Filinta'nın tadını ara ki bulasın

‘Dere geçerken at değiştirilmez’ demiş atalarımız. Ne yazık ki, bize yadigâr kalan bu nasihati dikkate alan yok gibi.

Anibal Güleroğlu Yazar guleranibal@yahoo.com

Ne oldu sana Filinta?

‘Dere geçerken at değiştirilmez’ demiş atalarımız. Ne yazık ki, bize yadigâr kalan bu nasihati dikkate alan yok gibi. Kendilerine aşırı güvenle bildiklerini okuyanlar, ırmağın orta yerinde at değiştirmenin yanlış olacağını kulak ardı edip, işin esasını bozacak yeniliklere yönelme huyundan vazgeçemiyorlar. Tabii sonuçta zarara uğramak kaçınılmaz oluyor ve yapılan hata gün gibi çıkıyor ortaya ama ne fayda!

Olumsuz bir ortamda yöntem değiştirmenin yanlışlığını vurgulayan bu atasözünü niçin hatırlattığımıza gelince… Sebep, uzun bölümleriyle ayakta kalmaya çalışan dizilerimizin orta yerde yaşadığı ‘yönetmen-senarist’ değişimlerinin yarattığı bozulmalar… Ki, bu yanlış tutumun son örneği, TRT 1’in ekrana kazandırdığı en kayda değer projesi olarak gördüğüm; şimdilerdeyse ‘Ne oldu sana’ dedirten ‘Filinta’!

FİLİNTA’NIN TADINI ARA Kİ BULASIN…

Hani başlık bir parça ünlü fotoğraf sanatçımız Ara Güler için atılan ve sonrasında özür dilenen abes başlığa benzedi ama… Bizimkisinde özür gerektiren art niyetli bir çiğlik veya maksadını aşan hinlik yok! Sadece çok severek izlenen dizinin, yaşadığı değişimle girdiği dönüşüm sürecinin hissettirdiği burukluğa karşı bir serzeniş var. ‘Filinta’nın yeni halini yorumlamadan önce, nasıl gelişti bu dönüşüm süreci kısaca özetleyelim...

‘Bir Osmanlı Polisiyesi’ olarak ekrana çıktığı andan itibaren gerek aksiyonu, gerekse oyuncu kadrosunun uyumuyla farkını ortaya koymuştu… Ancak ona asıl değeri katan, Altuğ Küçük imzalı senaryosuydu. Çok yaratıcı ve akıcı bir dile sahipti zira. Bunu her bölüm sürdürmeyi başaran dizi, tarihi birebir anlatarak prim yapma veya fikirleri dikte etme kaygısına çokça kapılmadan, yabancı yapımlar ayarında dönem polisiyesi izleme keyfi yaşatmaktaydı. Ufak tefek aksaklıklarını nazar boncuğu olarak gördüğümüz yapımda bu keyfi artıransa, Serhat Tutumluer’in oyunculuğunu konuşturarak sevdirdiği kötücül karakteri Boris Zaharyas’tı!

Sonra sezon arası geldi çattı. Bomba gibi bir sezon finali yaşatan ‘Filinta’, ardında sorular bırakarak ve dahi ikinci sezonda Altuğ Küçük’ün kaleminden ne gibi yaratıcılıklar çıkacağının merakını uyandırarak girdiği aradan, ‘Bin Yılın Şafağında’ bir macerayla döndü ekrana. Hüzünle, sinsi planların birleştiği yepyeni bir başlangıçtı bu ve çok şey vaat edebilirdi bize. Peki, gidişatını kısaca özetlediğim dizinin devamında bu vaat gerçekleşebildi mi?

