Görünen o ki, şimdiye kadar sakin sularda yol alan ve sezon boyu ufak çaplı performans kaybına rağmen beğenilenler arasında kalması kuvvetle muhtemel olan dizi, ismiyle örtüşen tarihi ‘Güller Savaşı’ndan daha beter bir çatışmacılık ortaya koyacak.
Tarihe ve tarihi dizilere meraklı olanlar bilir. İngiliz tarihinde 30 yıllık bir sürece yayılan ve ‘Güllerin Savaşı’ ya da ‘Çift Gül Savaşı’ olarak da anılan, orijinal adıyla ‘Wars of Roses’ iç savaşında, arması ‘beyaz gül’ olan York Hanedanı ile ‘kırmızı gül’ armalı Lancaster Hanedanı taht çekişmelerine tutulmuştu. İki hanedanın da işine yaramayan ve sonuçta dizilere de konu olan ünlü ‘Tudor Hanedanı’nın ortaya çıkarmasıyla neticelenen ‘Güllerin Savaşı’, evli bir çiftin boşanma sürecindeki savaşçılığını konu edinen 1989 yapımı Danny DeVito imzalı filme de isim babalığı yapmıştı.
Anlayacağınız, sadece bizim dizicilere değil yabancı yapımcılara da savaşçı içerik noktasında ismen ilham kaynağı olan ‘Güllerin Savaşı’ndaki kazanma hırsı çok verimli bir tema.
Ancak taht kavgasının kan dökücülüğündeki ‘Güllerin Savaşı’nı, klasik aşk çekişmelerinde yol alan yerli senaryo moduna indirgeyerek karşımıza gelen diziyi zirveye taşıyan asıl güç, bu verimliliğin dışındaki bir olgudan kaynaklanmakta…
CANAN ERGÜDER’LE CANLANAN GÜLFEM
‘Aşkta ve Savaşta’ ismiyle açıklanıp sonrasında değişim geçirerek ‘Güllerin Savaşı’ halini alan diziyi ilk duyduğumda, hem adındaki özentiliğe takılmış, hem de ‘Yine bildik didişmelerin yaşanacağı ismi değişik, özü aynı bir dizi çıkacak’ diye düşünmekten kendimi alamamıştım. Ne zaman ki, Gülfem karakterinin Canan Ergüder tarafından canlandırılacağını öğrendim, işte o vakit ‘Bu dizi kesin iş yapar’ dedim.
Çünkü ‘Binbir Gece’deki Eda rolüyle bağdaşan mükemmel performansında oyunculuk gücünü ortaya koyan Canan Ergüder’in izleyiciyi karaktere bağlama gücü hayli fazla.
Ancak ne yazık ki, ‘Behzat Ç.’nin dizi-film halindeki Esra rolüyle de beğenilen ve tiyatro eğitimi almanın ardından New York Actors Studio Drama School’da oyunculuk üzerine yüksek lisans yapıp Actors Studio’da hayat boyu üyelik kazanan Canan Ergüder, dizicilerimizden hak ettiği ilgiyi bugüne dek pek görememiş bir isim. Kimilerine abone olup, dizisinden filmine ve hatta aynı tiplemelerle reklamlara, her yapıma taşıyan sektör Ergüder’i diğerlerine oranla aynı sıklıkta izleyiciyle buluşturmamakta.
Bu nedenle ‘Güllerin Savaşı’ndaki Gülfem’i Canan Ergüder’in oynaması, hem karakteri olduğu gibi yansıtan kaliteli bir canlandırma görme fırsatı yakalayan izleyici adına kazanç oldu… Hem de başarıya ulaşma hususunda dizinin elini kuvvetlendiren büyük bir koz!
Her ne kadar ‘Güllerin Savaşı’nın temeli, Gülru’nun idolist hayranlıktan yıkıcı rakipliğe dönüşüm geçiren varlığına dayanıyor görünse de dizideki asıl motive edici karakter, Gülfem…
Zira yerli dizilerde, genç kızların masumiyeti aptallığa dönüştüren halleri fazlasıyla kanıksanmış ve yeterli heyecanı yaratmayan bir durum olduğundan, bu tür konularda zıt cepheden işlenen tipler önem kazanmakta. Dolayısıyla dizinin başarısının, bu doğrultuda yaratılan Gülfem’in karşısındakine tepeden bakan, aşağılayan ve nazikçe ezen kişiliğinin canlandırılma başarısına bağlı oluşu da kaçınılmazdı… Ki, Canan Ergüder de bu yolda üstüne düşeni layıkıyla yerine getirmekte.
