Yargı, yargılamak… Yargıyı hak ve hukuktan şaşmadan adil biçimde yerine getirmek… Söylemde kolay gibi görünse de eylem noktasında zor iş aslında. Özellikle çoğunluğun adaletsizlikten yakındığı günümüz dünyasının çıkarcılık düzeninde bu işin zorluğu iyice hissediliyor. Zira yargının adaletten kolayca uzaklaşması, adaletsiz yargılamaların gerçekleşmesi işten bile değil.
Hal böyleyken ‘yargıç’ yani ‘hâkim’ kavramının vasıfları daha önem kazanıyor... Ki, ünlü filozof Sokrates de ‘Bir yargıç, iyi niyetle dinlemeli, akıllıca karşılık vermeli, sağlıklı düşünmeli, tarafsızca karar vermelidir’ sözüyle hâkimlerin nasıl olması gerektiğini işaret ediyor.
Peki… Adaletin terazisini dengede tutacak niteliklere sahip, her daim dürüst kararlar veren hâkimler de adaletle bağdaşmayacak kararlar veremezler mi? ‘Beşer şaşar’ demiş atalar. Hele de ucu kendine değiyorsa öyle bir şaşar ki, nerelere varacağı belli olmaz. Tıpkı suç-ceza denkliğini sağlamanın ne denli zor olduğunu, oğlu uğruna adaletten kolayca uzaklaşan yargıç karakteriyle, ortaya koyan ‘Hâkim’de olduğu gibi!
Bu noktada ‘Hakim’in adaletsiz akışında neler çıkıyor karşımıza diye bakıp dizinin başarı yönünü irdeleyecek olursak…
‘HÂKİM’E HAKİM OLAN ZAYIFLIKLAR…
Yargıyı, yargının uygulayıcılarını temeline alan içeriklerin son dönemlerde hayli revaçta olduğu malumunuz. Farklı nitelikleriyle öne çıkartılan savcı-avukat-hâkim-komiser karakterleri ekranı basmış durumda. 2017-2019 yılları arasında yayınlanan ‘Kvodo’ adlı İsrail yapımından uyarlanarak izlenme rekorları kıran… Ve adalet işlemiyorsa ilahi adaletin devreye gireceğini hissettiren ‘Your Honor’ dizisinin Türkiye ayağı olarak karşımıza çıkan ‘Hâkim’ de bunlardan biri.
Erdal Beşikçioğlu’nu ‘Kâğıt Ev’de kızının cinayetini örtbas etmeye çalışan Ceza Hukuku Profesörü Cihan karakterinin ardından bu kez oğlunu korumak için yasaları çiğnemek zorunda kalan bir hâkim olarak karşımıza çıkartarak bu benzerlikten dolayı bir parça kendi kendini çelmeleyen ‘Hâkim’e hakim olan en önemli detay, yasalara bağlı bir adalet insanının iyiden kötüye dönüşümü! Bu dönüşüm sürecinde yaşananlar ve karakterler layıkıyla yansıtıldı mı derseniz…
Bu noktada ‘Ne yaptımsa onun için yaptım, evladım için! onu korumak için… Beni, kim neyle suçlayabilir? Kim nasıl yargılayabilir? Kim ceza verebilir, kendi vicdanımdan başka…’ sözleriyle özünü en baştan belli edip yargısal ikilemini yaratan ‘Hâkim’in değerlendirmesini orijinaliyle gösterdiği paralellik üstünden yapacak olursak… ‘Hâkim’e hakim olan zayıflıklar ayan beyan çıkıyor karşımıza.
Hal böyleyken söylenecek ilk söz, orijinalinden dolayı öykü sıkıntısı çekmeme avantajının, izleyiciyi bağlayabilecek asıl faktörler olan, akış ve kurgu noktasında alabildiğine heba edildiği yönünde oluyor maalesef.
Şöyle ki; Adalet ve duygu ikilemleriyle ortaya çıkıp ses getiren orijinaliyle birebir denebilecek biçimde başlangıcını yaparak onunla aynı doğrultuda (Misal; Astım ilacını almak için neden aracı durdurmadı) mantık sorgulaması geliştiren ve aynı tesadüfler zincirini kullanan dizi, iş akışa gelince yabacı kaynağından uzaklaşıp yerli mantığını sokuyor devreye. Tabii yıkıcı hatasını da bu sayede yapıyor.
