Bazı konularda yazmak, fikir beyanında bulunup yorum getirmek zordur. Çünkü ne söyleseniz bir şekilde karşı taraftakine dokunur, yanlış anlaşılır. Yani aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık durumu… Evlilik programları konusu da böyle! Zerre kadar izlemediğim ve hoşlanmadığım bu formatlar için herkes bir türkü tutturmuş. Yasaklansın diyen de dolu, aksine görüş bildiren de. Benim açımdan bu konuda asıl önemli olan medyanın komediye varan işgüzarlığı ve yasakçılık zihniyetine tutulan alkışın tehlikesi. Zira bunlar ne gerçek habercilikle bağdaşıyor, ne de özgür toplum bilinciyle. Bu bakış açısıyla ağzı olanın konuştuğu ve laf salatasına çevirdiği ‘Evlilik programları’nda son nokta nedir diye değerlendirecek olursak… Kraldan çok kralcı tarzında kendini gösteren medya çığırtkanlığındaki kofluk ve haberciliğin dibe vurduğu gerçeğiyle yola devam hali, ilk etapta öne çıkan.
Uzun süredir tartışma konusu olan, kimilerinin henüz herhangi bir karar olmadığı halde aylar önceden ‘kaldırılacak’ gazını verdikleri bu konu, sonunda Kanun Hükmünde Kararname’den nasiplendi. KHK ile eğlence aracı sayılan televizyon dünyasının bir parçası olan evlilik programı ne alaka diye sorgulayıp yadırgamak mümkün. Ancak OHAL’in yaşam rutinine döndüğü durumda böylesi sorular havada kalıyor. O halde bunu bir yana bırakıp KHK ile getirilenleri doğru anlamadan, yalap şalap yaygaracılık yapanlara sarmak daha doğru olacak.
Nitekim KHK’nın duyulmasından sonra ilk etapta tam da işaret ettiğim gibi bir durum yaşandı ekranlarda. Sosyal medyanın da gazına gelen haberciler ‘Evlilik programları kaldırıldı’ diye bangır bangır milleti yanıltıcı beyanda bulundular. Hatta o kadar ki, ‘Kısmetse Olur’ programı anında havlu atıverdi. Hani sanırsınız ilk olup yaranmak kaygısı günün modası. Sonra hemencecik vazgeçildi ve atılan havlu geri alındı, o da ayrı. Sosyal medyadaki dere görmeden paça sıvayanlar, yağcılık için türlü saçmalıklar paylaşanlar deseniz adeta büyük bir zafer kazanmışçasına bayram havası estirdi… Sanki toplumdaki yegâne sorun evlilik programlarıymış gibi. Kuyuya taş atmada mahir olan magazindeyse evlilik programlarının sunucularıyla ilgili büyük sözler içeren boy boy haberler çıkmıştı zaten. Peki ya sonrası?
Evlilik programlarının yayınlarını sürdürdükleri ekranlarda kopartılan fırtınanın çeyreği kadar bile olmayan haberlerle, evlilik programlarının kaldırılmadığını işlemekten ibaret. Tabii bir de izdivaççılarla hiç ilgisi dahi olmayanlarda ‘Bunlar ne menem şeylermiş ki yasaklanması bu kadar çok gündemde. Biz de bir bakalım’ merakının uyandırılması ve yeni programlar için zemin hazırlanması var hesapta. Sunucu cephesi derseniz… Bir süre önce ‘Kaldırın, siz de kurtulun ben de’ diyerek isyanını canlı yayında dile getiren Esra Erol şimdi yorum yapmazken program avukatının açıklamasında bu konuya cevap bulunmasa bile Perşembe’nin gelişi büyük ölçüde Çarşamba’dan belli. Yani yıpratıcı haberlerle gereğinden fazla yüklenilen sunuculara ve programcılara, diğerleri piyasada varsa biz niye olmayalım, mantığı hâkim.
