‘Uzak Şehrin Masalı’, ‘Yalancılar ve Mumları’ derken bu sezon FOX’un Pazar akışında tutunamayan üçüncü dizisi, onca beklentiye karşın ekran ömrü altı bölümle sınırlanan ‘Elbet Bir Gün’ oldu.
FOX TV, Pazar akışında ilk 10 içinde yer alabilmek için ‘Elbet Bir Gün’ denemesine kalkışmıştı ya… İşin gerçeği arka arkaya gelen iki başarısızlığın ardından, hele de ‘Teşkilat’ ve ‘Yargı’ gibi oldukça güçlü iki dizi varken kolay değildi bu denemeden başarıyla çıkmak.
Nitekim farklı bir tat sunamayan ‘Elbet Bir Gün’ de başaramadı. Şiddet mağduriyetinden güç alma klişesini, törelerin hüküm sürdüğü bir atmosferden verip olay akışını çabucak İstanbul’un varoşlarına taşıyarak başlangıcını yapan dizi, bu kombinasyonla zirve yerine hüsrana doğru yol aldı hızla. Kolay yoldan başarı kazanmayı hedeflerken evdeki hesabın çarşıya uymadığı gerçeğiyle karşılaşıp düşük reytinglerle hayal kırıklığına uğrayanların son örneğine dönüşüverdi bir anda. Bizler de haliyle ‘Elbet Bir Gün’ diyemedik bu gidişatta.
Peki bu hüsranı sadece reytinglere bağlamak ne derece gerçekçi olur? ‘Elbet Bir Gün’ dedirtmeye soyunanların hiç mi katkısı yok erken finalde? Gelin bakalım birlikte…
‘ELBET BİR GÜN’ÜN HATALI MANTIĞI SONU OLDU
Kuşkusuz emek verilerek ortaya konan her işin zamansız vedası üzücü bir durum. Ancak erken finallerin arkasındaki sebebi değerlendirirken bunu sadece reyting düşüklüğüne bağlamak da yanlış bir yaklaşım.
Nasıl ki, sosyal medya yorumlarıyla gaz vermek istenmesine karşın sahip olduğu aksaklıklar ayan beyan göze çarpan ‘Elbet Bir Gün’ün ipini çeken asıl etken de dizinin ilk andan itibaren göze batan olumsuzluklarla karşımıza çıkması oldu! Bu gerçeği de görmek lazım.
Nitekim ‘Elbet Bir Gün’ün sonunu hazırlayan baş etken, aile baskısıyla evlenip kocasından şiddet gören kadınların mağduriyetine değinir görünürken, özünde çok farklı bir gerçeği barındırarak konunun ciddiyetini savsaklayan Nesime oldu!
Şöyle ki; Şebnem Bozoklu’nun, güçlü imaj çizmek adına işi abarttığı… Mimiklerinden söylemlerine gelişen yersizliklerle ‘afacan kadın’ havasına sokarak hayat verdiği Nesime, baştan sona sorunlu bir karakter olarak yansıdı izleyiciye. Öncelikle küçük yaşta zorla evlendirildiği söylenen Nesime’nin görünümü hiç de küçük yaştaki bir kızla uyumlu değildi. Yıllar öncesini veren görüntülerdeki haliyle sonraki hali arasında bariz bir fark yaratılamaması karakteri inandırıcılıktan uzaklaştıran görsel detay oldu.
Bunun dışında en önemli aksaklık Nesime’yle çizilmeye çalışılan mağduriyet konusunda yaşandı. Zira her daim makyajı yerli yerinde görünen Nesime’yi kocası Cemil’in gazabından kaçan şiddet mağduru kadın gibi önümüze koyan senaryo, maalesef karakteri öyle bir geliştirdi ki, ortaya mağdur olandan ziyade ‘Mağdur eden kadın’ tipi çıktı.
Nesime’nin yol haritasında bir diğer hata, şiddet bahanesiyle kaçarken küçük kızını ve kendisine hep destek olan kız kardeşini şiddet uygulayan bir kocanın evinde bırakmasıydı. ‘Dönüp alma’ söylemi de bu hatayı örtmeye yetemezdi. Çünkü onun bu yaptığı bencillikten öte bir davranış değildi. Gerçekten çocuğunu ve kardeşini seven biri onları, her kötülüğü yapacak karakterde olduğu söylenen bir adamın eline bırakır mıydı hiç? Bırakmaması gerekirdi. Gerçek bir anne, korksa dahi en azından güvenlik güçlerine gidebilirdi.
Ancak dizicilerin ‘kırmızı eşarp’ merakını unutmayarak kaçan Nesime’nin olayı başkaydı. Onun gerçek derdi şiddet mağduriyeti değil gizli aşığıydı! Dolayısıyla çocuğunu, kardeşini yataklarında bırakıp gönül rahatlığıyla kaçtı gitti. Kamyon şoförü aşığı bile kızların ne olacağını sorgularken Nesime gayet duyarsızdı bu konuda. Yani pes dedik bu durumda.
Sonra geçmişi yansıtan sahnelerde gördük ki, giyim kuşamıyla da gayet rahat bir tablo çizerek mağduriyeti çürüten Nesime, evli olmasına rağmen aşığını gündüz gözü konağın ahırına alıp oynaşacak kadar da pervasızmış. Bu arada Cemil’in kötülüğünün de karizması çizilmiş oldu haliyle. Şimdi bu tabloyu kocadan korkan, şiddet mağduru bir kadınla bağdaştırmak ne derece mümkündü peki? Hiç bağdaştıramadık zaten.