Hakim’i bizde örneğine rastlanmayacak biçimde sabah koşusu sonrası adliyeye sokan, mafyatik ortamını İtalyan mafyasının dingin felsefiyle yaratmaya çalışan yapım, ilgi çekme ve gizem potansiyeli yüksek hikâyeyi, iç bayan bir tempoyla izleyiciye aktardığından elindeki tüm kozları daha en baştan yok ediyor. Nitekim ilk bölümde kadro ve uyarlama merakıyla elde edilen reytinglerin ikinci bölümde buhar olması bunun net göstergesi.
Başlangıçtaki kazayla yüksekten giriş yapan dizi, ölen çocuğun mafya liderinin oğlu olmasının anlaşıldığı andan itibaren bir tempo kaybına uğruyor adeta. Gerek konuşmaların neredeyse hece hece yapılacak hale getirilmesi… Gerekse karakterlerin uzun uzun düşünmesi ve dahi boş muhabbet bolluğu bu tempo düşüklüğünde büyük rol oynuyor kuşkusuz. Böylesi hız kayıplarının orijinal yapımın kimi bölümlerinde de olduğu muhakkak. Ancak ‘Your Honor’ dizisinin süresini bizimkiyle kıyaslarsak ‘Hâkim’deki ağırlığın daha bezdirici, hatta kimi yerde uyutucu olduğunu söyleyebiliriz.
Keza Erdal Beşikçioğlu ile Uğur Yücel’i yan yana getirerek elini güçlendiren dizideki diyaloglar da orijinalin aksine, böylesi bir kadroya ve hikâyeye uyacak seviyede değil. Uzun izahatlar, gereksiz vurgulamalar ve mantıksızlıklar… Acaba ekran başındakiler anlama özürlüsü olarak mı görülüyor, diye düşünüyor insan. İlaveten okuldan uzaklaştırma cezasıyla liseli havasına sokulan, görünürde yüksek öğrenim kıvamında olan gençlerin konuşmalarındaki kesiklik ve anlamsız cümleler de akışın hızını düşürmenin ötesinde işin tadını kaçırıyor açıkçası.
Yanı sıra Adam’ın (bizdeki Ozan) annesinin ölümünün ardındaki sır perdesiyle yan hikâye geliştiren orijinal yapımın alt metinde toplumsal mesajcılık taşıdığı, ırkçılığa ve adalet sistemine yönelik eleştiriler içerdiğini de belirtmek isterim… Ki, ‘Hâkim’de böylesi özellikleri görmek pek mümkün olmadı henüz. Orijinalinde Hakim’in oğlu uğruna harcanıp giden siyahi gencin yerine varoşlardaki Cuma’nın dramatik aile tablosunu koymak da bu eksiği kapatamadı. Dizi, şimdiye dek ‘Fotoğraf mı, resim mi… Çay mı, kahve mi’ ikilemlerini dillendirip ‘Resmin sanat olduğu, çayın vücuttaki demiri eksilttiği’ şeklindeki cevaplarla kendine özgü mesajcılık geliştirmenin ötesine geçemedi.
Öte yandan gecekondu mahallelerinin hâkimi olup çetesiyle illegal işler yürüten Gülbahar’ın ve çok güçlü olduğu söylenmekle birlikte iyi aile babası olmanın ötesinde bir görüntü veremeyen Azem’in mafya olayı da oldukça zayıf şekilde yansımakta izleyiciye. Mesela üç düşünüp bir konuşarak kelimeleri ağzından cımbızla çektirecek hale gelen Gülbahar’ın dilinden düşmüyor, hüküm sürdükleri mahalledeki garipleri koruyup kollamak. Ama insanlar sapır sapır ölüyor. Gülbahar’ın adamları dağıtılan yardımdan dahi nasipleniyor. Ne iş?
Azem Demirkıran deseniz… ‘Tek tabanca mafya’ kıvamındaki Azem, şu ana dek duygusallığın dibine vurmuş bir imaj çizti. Metehan’ın vukuatları karşısında sade vatandaş gibi davranıyor mesela. Cinayet aletini yok ettirmeyi başaramayarak oğlunun suçlanmasına sebep olan; Yasemin’i pahalılıktan olsa gerek, beş-altı karkas etin saklandığı koskoca soğuk hava deposuna kapattıran Zümrüt’ün başına buyruk tavırlarına bile engel olamıyor. Ağır ağır konuşarak adeta mafya aleminde ne denli ağır top olduğunu teyit etmek isteyen Azem’in halihazırda sergilediği en sert tavır, Hakim’e silah doğrultmasını ve çatışmasını saymazsak, Ozan’ın telefonunu suya atmaktı. Anlayacağınız ‘Hakim’deki üç beş kişiyle kestirmeden yansıtılan mafya aleminin varlığı etkisiz eleman niteliğinde!
