Kadınlar… Üstlerine sayısız söz söylenen, özveriyle severken erkek şiddetine kurban giden, içi kan ağlarken çocuklarına gülebilen… Kısacası erkek egemen dünyanın sefasından çok cefasını çeken kadınlar… Tüm görünmezliklere rağmen gerektiğinde destan yazabilecek varlıklar. ‘Her kadının günlük davranışlarının ardında bir roman yatar’ demiş ya, Sherlock Holmes başta olmak üzere pek çok ünlü eserde imzası olan yazar Arthur Conan Doyle… İşte kadınların çoğunlukla erkeklere göre şekillenen yaşam düzenindeki mevcudiyetlerinin özü tam da bu!
Zira küçük yaştan itibaren baskılara-tacize-şiddete maruz kalan… Buna karşın yasalar tarafından yeterince korunamayıp neredeyse erkeğin gölgesine dönüşen… Yeri geldiğinde hemcinsleri tarafından dahi ezilen kadınların kapalı kapılar ardında yaşadıkları, yaptıkları, yapacakları, iç dünyalarına hapsolan acıları birer roman konusu olabilecek derinliğe ve dışa vurulmamış duygu patlamalarına sahip olabiliyor. Anlayacağınız kadınlar gerek acılarla yüklü yaşamlarıyla, gerekse varlıklarının görünmezliğiyle romanlara-kurgulara bolca malzeme verme potansiyeline sahip.
Öte yandan bu potansiyel enginliğine karşılık, kendi ayakları üstünde durmaya çalışırken toplum genelinde pek dikkate alınmadıkları da muhakkak. Cılız tepkileri ya da göstermelik hassasiyeti saymazsak toplumun kadınların ve dahi çocukların uğradıkları istismara duyarsızlığı aşikâr. Keza adalet çarkının da kadınlar-çocuklar lehine işletildiğini söylemek zor. Nitekim medyaya yansıyan çok taze örnekler mevcut bu hususta. Anlayacağınız genele yaygın bu duyarsız yaklaşım nedeniyle kadınların hâlihazırda görünmezlikten kurtulduğunu söylemek oldukça güç. Bunun için çokça çabalamaları, rutinlerini bozacak türden eylemlerde bulunmaları gerekiyor maalesef.
Nitekim Netflix’in şu ana kadarki en iyi Türk dizisi diyebileceğim ‘Fatma’ da böylesi bir kadın tablosu üstünden gelişen içerikle çıkıyor karşımıza. Bu da onu her daim ilgi çekici kılıyor. Dahası kadın ve çocukların erkek egemen zihniyete alabildiğine hoyratça teslim edildiği günümüz şartlarında daha da önem kazanan dizinin hem düşündüren hem de sorgulatan bir süreçte yol alması da yapımı ‘Her devrin işi’ haline getiren bir özellik.
Öyle ki; ‘Fatma’nın görünmez kadınlığını temel alan yapım, bu noktadan hareketle bir yandan çocukluktan itibaren kimlikleri yok sayılıp ezilen kadınların gerçeğine dalıyor… Bir yandan da, yaşanan baskılar ve haksızlıklar sonucu kadınların uğrayabilecekleri değişime ayna tutarak, toplumsal sistemden gelişen ‘Suç ve Ceza’ ikileminde mantık sorgulaması doğuruyor. Kocasını ararken seri katile dönüşen ‘Fatma’ kurban mı, suçlu mu? İşte tam da bu soru ‘Fatma’yı basit bir dizi konumundan çıkartıp günümüzdeki mağduriyetlerle özdeşleştirilerek izlenmesi gereken bir içeriğe dönüştürüyor.
Hal böyleyken altı bölümden oluşan ve final sahnesindeki tabloyla devamının gelebileceğini işaret eden ‘Fatma’nın görünmez kadınlığına yönelik bir içerik değerlendirmesi yapıp oldukça ilgi gören yapımın mesajlarını saptamak kaçınılmaz oluyor.
Polisiye olaylar, cinai içerikler dendi mi akla ilk gelen erkeklerin kanlı hesaplaşması olur çoğu zaman. Kuşkusuz bu klişeyi yıkanlar da mevcuttur kurgu dünyasında. Lakin yerli yapımlarımız başta olmak üzere, böylesi içeriklerin genelinde erkekler kötülüğe soyunup can alırken kadınlara verilen pozisyon azmettiricilikten ibarettir.