İşin Türkçesi evlilik programları ve dahi Esra Erol, Seda Sayan, Zuhal Topal gibi isimler bu tarz yapımlar izleyici çektiği sürece ekranda kalacak. Bu da demektir ki asıl elden giden, evlilik programları değil, araştırmacılık ve yansız gerçekçilik özünü yitirerek sosyal medya ağzının hâkimiyetine girerek yanıltıcı ve yönlendirici konuma gelen habercilik! Saptamamızın ardından gelelim diğer önemli konuya, yani genel itibariyle hız kazanan toplumsal meraka… Ki bu detay, evlilik programları vesilesiyle ekranlara uzanıp daha da net açığa çıkan karalamacı yasakçılık zihniyetine alkış tutma vahametine dayanmakta.
EVLİLİK PROGRAMLARI BAHANE, ASIL HEDEF ŞAHANE!
‘Özgürlük, tarihin kaybolmayan tek değeridir’ demiş Albert Camus… Lakin günümüz dünyasında tarihe geçecek türden gerekçelerle bir garip kısıtlamalar sıkça yaşanmakta. Olumsuz bir iki içerikten dolayı bütünüyle engellenen internet siteleriyle yaşanan örnekler bir yana, televizyon yapımları da ‘Tiz kellesi vurula’ mantığının hedefi olmakta. Düzenleme yerine kökten yok etme kafası, bilinçli bir biçimde günbegün coşuyor. Sonuçta yasakçılık zihniyeti de fırsatçılıkla paralel ilerleyen tehlikeli bir şova dönüşüyor.
İzdivaççılarla ilgili söylentilerin zirve yaptığı günlerde her kafadan çıkan sesler karşısında ‘Evlilik programları üstünden şov yapmak’ başlıklı yazımda gelmişini geçmişini ortaya döktüğüm izdivaççılığın yeni bir durum olmadığının altını çizip ‘‘Tüm televizyon işlerinde olduğu gibi ‘Evlilik Programları’nda da belirleyici ve yönlendirici unsur, ‘Toplumsal talep’tir. Daha net ifadeyle aile yapısının bozulmasından korkulan toplumun bizzat kendisi bu çöpçatanlık gösterisine fırsat tanıyor ve stüdyoya koşturup eş arayanların oradaki çatışmacılığını, pazarlıklarını, taleplerini yönlendiriyor’’ diyerek tüm şikâyetlere ve yasakçılık tamtamlarına karşın asıl belirleyicinin ‘izleyici’ olduğunu vurgulamıştım. Lakin ‘Ekranları şekillendirmek için yasakçılık ve ahlakçılık söylemine kalkışanlar artık bu gerçeği görsün’ uyarısında bulunduğum o yazımdan sonra da aynı şovcu mantık devam etti. Zira gerçekte asıl amaç, reytingle şikâyet dengesinde kafa karışıklığı yaşatan, evlilik programlarını kaldırmanın çok ötesini hedefleyen yasakçılıktı. Bu zihniyetle gelinen noktada hoşa gitmeyeni yutmaya hazır koskoca bir kara delik yaratılmış durumda... ‘Evlilik Programları’ değneğiyle dokunulan şapkadan çıkansa, ekran karartmayı ve lisans iptalini kolaylaştırma formülü!
Radyo ve televizyonların lisans iptali bundan önce sadece ‘Devletin varlık ve bağımsızlığı, toplumda kin ve nefret duyguları oluşturma, terör eylemleri ve örgütlerini övme’ gibi konularla sınırlıyken şimdi net olmayan bir sınırsızlığın önü açılmış. Yani sadece evlilik programları ya da benzeri şovların değil her tür yapımın içinden bir şeyleri cımbızlayıp ekran karartmak mümkün kılınmış. Eskiden çocuk ve gençlerin zihinsel-ahlaki gelişimine zararlı görülen yapımların yayınında koruyucu sembol şartı vardı. Yeni durumdaysa, bu sembol olsa dahi onların izleyebileceği zaman diliminde yayınlanamayacağı söylenmekte… İyi hoş da… Kimsenin çocuk ve gençlerin ahlakının- bozulmasını arzu etmeyeceği; bu yönde söylem geliştirmeyeceği malum da… Dananın kuyruğu, işin ‘da’ kısmında kopmakta.