Başlarda gayet iyiydi. Ama sonra yavaş yavaş tablo değişmeye başladı. Dizinin ilk kırılma noktası, Mehmet Özgür’ün canlandırdığı Kadı Gıyaseddin’in ölümüyle yaşandı! Yokluğu büyük boşluk yarattı. Ama neyse ki, senaristten yana umut vardı ve saygıyı hak eden kötümüz Boris Zaharyas da ağır top olarak yerindeydi. Elbet bir şekilde tolere edilirdi Kadı’nın yokluğu. Lakin ikinci kırılma, iyimserlik rüzgârını tersyüz etti. Diziyi yaratıp büyüten Altuğ Küçük ayrılmıştı. Yani atasözü bir kez daha çiğnenmiş, sebep her ne olursa olsun, derenin orta yerinde at değiştirilmişti. Nitekim bunun yarattığı olumsuzluk, o alıştığımız ‘Filinta’nın yerinde yeller esmesiyle gösterdi yüzünü. Biz de haliyle ‘‘Filinta’nın tadını ara ki bulasın’’ der olduk.

‘FİLİNTA’, MİLAT MANTIĞIYLA DONATILIP KLİŞELEŞTİ

Senarist değişiminin ardından ‘Filinta’daki aksaklıklar nedir diye bakacak olursak… Dizinin durumuyla ilgili görüşümü soran ve bu konuda yazmamı isteyen çok mesaj aldım. Darılmaca, kızmaca yok. En kestirme cevabım, ‘Bu haliyle, Milat dizisinin mantığında ilerleyen klişe dizi tarzında’ olacak! Niye derseniz… Bir kere repliklerde kalite tepetaklak... Misal, ‘Baba bu olmuyor galiba yav’ diyen mucit kalfası bir kızımız var. Bu nasıl bir üsluptur böyle? İzahı mümkün mü? Şayet rutine ayak uyduran bir dizi kafasıyla yazılıyorsa, böylesi replikleri Osmanlıya adapte etmek de mümkün tabii.

Bunu ‘şirinlik yaratma kaygısı’ diye geçsek bile, hikâye mantığı da değişti. Onun gerekçesini nasıl yorumlayacağız peki? Mesela, tıpkı sıradan yapımlardaki gibi herkes herkesin çocuğu-babası çıkmaya başladı. Farah, Davut Paşa’nın Hilal kızı oldu… Ruhi Paşa, Celal’in babası. Yetmedi. Mustafa’nın ‘emanet’ olarak kol kanat gerdiği Farah’ın annesi de damdan düşer gibi girdi devreye. Anlayacağınız kimin eli kimin cebinde belli olmayan aile dizilerindeki gibi, sıkıştıkça ebeveynler türemeye başladı. Miloş-Kenan Efendi olayınaysa hiç değinmiyorum.

Ayrıca medyasından, devletin üst kademelerine her birime yayılarak Osmanlıyı parçalamadan yönetmeyi hedefleyenlerin ortalıkta cirit atmasıyla, abartıda tavan yapıp günümüze mesaj gönderme bombardımanına girişen… Bu meyanda, ‘‘Osmanlı bu kadar aciz miydi ki kadılar-paşalar yetiştiren vakfın düşmanlığını anlayamadı? Padişah bile burnunun ucundaki Kenan Efendi’nin hainliğini fark edemeyip her şeyi ona danışmakta’’ sorularını da akla düşüren dizi, söylem ağırlığını ‘çağrışım yaratma’ amacıyla öyle donattı ki, hem özünü yitirdi hem izleyiciyi ‘ders verme-yönlendirme-laf vurma’ üçgeninde boğar hale geldi. Kaçış da başladı tabii.

Kısacası; aksiyonunun dozu iyice gerileyen, buna karşılık dikte edici söylevlerle doldurulan ‘Filinta’, teyakkuzda kalın demekle galip gelinemeyeceğini vurgularken, mesajcılıkta ipin ucunun kaçırılmasıyla bıktırıcı duruma düşüleceği hususunu göz ardı etti. Böylece yeni süreçte başlangıç kalitesini ve sevenlerinin ilgisini büyük ölçüde kaybedip sıradanlaştı! Her şeyin azı karar çoğu zara demişler, lakin vur deyince öldürmek bizde adettendir.