Nesime’nin karakterindeki sorunlar bununla da sınırlı kalmadı üstelik. Değerli bir bardağı kırdığı için ücretinden kesinti yapan patronuna kızıp evin bardaklarını aşırarak çatır çatır kırması neydi öyle? Ev sahibiymiş gibi ortalıkta dolanmayı, insanların özel eşyalarını kullanmayı kendine hak gören… Faturası ödenmeyen elektriğin mührünü söken… Sözde âşık olup kaçtığı kocasıyla yaptığı konuşmada sevginin zerresini hissettirmeyen Nesime belli ki rahat bir yaşam için koca mağduriyetini bahane eden, umduğunu bulamayınca da sağa sola çemkiren bencilin tekiydi. Kısacası Nesime’yi ‘mağdur’ diye hiç kabullenemedik.
Senaryo bu karakteri şekillendirirken bir adım sonrasında ipin ucunu iyice kaçırınca dizinin şirazesi de tümden kaydı zaten. Televizyon programında resmi kabak gibi yayınlanmışken sanki sadece komşusu kendisini tanıyormuşçasına gözü dönen Nesime’nin kadını gözünü kırpmadan kuyuya atması çaresizliğin dramı mıydı peki? Bir ihtimal olabilirdi… Şayet Nesime, kendinden kaç benden küçük kardeşi Gizem’in kıyafetlerine sığma becerisi gösterip sözde kılık değiştirerek gittiği hastane odasında kadını boğacak kadar acımasız bir katile dönüşmeseydi. Dizi, dram mıydı yoksa bencillik hezeyanındaki bir kadının hayatları katledişi serüveni mi? Bilemedik.
Varını yoğunu Nesime’nin üstüne oynayan ve bu arada diğer karakterlerini fazlasıyla ihmal eden senaryonun, Nesime olumsuzlukları ve dahi onla gelişen mantıksızlıklar dur durak bilmeden sürdü.
Nesime yıllarca arayıp sormadığı kardeşini nasıl bir çırpıda tanımıştı? Hadi kendisi yıllar yıllar önce de aynı görünümde olduğu için Gizem onu kolayca tanıyabilirdi de… Gizem o tarihlerde henüz küçük bir kız olduğundan Nesime’nin bu yetişkin kadını hemencecik tanıyıp sanki hiçbir şey olmamış gibi muhabbete girişmesi mantığa kesinlikle uygun değildi. Dahası Gizem kendisini kurtarmaya çalışırken onun hayatını altüst edecek davranışlardan-tehditlerden çekinmeyip kıskançlıkta ve yüzsüzlükte zirve yapan bir Nesime gördük karşımızda. Şiddetle, zorlu hayat şartlarıyla yaratılmaya çalışılan ‘Mağduriyet edebiyatı’ öyle mi? Hadi oradan dedik Nesime’nin her sahnesinde.
Anlayacağınız ‘Elbet Bir Gün’ün senaryosu çok sevdiğini iddia ettiği kardeşi Gizem’in kendi gayretiyle yarattığı dünyayı bozmakta tereddüt etmeyen… Yıllar boyu terk ettiği kızını hiç umursamayan… Özetle kendinden başka kimseyi önemsemeyen bir kadını ‘Mağdur kadın’ diye yedirmeye çalıştı bize. Lakin Nesime’yi mağdur olarak kabullenmek kesinlikle imkansızdı. Dahası Nesime karakteri gerçekten mağduriyet yaşayan kadınlara da bir hakaretti.
Ayrıca Sinem Ünsal’ın canlandırdığı Gizem ve Muhammet Uzuner’in Yavuz karakterleri dışında diğer karakterlerin gerçekçiliğinde de sorun bulunduğu muhakkak. Misal, kızı Mevsim’i yurt dışlarında okutan, yanında çalışan kadına gayet iyi davranan Cemil’in kötülüğüne pek inanamadık. Çünkü senaryo gelişimini değerlendirdiğimizde Cemil’i, karısı tarafından aldatılan mağdur erkek, konumuna koymak çok kolaydı. Hem o kadar güçlü bir kötü adamdı da nasıl 15 yıl boyunca bulamamıştı Nesime’yi? Mantık yani! Yanı sıra Gizem’in kocası Mehmet karakteri de doğallıktan uzak bir şekilde yaratılmıştı. Adeta heykel edasıyla geziniyordu öykünün içinde. Bu olumsuzluğun yansıması da gerek replikleri gerekse tavırlarıyla ilk andan itibaren dizinin sırıtan yapaylığı olarak gösterdi yüzünü.
SÖZÜN ÖZÜ; Suçluların, kayıpların peşine düşen TV programlarını malzeme yapma modasına ayak uyduran… ‘Kâğıt Ev’deki performansıyla dikkat çeken Helin Kandemir’i Mevsim karakteriyle bünyesine katarak avantaj yaratmayı uman yapım, ‘Elbet Bir Gün’ demeyi engelleyen cümle olumsuz unsuru içerik ve karakterlerin yaratılış mantığında barındırıyordu.
Dolayısıyla biz de tıpkı ‘Uzak Şehrin Masalı’, ‘Yalancılar ve Mumları’ dizilerinde olduğu gibi gerçekçiliği hiçe sayarak mantık çelişkisi yaratan senaryoyu ve zorlama karakterlerin performanslarını benimseyip ‘Elbet Bir Gün’ diyemedik. ‘Elbet Bir Gün’ün hatalı mantığı sonu oldu.
İzleyicinin eskiye kıyasla artık daha seçici olduğu gerçeğinde… Geçmiş olsun.
Anibal GÜLEROĞLU