Onlar, ya içlerindeki intikam hırsını çocuklarına-kocalarına veya başka aile bireylerine aktarıp onları suç işlemeye yönlendiren kadınlar olarak çıkartılır karşımıza… Ya da çocuk yetiştirirken izledikleri hatalı yoldan dolayı ortaya çıkan psikopat evlatların suçlarını örtbas etmeye çalışan anne korumacılığıyla destek verirler suça. Abartılar, entrikalar, duygu sömürüsüne oynayan dramatik tablolar, hemcinslerine yönelik düşmanlıklar ve erkeklerin kadını ezmesine destek çıkmalar bu kadın figürlerinin şekillendirilmesini sağlayan unsurlardır genelde.
Kısacası kurguların yarattığı kadınlar, suç dünyasındaki erkeklerin veya psikopatlığı normalleştiren erkek karakterlerin baş motivasyonu olmakla birlikte varlıklarıyla gölgede bırakılan, doğrudan öne çıkartılmayan pasif kişiler olmuştur, geçmişten bu yana.
Günümüzde bu yaklaşım yavaş yavaş değişim göstermekte. Ekran dizilerinde kadınlar kendi kimlikleri ve eylemleriyle daha fazla ön plana çıkartılıp görünür kılınırken dijital platformlar için hazırlanan yapımlar da bu değişime daha özgür bir boyut kazandırmakta. Nasıl ki, Özer Feyzioğlu-Özgür Önurme ikilisini imzasını taşıyan ‘Fatma’ tam da bu açıdan farkını ortaya koyan bir iş niteliğinde!
Bu işi farklı kılan özellikler ve onu ayrı bir yere koymamızı sağlayan gerçekler neler derseniz…
-İzleyicisini ‘Temizlikçi Fatma’nın dünyasına götürüp sunduğu ikilemlerle farklı bakış açıları doğuran… ‘Fatma’ bir suçlu mu yoksa suçluları cezalandıran bir ‘Temizlikçi’ mi sorgusunu yaptıran içeriğiyle dikkat çeken dizinin baş özelliği ve dahi gerçeği, ‘öldürme’ noktasında görülmekte.
Şöyle ki; ‘Fatma’, kazaya kurban giden otistik oğlunun acısı yetmiyormuş gibi, hapisten çıkıp ortadan kaybolan kocasını arama derdine düşen ve geçinmek için temizlikçilik yapan sıradan bir kadın kimliğiyle izleyicinin önüne konuyor ilk etapta. Ancak süreç içinde rahatlıkla can alabilen bir seri katile dönüştürülürken aynı zamanda bu kadının ‘öldürme’ eylemindeki pratikliği de sorgulatılıyor bize. ‘Temizlikçi Fatma’ şartlar sonucu gelişen, kendini koruma amaçlı cinayetler mi işliyor; yoksa şartlardan bağımsız olarak içinde zaten var olan bir ‘Öldürme içgüdüsü’ ile mi öldürüp seri katil haline geliyor?
Elbette ki bu sorunun cevabı dizinin içinde var ve bakış açısına göre değişebilir. Ama işin esası, ‘Temizlikçi Fatma’nın öldürme olayı kazara yaşanmaktan ziyade travmalarla geçen çocukluğundan itibaren baş gösteren ‘Öldürme-zarar verme içgüdüsü’ne dayanmakta ve erkeklerin dünyasına görünmezliği sayesinde kolayca giriş yapan ‘Fatma’ göründüğü kadar masum biri değil asla!
-Cinsel istismara maruz kalan çocukların-kadınların yaşadıklarını görmezden gelme olayına yönelik abartısız mesaj vermek adına başarılı bir örnek olan ‘Fatma’nın bir diğer gerçeği, engelli çocuğa sahip olanların yaşadıklarına dair.
Nitekim oğlunu bir melek gibi hatırlayan ve ölümüyle hayli sarsılıp sıkça onun hayalini gören Fatma’nın otizmli çocuğunun okuldan alınmasına yönelik söylemi durulukla veren yapım, babaların engelli çocuğa yönelik sevgisizliğini de saptamaktan geri durmuyor. Dolayısıyla dizinin, gerçek hayattaki engelli çocukların toplumda ve dahi eğitim hayatında karşılaştıkları dışlanmışlığı çok net resmettiğini söyleyebiliriz… Ki, bu da çocuk istismarına başka bir boyuttan baktırıp insanların, farklı olana özel eğitim vererek onu topluma kazandırmak yerine, işin kolayına kaçarak uzaklaştırma yoluyla aşağılamayı seçtikleri gerçeğine parmak basma niteliğinde! Bu tavırlar engelli çocukların duygularını-geleceğini istismar değil de ne?
