‘Gençlik, çocukluğun devamıdır’ diyen Bernard Shaw günümüz gençlik dizilerini görseydi ne düşünürdü acaba? Çocukluğun yetişkinlikte de devam ettiğini mi eklerdi sözlerine? Yoksa ‘Yetişkin gençlerin popüler kültüre ayak uydururken şirazeyi kaçırıp çocuklaşması da bir tuhaf oluyormuş’ diye mi yorumlardı? Onun fikrini bilemeyeceğiz tabii. Ancak kış-yaz ayrımı olmaksızın ‘gençlik dizisi’ sevdasına kapılanların ekrana taşıdıkları bu türdeki yapımların çocukluğa rahmet okutan durumu da ortada.
Gençlik dizisi niyetine pazarlanan alaminüt romantik komedilerdeki koca koca insanların ipe sapa gelmez komik hareketleri sayesinde gençliğin tadı da, anlamı da iyice yozlaşmış durumda. Oysa gençlik dizisi dendi mi, çocuklaşma çabasındaki yetişkinlerin aşkı malzeme yapan abesliklerinden ziyade, ülkemizde de ‘Kavak Yelleri’ uyarlamasıyla ekrana taşınan Dawson’s Creek gibi çocukluk yıllarından üniversite çağlarına uzanan, onların okul ve arkadaşlık çevrelerindeki ilişkilerini-maceralarını aktaran yapımlar akla gelmeli normalde. Ama nerede? Bizdeki çocukluğun devamı, hakiki manada gençlik dizisi yapma tutarlılığını beceremeyenler sayesinde, bir garip hallerde.
Dolayısıyla gençlik dizisi değerlendirmesi yaparken romantik komedileri bir kenara bırakmaktan yanayım. Bu durumda elde kalanlar neler? Bana göre; Kırgın Çiçekler, Yaz’ın Öyküsü, Güneş’in Kızları, Son Çıkış, Adı Mutluluk ve Tatlı Küçük Yalancılar… Peki, aralarından hangisi senaryo yaratıcılığı bakımından daha öne çıkmayı başarabildi? Sırasıyla bakalım.
KIRGIN ÇİÇEKLER’DE YEŞİLÇAM MELODRAMI
Başlangıç itibariyle baktığımızda ‘Kırgın Çiçekler’, yaşamın gerçeklerini vurgulamak adına olumlu bir yapımdı aslında. Ancak aileleri tarafından istenmeyen kızların sorunlarını deşip çeşitli yönlerden örnek teşkil edebilecekken tuttu, popüler kültürün yarattığı dizilerden biri oldu. Sorunları vurucu bir dille anlatacakmış gibi başlayıp zengin-fakir gençlerin çatışmasına dönünce de, kolayca tahmin edilebilir hale gelen senaryo gittikçe Yeşilçam melodramı havasını solutmaya başlayıp klişeleşti.
Önceden yazdım ama kıyas adına kısaca özetleyelim buradaki tabloyu… Hep olduğu gibi yolgeçen hanı durumundaki bir yurt ve okul var karşımızda. Kızların tavırları, sözde hayata küskünlükten dolayı sert ama öte yandan bir o kadar da yadırganacak türden. Misal Kader… Kaderin cilvesi gibi. Aptalca havuza düşen üvey kardeşini dakikalarca seyredip sonra atlaması yetmedi kaçırıp un çuvallarının arasına bıraktı… Bu nasıl masumiyet dedirtircesine! Paşa paşa yurda dönen Songül ise atarlı ama saftrik. Bunu en iyi gece vakti gittiği cafedeki kadının mesleğini anlamamasıyla gösterdi bize. Masum kız ya… Hadi canım sen de!
Özetle; Çok çiğ duran ajitasyona abanıp sürekli izleyici duygularına oynayan senaryoya, ne perhiz ne turşu havası hâkim. Üstelik her bir karakteri acıların çocuğu kıvamına getirip araya da geçmişten gelenleri katan dizideki büyüklerde de, alabildiğine başıboşluk var. Anlayacağınız ‘Kırgın Çiçekler’ reytingleri toplasa, fanları dolu dolu olsa dahi ne yazık ki, senaryosu eski yerli filmlerin dramatikliğinden sıyrılan yaratıcılık koyamadı ortaya.
YAZ’IN ÖYKÜSÜ RUTİNE BAĞLAYINCA…
Nedense bizde adettendir, ilk birkaç bölümü ilgi çekici yapıp farklı yol haritası izlenecekmiş algısı yaratmak. Ekran başındakiler ağa düştü mü, sonrasına titizlenmeye ihtiyaç hissedilmez. Gidişat, eski tas eski hamama dönüşüverir veya mantıksız eklemeler yapılır. ‘Kırgın Çiçekler’ gibi yurt merakıyla başlayan Yaz’ın Öyküsü de bu sürece girdi ve güçten düşerek başını yaktı.