KHK ile getirilen yasaklamada sorun şu ki, yeni sistemde yayınlardaki zararlılığın veya oynatılacak zaman diliminin sınırı nasıl belirlenecek? Mesela, bir dizide karakterlerin sarılması, masumane öpüşmesi de ahlak bozucu sayılabilecek mi? Gündeme yönelik mesajlardan nem kapılacak mı? Buna karşılık şiddet sahneleri ve kafalara dayanan silahlar aradan sıyıracak mı? Tarihi dizilerdeki katliamcı söylemler, boğmalar-kelle götürmeler de bu yasakçılıktan nasiplenecek mi? Dahası ‘Haydi çocuklar yatağa’ anonsu geçmekle çocukların yatağa girmediği ve 18 yaşına kadar olanların ‘çocuk’ sayıldığı gerçeğinde, içinde bazı sakıncalı(!) unsur bulunan yapımlar ikinci kuşağın da ötesine mi atılacak? İlaveten haber programlarını da unutmayalım. Bu durumda bir trafik kazası veya herhangi bir toplumsal olayın haberinden de rahatlıkla ihlal unsuru çıkartılabilir çünkü.
Hepsinin ötesinde, sözde koruma altına alınmak istenen yaş grubundakiler ‘sansürsüz’ ibaresiyle reklamı yapılan, argo ve cinsellikte ekranın zincirini kıran dijital platform dizilerini internetten izleyebilecekken işi lisans iptaline vardıran böylesi bir düzenlemenin manası nerede kalıyor? Yoksa bunun bir sonraki adımı, internet yayınlarını da mı engellemek? Eh o vakit de yeni yeni yüzlerini göstermeye başlayan bu platformların geleceği karanlık demektir.
Neticede diyeceğim o ki; Gündelik yaşamda düğün veya asker uğurlaması bahanesiyle şehirlerin göbeğinde patır patır silahlar patlatılırken, kadınlar-çocuklar alabildiğine istismar edilirken… Evlilik programları bahane, asıl hedef şahane! İçeriklerindeki şaklabanlıklar ve abuk sabuk söylemlerle göze batıp ahlak bekçiliğine soyunanların şikâyetlerine malzeme olan izdivaççılar sayesinde yasakçılık tavşanı şapkadan bir kere çıkartıldı ya... Bundan sonra yavrulaya yavrulaya ilerleyecektir ortamda. Durdur durdurabilirsen.
Kesilen cezalardan aile ve çocukları kollayan yapımlara verilecek teşviklerin yaratacağı iştahla desteklenen yasakçılık mantığında bir tek olumlu yön var… O da kafaya göre açılan lisanssız kanallardan sağlığı bozan ürünlerin pazarlanmasına engel getirilmesi! İnsanların kandırılmasına çanak tutanlar böylece emellerine ulaşamayacak artık. Ancak bunun ötesinde yaratılan ve keyfi kararlarla gelişebilecek yoruma açık yasakçılık kapsamında kim ne konuşacağını, nasıl bir içerik sunacağını, hatta nasıl giyineceğini şaşıracaktır.
Velhasıl her durumdan ihlal unsuru yaratılıp nihayetinde işi lisans iptaline vardırmak böylesine kolaylaştırılmışken televizyon programcılığı, dizicilik ve yayıncılık hayli meşakkatli bir sürece sokulmuş oluyor. Aziz Nesin’in ‘Bir ülkede ne kadar çok tabu varsa, o kadar özgürlük yoktur’ sözünden ibretle, neyin ne olacağını zamanla yaşayarak çözeceğiz elbet.
Anibal GÜLEROĞLU