekran yansıması olmanın ötesinde bir fonksiyon taşımıyor.

Yeni sezonla birlikte pıtrak gibi ortalığa dökülmeye başlayan diziler derseniz, zenginleri fakir kız-erkek peşinde koşturup grand tuvalet giyimli kahramanlarını iş-para sorununa takılmadan yaşatırken, farklı meslek gruplarını gerçeklerden kopuk biçimde şişirmeyi de ihmal etmiyor.

Gerçek yaşamın her aşamasında dolaylı da olsa para babalarının sömürüsüne maruz kalan vatandaşa, zengin erkeğin varoşun kızına meftun oluşunu veya güç bela okuyanların asla yaşamla bağdaşmayan bir biçimde iş bulup holdinglere kapağı atmasını izletenler, KPSS-TUS gibi bin bir emekle okuyanları eleme çarklarının varlığından habersiz senaryolarını döşeniyor. Ya törelerin zorbalık ajitasyonu, ya romantik aşkların pembe komedisi… Seçenekler bunlar.

Oysa insanların, dayatılan suni gündemlerden ve gerçeklerden soyutlanmış dizilerin sonu belli pembeliklerinden ziyade, özümseyebilecekleri konulara ve sorunlarını dile getirerek kendilerine güven verecek inandırıcı haberciliğe, ayakları yere basan akıllı işlere ihtiyacı var.

Aksi takdirde toplumsal mutsuzluk baş gösteriyor… Ki, 36 sanayileşmiş ülke arasında yapılan ve Avustralya’nın en mutlu ülke çıktığı araştırmada Türkiye ‘en mutsuz’ olması da, insanları gerçeklerden uzaklaştırarak mevcut sorunları yok saymaya odaklı sistemin yanlışlığının kanıtı! Yani vatandaşın sorunlarına kulak tıkayıp dikte edilmiş haberciliği ve dizilerin ütopik alemlerini öne çıkartmakla, gelişmişlik yolunda bir yere varılamıyor. Fikren geriletme hariç.

Dolayısıyla biz de bu doğrultuda üstümüze düşeni yapıp, doktorlarla ilgili yazımızın ardından ‘Bizim de sorunlarımıza değinin’ diyerek uğradıkları haksızlıkları ve buna karşı medyadaki duyarsızlığı bildiren İİBF ve Gıda Mühendislerinin ‘kadro’ sorunlarına değinmeyi vazife edindik. Cümle meslekten karakteri, yüksek standartlı iş kollarında koltuklara oturtan dizilerin hayalciliğine karşın, kadro için çırpınanların gerçekleri nelermiş bir bakalım dedik.

İİBF MEZUNLARI KADROYU HAK ETMİYOR MU?

Radyo-Televizyon Programcılığı eğitimimin yanı sıra İİBF mezunu kimliğim ve bir dönem hayli revaçta olup ‘Ne okuyorsun’ sorusuna gururla verilen ‘işletme’ cevabının günümüzde ne denli koftileştiğini bilmenin yarattığı ‘Boşa okuma’ duygusunu yaşayan benliğimle bu meslek grubunun sorunlarına yanaştığımda, özel üniversiteler ve giderek artan kontenjanlarla sayıları hızla artan mezunların işsizlik olgusuna duyarlılığım da artıyor haliyle.

Gençlerin, okuduklarının dışında işlerle yaşama tutunmaya çalışmaları sadece günümüze mahsus bir sorun değil. Ancak gelişen bir ülke sıfatıyla Türkiye’deki asıl problem, ekranlara çıkıp vaatlerde bulunanların, özel üniversitelerin faziletlerinden bahsedenlerin diploması verilip postalanan gençlere yeterli iş alanı yaratacak atılımları yapma gereği hissetmemesi!