Aslında başlangıç itibariyle kısıtlı bir öyküyle gösterdi yüzünü, Yaz’ın Öyküsü. Öte yandan konu farklı olsalar bile Kırgın Çiçekler’le arasında bazı benzerlikler bulmak da mümkündü. Yurttaki maço kız tavırları, ilk eşleşmeydi… Her ikisinde de annelerinden zorunlu olarak ayrı düşmüş kız hikâyesi mevcuttu. Arkadaşı kırmamak adına sevgililere yüz vermeme de aynıydı. Sonra sonra farklılıklar çıktı ortaya. Ama büyük sürprizler getiremedi. Kısacası Yaz’ın Öyküsü’ndeki değişik tat yaratma heyecanı çabuk kayboldu. Şimdi, rutine bağlayarak ciddi senaryo kuramayan yapımda erken final kararına gidildiği söylenmekte… Yazık.
GÜNEŞ’İN KIZLARINI DİRİ TUTMAK ŞART
Güneşi Beklerken’de umduğunu bulamayanlara yeni bir Güneş sunan Kanal D’nin Pazartesi kozu olarak Güneş’in Kızları’nı devreye sokma hamlesini daha önce ele almıştık. Bu hamlenin ilk evresini de hep birlikte gördük. İkinci evre ‘Paramparça’yla karşılaşmada yaşandı ve ak koyun kara koyun belli oldu. Bu dizinin çekişmecilik yönü… Nasıl sürer, zaman gösterir. Yanı sıra Haluk’un dengesizliğiyle ayakta duran senaryodaki gençlik hallerinin sakıncalı yönlerini de belirtmiştik. Dolayısıyla tüm bunları aşıp senaryonun yaratıcılık yönüne bakacak olursak…
Kabul etmek gerekir ki, Güneş’in Kızları’nın senaryosu biraz daha soru işaretleri uyandıran türden. Yani baba oğlu bokslu meydan okumada karşı karşıya getirip azgın boğaya dönen Ali’nin de babası gibi olduğunu gösteren dizide nasıl bir akış izleneceği diğerleri kadar ortada değil. Ancak buna karşılık başlangıca oranla, burada da bir durgunlaşma görülmekte. Bu nedenle gençlerin entrikacı, kıskanç ve kavgacı yönleriyle büyüklerin sırlarla örülü kişilikleri arasında denge kurma çabasındaki senaryo aksiyon matematiğini iyi kurmalı. ‘‘Türkan’dan bir şey çıkamadı. Bari Zafer’den veya hiç olmazsa Melisa’dan dişe dokunur sırlar türetilmeli’’ derken olay uyuşturucuya, tacize yöneldi. Tabii mel mel bakışlar, geri dönüşlerle tempo düşüren çift olayına bel bağlayan diziye beklenen taze kan takviyesi de yapılamadı. Oysa bu kan acilen lazım. İkide bir ‘hık’layan arıza Nazlı’nın atarları, Emre-Ali şovu, Selin’in intikam hırsı, Haluk’un yumrukları yapımı sürekli ateşleyemez çünkü. Güneş’i Beklerken’e dönüşmeye başlayan Güneş’in Kızları’nı dişe dokunur gelişimle diri tutmak şart. Bunu hak ediyor.
SON ÇIKIŞ’TA HEDEF BAŞTAN KAÇTI!
TRT 1’in gençlere yönelik uyuşturucu uyarısı mahiyetinde ekrana çıkarttığı diziyle ilgili eksikleri ilk bölümün ardından ele almıştım. Olayın gençlik yönünün zayıf bırakıldığı görüşündeydim. Nitekim hedefe ulaşmak için tek bir yolu benimsemek yerine, yabancı kızların zorla fuhuş bataklığına sürüklenmesinden Bosna katliamına kadar türlü konuları devreye sokarak ilerleyen Son Çıkış’ta bu eksiklik layıkıyla giderilemedi bir türlü.
Tanıtımlarında da hep yetişkinler üstüne oynayan dizide senaryonun ağırlığı; Zeynep, Kenan, Jülide ve Cesur üstüne kurulmuştu. Oysa bu diziden mesaj çıkması için gençlerin ön plana sürülmesi lazımdı. Mesela Âlemin Kralı’ndaki çocukluk halini aşan Birsu Demir’in ilgi çekiciliği, Kevser rolünde daha etkin kullanılabilirdi. Ya da Tolga Canbeyli’nin Vandam Yahya’sı başta olmak üzere gençlerin sahnelerine ağırlık verilebilirdi. Ama görünen o ki, senaryo gençlik kesimini eşantiyon olarak sunmaya kararlıydı. Görülmesi gerekense ulaşılmak istenen hedef kitle gençliğin ilgisinin çekilemediği ve tutulan yolda hedefin kaçtığı! Geçmiş olsun.
ADI MUTLULUK OLSA NE YAZAR?
İçinde yaşadığımız zamanlarda değişen değer yargıları ve insani dönüşüme zemin hazırlayan alışkanlıklar karşısında geçmişle bağı olan herkesin değerlendirme yapması kaçınılmaz. Dolayısıyla ben de ister istemez düşünüyorum… Mutluluk neydi, gülümseten neydi bizi? ‘Adı Mutluluk’ diyebileceğimiz değerler nelerdi?