-‘Temizlikçi Fatma’nın işaret ettiği bir diğer gerçek, kadının görünmezliği üstüne… Özellikle alt tabakadan gelen ve ezikçe yaşayanların diğer kesimler tarafından kolay kolay fark edilmeyeceği gerçeğiyle ‘Fatma’yı seri katil moduna sokan yapım, bu noktada sadece sınıfsal farklılığı kadın kanadından sunmakla kalmıyor aynı zamanda ummadık taşların nasıl baş yarabileceği gerçeğini de hatırlatıyor bize. Sonuçta galip gelebiliyorlar mı derseniz… Meçhul.
-Güçlülerin-zenginlerin avukatlığına soyunanların insan hayatı dâhil her şeyi parayla değerlendirip tüm olumsuzlukları maddiyatla halledebilme rahatlığına karşın alt tabakanın ‘kan parası’ misali çıkarcılığa minnet etme yozluğunu da otizmli çocuk ve baba ikilemiyle özetleyen ‘Fatma’nın gerçekleri arasında günümüzün yaygın tutkularından olan sabah programları da bulunmakta. Polisiye vakaların ekranlardan çözülmesini en kestirmeden eleştiriliyor içerikte. Buralarda yaşanan kurgusallıkların yazarlara ilham oluşuna ‘Fatma’nın hikâyesini kaleme alan ve ona fikir danışan Uğur Yücel’in canlandırdığı karakter üstünden değinilmekte. Böylece popüler kültürün adaleti sağlama hususunda geldiği absürt nokta da basitçe vurgulanmakta.
-Ve kolaylıkla gözden çıkartılabilecek vasıfsız işçi şeklinde görülen ötekilerin tablosu! Buralardaki çalışma şartlarını, sömürme mantığıyla kurulan iş düzenlerinden bir kesit sunarak saptayan… Legal görünümlü iş ortamlarının arka planında dönen dolaplara-rezilliklere ayna tutan dizide toplumun her katmanı kendince nasiplenmiş halde. Dahası ‘Fatma’nın, salt mesajcılığa soyunmadan, bir kadının erkeksiz yaşama ezikliğinden kurtularak gerçek benliğini ortaya çıkartıp adeta iç hesaplaşmaya girmesinin aşama aşama ele alınış biçimi de diziyi farklı kılan özelliklerden.
SONUÇTA; ‘Fatma’nın görünmez kadınlık hikâyesi için ‘Mevcutlar arasından sıyrılmayı başaran ve devamı merakla beklenebilecek bir çalışma’ diyebiliriz rahatlıkla.
Zira mekân temizlikçisi kadın pozisyonundan suçlu insanları temizleyen cezalandırıcı kimliğine geçiş yapan ‘Fatma’, başında erkek olmayan kadınların görünmezliğinden, engelli çocukların toplumdaki görünmezliğine… Hemen yanı başımızda yaşanan tacizlerin görmezden gelinmesinden, mahalle baskısıyla sindirilip kolay lokma olarak görülen yalnız kadınlara karşı adalet mekanizmasının görmezliğine… ‘Kayıp koca’ derdiyle ortalığa düşen ve konu ilerledikçe farklı bir boyut kazanan ‘Fatma’ aracılığıyla çok şey söylenmekte. İlaveten insanların ‘Temizlikçi kadın’ duyarsızlığı sayesinde içindeki seri katili dışarı çıkartıp özündeki gerçekle yüzleştiği noktada kişiliğindeki tehlikeli boyutu fark eden ‘Fatma’da, yan karakterler de dâhil olmak üzere her yönden gerçekçi yansımalar bulunmakta.
Bu saptamaların ardından henüz izlememiş olanlara tavsiye ederek… Ve abartıya müsait öğelere sahip böylesi bir hikâyeyi doğal biçimde ele almada emeği geçenlerin başarısını mimleyerek koyalım noktamızı.
Toplumun ve yasaların kadın-çocuk istismarını görmezden gelmediği bir dünya temennisiyle…
Anibal GÜLEROĞLU
guleranibal@yahoo.com
www.twitter.com/guleranibal