‘‘Bizler hakkımızı demokratik yollarla aramaya çalışan, sayısı azımsanmayacak kadar çok olan İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi mezunu işsiz gençleriz. Temel amacımız eğitimini aldığımız işi yapmak için kamuda bize verilen yetersiz kadroları arttırmak ve genel idari hizmet kadrolarının iibf’lilere verilmesini sağlamaktır. 2014 KPSS’ye girmiş 1.118.000 aday içinde en büyük dilimi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi (İİBF) mezunları oluşturmaktadır. Sınava her sene dâhil olan yeni mezunlarımızla birlikte, memur olmak için yarışan İİBF’li aday sayısı 400.000’i bulmuştur. Ancak, sınav puanı baz alınarak yapılan merkezî atamalarda İİBF’ye açılan kadro sayısı, aday sayısıyla paralellik göstermemektedir’’ cümleleriyle başlayıp sorunları ve çözümleri sıralamanın ardından ‘‘Aslında sorun yapısal bir sorundur istekler de, düzenlemelerle halledilebilecek boyuttadır. Biz de bu hukuksuzluğu fark ettirebilmek için bir araya geldik… Bizler, bu güzide ve lokomotif fakültemizin mezunlarının kamuda daha çok istihdam edilmesi için mücadele ediyoruz. Bundan sonra yapılacak memur alımlarında, sınava giren aday sayımızla orantılı kadro talep ediyoruz. Sesimizi twitter ve facebook üzerinden duyurmaya çalıştığımız mücadele için tüm duyarlı kişilerden destek bekliyoruz. Bu sıkıntılı günlerimizde bizi unutmayın. Öğretmenler gibi sendikamız yok. Öğretmenler gibi yılda 50 bin atamamızsa hiç yok. Kamuoyuna duyurulur desteklerini bekliyoruz’’ şeklinde noktalanan İİBF mezunlarının sorunları ve istekleri öyle yerine getirilemeyecek şeyler değil aslında.

Mazisi, 1859’daki Osmanlı Mekteb-i Mülikyesi’ne dayanan İİBF’nin özündeki amaç, devlet-vatandaş ilişkisini yürütecek kamu kurumlarına memur sağlamak… Denebilir ki, kamuya kapağı atmak şart mı? Şart değil elbette. Ama serbest muhasebenin ya da özel sektörün de sorunu çözücü iş alanları olmadığı bir gerçek. Küçük esnafın kepenk kapattığı günümüzde mevcut serbest muhasebeciler tutacak defter bulamıyor, paralarını alamıyorken… Özel sektörün seçicilik kriterlerinin yüksekliği ve işi ucuza kapatma mantığı meydandayken, kamunun dışında da İİBF mezunları için tatminkâr bir iş hayatı olduğu iddia edilemez zaten.

Anlayacağınız aralarında Recep Tayyip Erdoğan, Kemal Kılıçdaroğlu, Devlet Bahçeli gibi siyasilerin de bulunduğu toplumun öne çıkanlarınca tercih edilen İİBF, artık sadece şansı veya adamı olan mezunlarının yüzünü güldürmekte. Tıpkı diğer mesleklerdeki gibi! Herkes de bulutların üstünde uçma yiğitliği beceremeyeceğine göre İİBF’lilerin işi kadro hakkına kalmış.

GIDA MÜHENDİSLİĞİ, ‘DENETÇİ KURSU’ İLE EŞDEĞER Mİ?

Reklamlar vasıtasıyla başta çocuklar olmak üzere tüketicilerin zihinlerine işlenen gıdaların ne derece güvenilir bir üretim-denetim aşamasından geçtiklerini hiç düşündünüz mü?

Sizleri bilmem ama kamudaki ihtiyaca ve on binlerce işsiz gıda mühendisinin bulunmasına karşılık gıda denetmenliğinde, gıda mühendislerinin oranını gibi komik bir rakamda tutanlar, belli ki ülkemizde bu konunun pek de önemli olmadığını düşünmekte.

