Bunun en bariz yansıması, evimizin başmisafirleri olan ve hayatımızın parçasına dönüşen dizilerde açığa çıkmakta. Yasak olanın çekiciliği gibi, kötülüğün de alttan alta tetiklediği bir hayranlık dürtüsü coştu içimizde. Yeşilçam dönemindeki tepki çeken ‘kötü’ adamların aksine, dizilerdeki kötü karakterleri en az iyiler kadar belki de onlardan daha çok benimsemeye ve sevmeye başladık.
Tabii bu durum sadece iyi kalpli mafya babaları veya Robin Hood’laşmış hırsızlar türeten yerli dizilerle sınırlı kalmıyor. Yabancı filmlerde de anti kahraman merakı almış yürümüş durumda. Hırsızlık ya da mafya dünyası o denli parıltılı bir hale getiriliyor ve bu tür karakterler, konuşmalarından tavırlarına öylesine masumlaştırılarak çekici kılınıyor ki, o sahneleri izlerken çalmanın-cinayetin suç olma gerçeğinin akıllara düşmesi imkânsız.
Böylece iyi sunulan kötülere odaklanarak bu süreci benimseyen seyirci de, el çabukluğunu-adamları tek kurşunla indirmeyi marifet olarak sergileyen ve bu olumsuz davranışlarını mutlak geçerli sebeplere oturtan anti kahramanların büyüsüne kapılıp onların hırsızlıkla, dolandırıcılıkla sağladıkları gösterişli yaşamlarına alkış tutuyor. Nasıl tutmasın ki? Kötülük bu denli klaslaştırılmışken, onu canlandıranlar böylesine başarılıyken iyi görünen ‘kötü’ adamları baş tacı etmemek mümkün mü? Değil elbet.
Şimdi değer yargılarında çelişki yaratan bu noktada, kötüleri beğenerek, kötülüğü işleyenden daha mı kötü oluyoruz diye sorgulayacak değiliz. Zira bırakın kurgu dünyasının kötülerini, gerçek yaşamda da şöyle basitçe bir gözlemle kötülerin hemen her zaman köşeleri tuttuğunu, hak eden iyilerin de duyarsızca ötelendiğini ve kendi yağında kavrulduğunu rahatlıkla görebiliriz. Anlayacağınız ‘kötü’lükten iyilik doğmakta şimdilerde.
Nasıl ki ‘reyting’ denilen sistem de, kötü-iyi dengesizliğinin ekran yüzü olarak karşımızda fütursuzca sırıtmakta. Kimi zaman çok çok iyi yapımların geride kalmasına karşın sıradan basitlikler sergileyenler tepelerde yer alıyorsa, bu kötülere rağbetten başka bir şey değil.
İşte içeriğinden oyunculuğuna her anlamda takdiri hak eden iyilerden olan ‘Filinta’ dizisi de böylesi çelişkileri topyekûn yansıtan örneklerden!
Başladığı günden beri ilgiyle izlediğim ve her bölümünde başlı başına bir film tadını yakaladığım ‘Filinta’nın senaryo mantığından sahne zenginliğine, canlandırmalarından dizi tekniğine ‘iyi’liğini de sıkça işaret ettim. Bu dizideki başarıyı görmemek için kör olmak lazım.
Ancak gel gör ki ‘reyting’ denilen ve reklam çıkarcılığına hizmet için dönen çarkta ‘Filinta’nın bu iyiliğinin karşılığı hayli yetersiz kalmakta. Hoş bunun inandırıcılığı da, kaliteye bir etkisi de yok ve dizinin beğeneni pek çok. Ama yine de gönül istiyor ki birbirinin aynısı ağlak konuları lastik gibi uzatan yapımlar yerine ‘Filinta’ gibi farklı tatlar üreten işler üstte olsun. Neyse önemli olan bu sonuçlara bakılıp kalite adına değerlendirme yapılmaması neticede.
Öte yandan ‘Filinta’nın bu iyiliğinin içinde öyle bir ‘kötü’lük barınıyor ki, diziye ‘iyi’ sıfatını kazandıran özelliklerden biri olarak, burada da kötülükten iyilik doğurmakta! Dolayısıyla ben de bu ‘kötü’nün üstünde bir parça durma ihtiyacı hisettim.
BORİS ZAHARYAS’IN KÖTÜLÜĞÜ ÇOK KLAS BİR DAYANAĞA SAHİP!
Her yapım, çatışmacılık yaratabilmek için mecburen iyinin yanında ‘kötü’ karakterini de geliştirip en az iyiler kadar işlevselleştirmek durumunda malum. Ancak bunu yaparken ‘kötü’ karakterin altını da iyi doldurabilmek çok önemli! Yani öyle mantığı tatmin etmeyen bir kötü adam yaratmamak lazım. Aksi takdirde inandırıcılık hissini uyandıramaz ve ne öyküdeki iyi karakteri parlatmaya katkısı olur, ne de dizinin çekiciliğini sağlamlaştırabilir.