Ve eski bölümlerden kareleri müzik eşliğinde birleştirip bunu ‘klip’ şeklinde akış arasına yerleştirme anlamsızlığı sergileyerek kendince farklı bir kurgusallık yaratmaya niyetlenen… Lakin bunu yaparken akışın devamlılığını zedeleyen ‘Hakim’deki karakterlerin de buradaki ‘yerli’ mantıktan etkilendiği muhakkak.
Dikkatli ve detaycı kişiliğiyle adaletin yılmaz savunuculuğunu yapıp adil yargı örnekleri verirken oğlunu korumak uğruna adaleti yanıltmak-engellemek için elinden geleni yapan… Gerçekçi manipülasyonlarla yalanlarını sıralarken aslında kendi gerçeğini şekillendiren… Oğlunun canını kurtarmak için mafyayla el ele tutuşan… Kısacası adalet yolunda hızlı bir dönüşüm yaşayarak adaletsizlik ikilemini yaratan Hâkim Ömer Arif ile ‘Tek çözüm Dağıstanlı’ sloganıyla siyasete soyunup bir yandan da mafyayla içli dışlı yol alan Cevdet’in muhabbetindeki ahenk dizinin en kayda değer yönü diyebilirim.
Ama dizinin genele hakim ağır tempo gerçeğinde, bu ikilinin rutine bindirilen çay-kahve muhabbeti de bıktırıcı olabiliyor neticede. Dahası yeri geliyor tavırları ve konuşmaları içine düştükleri olayın vahametiyle ve ciddiyetiyle uyuşmuyor. Her ikisi de yalanla ötelenmeye çalışılan adalet kıyımının, mafya korkusuyla örtüştüğü ortamda dalga geçiyor gibi duruyor. Oysa ortada koca bir dram var.
Dizinin Azem kanadında Yurdaer Okur rolüne çok iyi oturmuş görünüyor ilk etapta. Fakat ne yazık ki bu karakter de akıştaki hatalardan bir hayli zarar görüyor. Kurgusal aksaklıklar karakterin gücünü ve inandırıcılığını zedeliyor. Zümrüt’ün olayı da Azem’den farklı değil aslında. Nasıl ki, Gülbahar da aynısı. Uyarlamanın mimarları hikâyenin ağır topları olan karakterleri, dolayısıyla sahneleri etkili kılacak replikleri ve akışı yaratamamış kısaca.
Gençler açısından da durum farklı değil. Ozan’ın diyalogları kopuk. Karakteri gereğinden fazla şaşkınlaştırıp bön bön baktırmak da hikâyenin fitilini ateşleyen kişi konumundaki Ozan’ı donuklaştırıyor. Bu noktada Ozan-Deniz aşkının hızına ve gereksizliğine takılmamak lazım. Zira orijinalindeki Adam-Fia aşkı da aynı! Metehan, kan dökmeyi ve zorbalığı idolleştirme misyonunu yüklenen tip olarak hayli başarılı. Ama masada annesine yaptığı sözüm ona sarsıcı konuşma gibi sahnelerde karaktere amacını aşan bir abartının yüklendiği de ortada.
SONUÇTA; ‘Birini yargılamak istediğin zaman, önce gökte üç ay değişene dek, onun ayakkabılarıyla yürümelisin’ der bir Kızılderili atasözü.
İşte adil ve dürüst bir hâkim olmanın zorluklarını ikilemler üstünden yansıtmayı hedefleyen ‘Hâkim’, tam da bu sözün mantığıyla yol alan karakterler üstünden, yargının duruma göre değişkenlik gösterebileceği gerçeğini işaret ediyor bize.
Lakin orijinalinden aldığı ivmeyle yüksek bir başlangıç temposu yakalamanın ardından yerli dizi kafası devreye sokulunca, ‘Hâkim’e hakim olan zayıflıklar ağır basıyor… Ve dişe dokunur ‘Hâkim’ olmanın zor iş olduğu gerçeği süreç içinde netleşip düşük reytinglerle sabitleniyor. Başarı beklentisi, iyimser söylemlerin aksine hatalarla gelişen bir fiyaskoya dönüşüyor. Kritik eşikte bu harcanmış uyarlamanın sonu nereye varır göreceğiz.
Anibal GÜLEROĞLU
guleranibal@yahoo.com
www.twitter.com/guleranibal