Türkiye’den süt ve süt ürünleri almak isteyen Rusya’ya mal satmanın ‘üründe istenmeyen atıklar bulunmasını önleyici sağlıklı üretim’ kriterine bağlı olduğunu haberlerden bangır bangır dillendirenler de, iç piyasaya satılan gıdalarda böyle bir özen gösterilmediğini düşündürmekte. Bu gerçek, gıda denetimindeki yetki çelişkili uygulamalarla ortada…

89’a yakın yüksek puanlarla açıkta kalan Gıda Mühendislerine kadro tahsis etmek yerine diğer meslek gruplarından düşük puanlıları atayıp onlara kısa süreli ‘Gıda Denetçi Kursu’ vermek… Televizyon programlarında “Gıda denetmenleri numune alır ve oranın hijyen koşullarına uyup uymadığına dair kontroller yapıp rapor tutar” türünden açıklamalarda bulunup ‘Gıda Mühendisliği’ni herkes tarafından yapılabilecek basitlikte bir meslek konumuna indirgemek, ülkemizdeki gıda denetimlerinin ciddiye alınmadığının göstergeleri!

Nitekim medyadan sıkça yansıyan düğün-dernek yemeklerindeki toplu zehirlenmeler, keza okullardaki bozuk gıdaların açtığı sorunlar da yeterli sayıda Gıda Mühendisi istihdam etmemenin ve gıda işinde denetimi önemsememenin sonuçları.

Ayrıca reklamlara empoze edilen tüketim sürecinde, içtiğimiz sudan çocuklarımızın yediği şekerlemeye, sadece numuneyle yapılan hijyen kontrollerinin, raf ömürleri geçmiş yiyeceklerin bir şekilde satılması veya hatalı depolama neticesinde yaşanabilecek sağlık problemlerini engellemeye çözüm olamayacağı da unutulmamalı.

Kısacası, gıdaların güvenilir bir şekilde üretimini, işlenmesini, paketlenmesini, dağıtılmasını ve gıdalardan uygun bir şekilde yararlanmayı sağlayan ‘Gıda Mühendisi’ni görmezden gelip yerine başka branşlardan eleman almakla, belki birileri sevindirilir ama güvenilir gıda kontrolü yapılamaz ve toplumun sağlığı yeterince korunamaz. Bu mantık acilen değişmeli.

Aksi takdirde, bir zamanlar ekrandan sıkça dillendirilmesine karşın şimdilerde unutulan, cinsel hastalıklara karşı prezervatif gerekliliğini, ‘Biz Türk erkeğiyiz. Bize AİDS işlemez’ ucube yaklaşımıyla geçiştirmeyle eşdeğer bir mantıkla yol alıp çağın gerisinde kalmayı sürdürürüz.

EKRANDAN UYUTMAYI BIRAK KARA TABLOYA BAK!

Sonuçta; Ekranların pembeliklerinden etkilenmeden bildiğini okuyup insanların yaşamındaki yerini koruyan gerçeklerin kara tablosu tüm çıplaklığıyla karşımızda. Tıpkı doktorlukları, TUS piyangosuna bağlı hekimler gibi, diplomalarının getirisini görebilmek için KPSS’den medet umar hale düşürülen İİBF’liler, Gıda Mühendisleri ve diğerleri elbette ki öncelikle kendi sorunlarının giderilmesini talep edeceklerdir. Ancak ‘yap-boz’a çevrilmiş eğitim sistemi, kurumların plansızlığı ilke edinmiş halleri, orta ve uzun vadeli düzenlemelerle iyileştirilmediği sürece, ne kadar isyan edilse de düzen aynı kalacak, bu kara tablo değişmeyecektir.

Diyeceğimiz o ki; gelişen ülke olmanın göstergesi Araplara veya Balkanlara dizi satmak değil, yetişmiş bireylerini layıkıyla istihdam edebilmek! ‘Su Ürünleri Fakültesi’ne iki yıldır başvuruda bulunulmuyor’ gerçeğiyle hayıflananlar ya da İHL talebinin kontenjanı aşmasıyla övünenler… Bir bina-bir üniversite misali neredeyse her mahalleye özel yüksek eğitim kurumları açılmasına göz yumanlar… Ekranların pembe tablosuyla pışpışlanan insanları gerçekten düşünüyorlarsa, genç nüfusu hızla artan ülkemizdeki gerçeklerin kara tablosundan kurtarmak için köklü çözümler üretmeliler. Adamına göre kadro değil, mesleğe göre adam düzeniyle!

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal

Tüm yazılarını göster