BORİS ZAHARYAS’IN ‘İLLETYUS’ GİBİ ÖLÜMÜ

‘Filinta’nın yeni kalemlerdeki performansını değerlendirdikten sonra gelelim en çok merak edilen detayına… Boris Zaharyas! Başta dedik ya, Boris ‘Filinta’nın en çekici yanı, diye… Onun varlığıyla kurulan hikâyelerin diziye kattığı heyecan gerçekten de bir başkaydı. Üstelik pek çok kez ölümü yenme özelliği de vardı Boris’in. Her türlü melanetten bir şekilde paçayı sıyırmayı başardı bunca zaman. Ancak şimdi durum eskisi gibi değil. Zira karakteri özene bezene yaratıp en ilgi çekici biçimde donatan Altuğ Küçük’ün kalemi yok artık. Yani Boris karakteri de diğerleri gibi rahatlıkla gözden çıkartılabilir durumda. Çıkartıldı mı?

Kendini, ihanetle suçladığı Yüce Efendi’nin yerine layık görüp oyuna getirilen Boris Zaharyas’ı boğulurken izledik. ‘Hoşça kal Boris Zaharyas, hoş geldin Efendi Cemil’ diyen Yüce Efendi’nin sözleriyle ‘Acaba Boris bu kez öldü mü’ diye kuşkulanırken dokuz canlı sevimli kötümüzün yine bir kurnazlıkla paçayı sıyırdığını görüp sevindik. Ama hemen devamında bir başka Boris ölümü daha yaşatıldı bize. Hem de ne ölüm! Gülsek mi, üzülsek mi şaştık kaldık.

Mustafa ile Boris’i anlamsızca karşı karşıya getiren senaristler ve yönetmen, Gani Müjde’nin meşhur ‘Kahpe Bizans’ filmindeki gibi bir sahne yaratmışlardı. Mustafa, İmparator İlletyus’u öldüren Yetiş Bey misali, ‘Bu anasız babasız bıraktığın küçük Mustafa için’ diyerek başlayıp Lara, Kadı ve devlet adına kurşunlarını yağdırırken, bir türlü düşmeyen Boris Zaharyas da tıpkı İmparator gibi sırıtmaktaydı. Biz de öyle. Hani böylesi dramatik sahnede bir tek İlletyus gibi ‘Acımadı ki’ demesi ve denize uçarken pırtlaması eksikti. Peki, gerek var mıydı böylesi yavan taklitçiliğe? Onca zaman özgünlükle ilerleyen ‘Filinta’ya yakışmış mıydı? Tabii ki hayır! Dahası bu anların çağrıştırdığı komedi yüzünden Boris’in vurulma sahnesi de etkisini kaybetmişti…

Öte yandan ‘Boris gerçekten öldü mü’ sorusu akıllarda. Cesedi bulunamadığından geri dönüş için umut var gibi. Ancak Bıçak Ali’nin yorumuna göre yediği kurşunların ağırlığıyla dibe gidip balıklara yem olma ihtimali de mevcut. Öte yandan ‘Kendilerini zeki sananlar kibirlerince kaybetmeye mahkûmdur’ diyerek Boris’in, bile bile bu tuzağa neden düştüğü sorusu da var orta yerde. Bana göre ‘Filinta’nın tadı tuzu olan ve vicdanı-imanı, zenginlerin fakirlere bedava dağıttığı ekmek şeklinde yorumlayarak giderayak felsefi yönünü bir kez daha ortaya koyan Boris’in dönüşü pekâlâ mümkün… Tabii şayet ‘Filinta’ noktayı koymaya hazırlanmıyorsa!

Sonuçta; ‘Filinta’da işlerin iyi gitmediği aşikâr! Kadı Gıyaseddin’in ardından yaprak dökümü yaşayan… Senarist değişimiyle özünü yitiren… İsmi var, cismi yok Foto Abdullah’ın yenilikçi eksikliğini hissettiren… Davut Paşa’yı da yollayıp iyice ıssızlaşan… Boris Zaharyas’ın ardından Süreyya’yı da yolculayan ‘Filinta’nın Bin Yılın Şafağında yarattığı bu tabloya bakıp ‘‘Filinta’nın tadını ara ki bulasın’’ demeyelim de ne diyelim? Esasında, batan geminin birer birer terk edilişi gibi bir tablo da diyebiliriz ya… Dileğimiz, büyük emek ve özenle yaratılan geminin batmamasından yana! Hadi inşallah.

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal

Tüm yazılarını göster