Lise’de bir edebiyat hocamız vardı. Düşük not vereceği öğrencilere ‘Eylül’de gel’ şarkısını mırıldanırdı.
Eylül, ‘hüzün’, ‘hazan’ ayıdır derler.
Demini almış çay gibidir bana kalırsa…
Yazın o acemi heyecanından geriye kalan olgunluk, hercailiğimizi unutturan yağmur damlaları sanki… Islandıkça kendine geldiğin ve kendine geldikçe, kendinden gitmek istediğin ay.
Bir yandan dingin, yenilenmiş, tertemiz bir yıla girişin ilk ayı. Bana Ocak ayından hep daha samimi ve ciddi gelmiştir.
Şimdi başka birşeyi daha anımsatıyor. Bağ bozumu… Ülkemiz ve tüm Kuzey yarımküre için bağ bozumu zamanı.
Çocukluğum üzüm bağlarında geçti. Annemin memleketinde, neredeyse bağ’ı olmayan yoktur ama şarapçılık yapılmaz. Üzümler her yıl toplanır, kışa pekmez yapılır.
Aslında ben uzun yıllardır, bağ bozumunda ön saflarda yerimi alırdım ama çocuk aklımla dudaklarım morarana kadar üzüm yemek için. Ah bir de o üzümlerin meşhur örümcekleri vardır. Tepsi tepsi toplarsın. Atletik örümcekler sepetlerden fışkırır.
Şimdilerde başka bir bilinçle geziyorum bağları. Üzüm’ün serüveni bilinçaltıma işlemiş olsa gerek ki, bu yolculuk bana insanı anımsatıyor.
Tüm yıl binbir emek ile bebek gibi bakıyorsun. Bu arada bağ’ın konumu, dikim aralığı, asma yaşı gibi birçok faktör var. Sık dikim olunca, üzüm asmaları strese girer ve su bulabilmek için köklerini daha derine gönderirmiş. Bunu öğrendiğimde çok şaşırmıştım.
Bunların üzerinde bir de hava koşulları ekleniyor. Bazen bir don oluyor tüm hasat yerle bir. Kötü hasattan iyi şarap olmaz mı? Kısmen olur elbette. Fakat işte orada da şaraphanede yapılan uygulamalar giriyor devreye. İnsan da öyle değil mi? Tüm hasatın yerle bir olduğu noktada toparlanmak senin elinde…
Sap ayırma, ezme, presleme, fermantasyon/maserasyon gibi ön işlemlerden sonra, şıranın bir kısmı vakti gelince meşe fıçılara gidiyor. Olgunlaşıyor orada… Sonra şişeleme serüveni başlıyor.
Bu hikaye hiç bitmiyor. Bazen, kendi ömürleri tatmaya yetmeyecek şarapları saklıyor şarap üreticileri. Ne enteresan bir durum. Sonra sen o şişeyi açıyorsun. Aslında muazzam bir hikayeyi açıyorsun ama farkında değilsin.
Bu yıl, Urla rotası ve Tekirdağ rotasını tamamladım. Bir de Selçuk Yedibilgeler’de harika bir hafta sonu geçirdik. Fıçı hırsızlığı dahi yaptığımız, muhteşem bir deneyimdi.
Boşuna dememişler ‘Rakı aşk ile içilir, şarap aşık ile…’
Bu kadar şaraptan söz etmişken Ömer Hayyam’ın rubaisi le bitirmeyelim mi?
‘Bulut geçti, gözyaşları kaldı çimende
Gül rengi şarap içilmez mi böyle günde?
Bugün bu çimen bizim, yarın kim bilir kim
Gezecek bizim toprağın yeşilliğinde…’