Gençlerin şımarıklaştığı, yetişkinlerin dozu kaçırdığı, ‘erkek-kız kapmaca’ dümenciliği veya kaprisli atarlanmalar şeklinde yaşanan uçuk aşklar değildi herhalde… Hele ‘Adı Mutluluk’ denilip bolca mutsuzluk ve entrika sergilemek hiç değildi, mutluluğu hissettirip gülümseten şeyler. Naiflikti, zarif hoşluklardı, doğal duygusallığın güzelliğiydi… Mutluluğu adı da, tadı da!
Oysa ‘Adı Mutluluk’ ismini, kızını ve ailesini terk edip yıllardır kendini göstermeyen bir annenin yazdığı kitaba bağlayarak ‘gizem’ olgusundan medet uman dizide bunlar değişime uğramış bulunmakta. Gencinden olgununa bir serkeşlik, ağır ağabeylik havası estiriliyor. Senaryo, düzene uymak adına kızları bile zarafetten uzaklaştırıyor. Sonrasında gelsin duygu sömürüsüne yönelik akış. Bunun sonucunda da gerek mantık gerekse duygu hak getire.
Kısacası; ‘Nerem doğru ki’ misali ilerleyip, Ali’yi ölüm sürecine sokup Dolunay’ın sigortalarını attıran senaryonun gençlik heyecanı adına fark yaratacak tarafı yok. Bölümler boyu gençlik deformasyonu sergileyen dizinin mutluluk adına övülesi bir tablo çıkartmadığı da aşikâr. Anlayacağınız, kayda değer bir duygu aktaramadıktan sonra ‘Adı Mutluluk’ olsa ne yazar?
‘TATLI KÜÇÜK YALANCILAR’, DÖRT DÖRTLÜKTÜ AMA…
Kimileri için, orijinaller varken uyarlamaları izlemek gereksiz bir zaman kaybı. Bana göreyse bu mantık yanlış. Çünkü yeri geldiğinde başarılı bir uyarlama, orijinaline fark atabilir. Yani olay, orijinal veya uyarlama olmak değil başarıya odaklı kalite özeniyle işe girişmek!
Nasıl ki; İlk andan itibaren hakkında olumsuz haberler yapılan, erken finale gideceği dedikoduları yayılan, son olarak da kanalının ‘gün ve saat’ gazabına maruz bırakılarak tüy dikilen ‘Tatlı Küçük Yalancılar’, bu özeni gösteren nadir yerli uyarlamalarımızdan oldu… Üstelik bunca negatif enerjiye, sürekli takılmaya çalışılan çelmelere ve yıpratma gayretine rağmen senaryosundaki mantıktan ve akıcılıktan da hiç taviz vermedi.
Kısacası yerli kültür öğelerine sadık kalmaya çalışan, ama bu meyanda orijinalden de uzaklaşmadan uyarlama senaryosunu yürüten Elif Usman Ergüden gerçekten kayda değer bir iş başardı. Tabii oyuncuların ve yönetmen Cem Karcı’nın da hakkını yememek lazım. Yani ‘Tatlı Küçük Yalancılar’, süre ve izleyici algısı dezavantajına rağmen kendini bozmayan senaryosu başta olmak üzere, her açıdan elle tutulur dört dörtlük bir işti! Her ne kadar ‘reyting’ denen anlamsızlıkta gerilere düşse ve harcansa da övgüyü, ilgiyi baştan beri hak etti.
Ancak görünen o ki, şerden hayır bekleme alışkanlığındakiler için senaryo kalitesini takdir etmek değil, klişelerle ekranları dolduran vasatlıkları görünmez kılmak için suları bulandırmak önemli. Hal böyle olunca, bu bulanık suda güzelliklerin kaybolması da kaçınılmazlaşıyor. Dört dörtlük bir gençlik dizisi durumundaki ‘Tatlı Küçük Yalancılar’ın payına da 13’üncü bölümde yalan olmak düşüyormuş. Bu ne büyük bir haksızlık böyle! Yabancıların yoğun ilgi gösterdiği gizemli gençlik öyküsünü bize kazandıran O3 Medya ve bu diziyle prestijini artıran Star TV’nin dayanma gücü bu kadarmış, demeye dilim varmıyor. Lakin gönül elvermese de paranın gücü bir kez daha kaliteye üstün geliyor.
Son noktada; Güncel söylemle, ‘On numara beş yıldız’ bir gençlik dizisi olarak öne çıkan ve dosta düşmana karşı yüz akı olan yegâne yapım ‘Tatlı Küçük Yalancılar’! Bu özelliklerine rağmen harcanmasıysa, bize has bir utanç. Umarım günün birinde bizde de kaliteli senaryolara yaşam hakkı tanıyan izleyici algısı yeterince gelişir, diyeceğim ama... Nafile. Hem canım gizem, gerilim bizim neyimize? Biz alışmışız kendini sürekli tekrarlayan senaryoların duygu sömürülü, aşk üçgenli iç karartıcı klişelerine. Uyumaya, uyutulmaya devam.
Anibal GÜLEROĞLU