Bakıyoruz ‘Filinta’ya… Altuğ Küçük imzalı senaryosuyla ve büyük prodüksiyonuyla polisiye tutkunlarının eksiğini gideren dizi bu hassasiyeti taşıyan bir yapım niteliğinde. Hassasiyetinin en klas göstergesi de, dizinin her bölümünde farklı kötüler karşımıza çıkartılsa dahi, Filinta Mustafa’ya karşı ana engelleyici karakter olan Boris Zaharyas…
Serhat Tutumluer’in çekim gücüyle tavan yapan Boris Zaharyas karakterinin kötülüğü öylesine ince detaylara sahip ki, ona hayran olmamak elde değil. Peki, Boris’i böylesine klas yapan, onu alışılmışın dışında bir seviyeye taşıyarak ‘üstün kötü’ kılan ne?
Ana karakteri türlü kumpaslarla engelleme görevini yerine getirirken, tavırlarından konuşmasına zarafetini korumayı başaran bir beyefendi görünümündeki Boris Zaharyas’ın en büyük özelliği, gerçekçiliği! Yani sadece canlandırmayla değil, yaşanmışlıkla da gerçek bir karşılığının oluşu.
Bu ilginç kişiliğin altında yatan ve bu denli beğenilmesine sebep olan gerçekçi kötülüğün dayanağı, bana göre tarihteki bir kişi… Boris’le çokça benzeşen, Osmanlı’da yaşamış olan ve tarihi süreçte Galata’dan Monte Karlo’ya uzanan İstanbul asıllı bir Rum ailenin Muğla doğumlu oğulları Basil Zaharoff ya da Osmanlı’daki kaydıyla Vasil Zaharyas!
Mini bir araştırma dahi, hayli hareketli yaşayan ve uluslararası bir güce sahip olan Vasil Zaharyas’ın, ‘Filinta’nın gerçekçiliğini güçlendiren klas kötüsü Boris Zaharyas’la ne denli örtüştüğünü fark edebilmek için yeterli olacaktır.
Tefecilikten, silah ticaretine… 93 Harbi’nde Osmanlı-Balkanlar-Rusya üçgeninde çevirdiği kazançlı işlerden, Birinci Dünya Savaşı esnasındaki siyasi faaliyetlerine… Bankacılıktan, gazete patronluğuna… Büyük gelecek vaat ettiğine inandığı petrol işine BP (British Petroleum) petrol devinin temellerini atarak girmesinden, Tenten’in Kırık Kulak adlı macerasında Basil Bazarof adıyla ‘ölüm taciri’ şeklinde karikatürize edilmesine değişik alanlarda faaliyet gösteren ama tüm bu gösterişli yaşamında hep yalnız olan ‘Şövalye’ unvanlı Vasil Zaharyas(Basil Zaharoff) tip olarak da Serhat Tutumluer’in canlandırdığı Boris Zaharyas’la gayet uyumlu.
İster tesadüfî bir denklik deyin… İsterseniz Osmanlı’da geçen bir polisiyeyi gerçekçi kılmak adına özen gösterilerek tarihten bulunup şekillendirilen klas bir detay… Nihayetinde Onur Tuna’nın Mustafa’sı ile Mehmet Özgür’ün Kadı Gıyaseddin’ine karşı çıkartılan Boris, Kudret Sabancı’nın yönetmenliğindeki dizide, anti kahramanlık görevini layıkıyla yerine getirmekte.
Bundan dolayı da, tüm karakterlerinin içini doldurmayı bilen ve Kemal Zerdan ile Serhan Ernak’ın Zeyrek-Çeyrek karakterleriyle esprili bir hava estirerek farklı tatlar yaratmayı başaran ‘Filinta-Bir Osmanlı Polisiyesi’, kötülüğü iyiliğe çeviren Boris Zaharyas karakterinin gücü sayesinde alkışlanan bir kötülüğe sahip olmakta. ‘Filinta’ya bundan sonra düşen, Boris Zaharyas’ın gerçeğindeki entrikacı ve uluslararası bağlantılı detayları daha vurgulayarak bu tipi işleyerek ortamı hareketlendirmek.
Bu görünen gerçeğin yarattığı iyilik-kötülük açmazındaki algısal dengeye gelince… Şemseddin Sami’nin sözüne karşılık ‘İnsan iki ruhludur. İçinde bir iyi köpek bir de kötü köpek kavga eder. Hangisini daha çok beslersen o kazanır’ diyen Kızılderili atasözündeki mantığıyla dizisel kötücüllüğü değerlendirmek doğru olacaktır.
Neticede; biz de öyle yaptık. Ayrıca yanlış yorumlara meydan bırakmamak için, Boris Zaharyas’ın klas kötülüğünde örnek alınması gerekenin yaptığı kötülükler değil karakter gerçekliği ve canlandırma iyiliği olduğunu, övgümüzün bu yönde geliştiğini de vurgulayalım. Karakter kötü dahi olsa ‘iyi’nin hakkını yememek kazım.
Anibal GÜLEROĞLU
guleranibal@yahoo.com
www.twitter.com/guleranibal