Kıvrım kıvrım süzülen yürüyüşünden, her zehirli cümlenin ardından aniden bir ‘tıslama’ gelecekmiş hissi uyandıran konuşma tarzına, yılanvari duruşa sahip bir karakter çizen Canan Ergüder, Gülfem rolünde harikalar yaratıyor.
Onun olmadığı sahneler mahalle kültürünün ağır bastığı kadın-erkek kapmaca vasatlığına ve zenginlerin tepeden bakma merakına bürünürken, Gülfem’in devreye girmesiyle bu rutinler hemencecik kırılıveriyor ve dizinin özellikli ruhu açığa çıkıyor.
Sözün özü; geçmişin anılarına takılı kalıp, acısından sevgi arayışına kadın duygusallığını kendine has bir dışavurumla yaşayan Gülfem’in duygu maskelemesini ve öfke patlamasını bakışlarından hissettirebilen… İnsanların üstünde otorite kurmaya yönelik tavırlarını abartıya kaçmayan bir sükûnetle sergilemeyi başarırken inandırıcılık hususunda da fazlasıyla başarılı olan Canan Ergüder olmasaydı ‘Güllerin Savaşı’ da bu kadar beğenilmezdi.
Bundan dolayı Gülfem rolündeki Canan Ergüder kadar onu seçenleri de isabetli kararları için özellikle tebrik etmek lazım.
YENİ SEZONDA KALICILIK NEYE BAĞLI?
Kafasını, yayları kopmuş biblo bebek gibi oynatan Yonca karakteri (ki Zeynep Köse de bu rolün hakkını çok güzel veriyor doğrusu) sayesinde, günümüzde hayli yaygın olan alt tabaka kadınların lüks tutkusu ve paralı erkek avcılığına ayna tutan… ‘İstemem yan cebime koy’ dercesine Gülru’yu kollama kaygısına düşen Ömer üzerinden de, erkeklerin çıtır kız merakını bir kez daha gösteren ‘Güllerin Savaşı’nın başrol gücünü ortaya koyduktan sonra zorlu rakiplerin bir bir ringe çıktığı yeni sezonda ayakta kalma konusuna değinecek olursak…
Yeşilçam’ın ‘köşk’ ve meşhur ‘bahçevan’ modasını geri getirip fakirden zengine dönüşüm için de şarkıcılık yerine ‘Model tasarımcılığı’ mesleğini tutturanlar kervanına katılan diziyi gününden alarak yenilerine yer açmak isteme klasiği sergileyen Kanal D’nin kendisine yaz avantajı sağlayan yapımı ekranda tutması için tek şart, reyting kaybı yaşamaması!
Nasıl ki, ‘Güneşi Beklerken’ yazdan kışa uzanmışken sonrasında bir takım çekişmelerle verimliliğini ve güzelliğini yitirip devamını getiremediyse, şimdilik gayet iyi giden ‘Güllerin Savaşı’ da bu taze örneği dikkate almalı ve mevcut halinden taviz vermemeli derim. Çünkü gidicilik yolunda önce gün değişiyor, sonra ikinci kuşağa atılıyor, ondan sonra da mendil sallanıyor.
Peki, ‘Güllerin Savaşı’nın mevcudu koruması neye bağlı? Tabii ki de, tıpkı ‘Güneşi Beklerken’de olduğu gibi karakter dengesinin bozulmamasına!
‘Adını Feriha Koydum’daki kaderiyle paralel biçimde burada da yaşça kendisinden küçük Gülru’ya duygular beslemeye başlayan Barış Kılıç’ın canlandırdığı Ömer’in verdiği gazla pısırıklıktan sıyrılıp ‘kendini göstermeye’ niyetlenen Gülru’yu ‘öpücük rüyaları gören kırmızılı kadın’a dönüştürerek gidişatın rengini belirleyen ‘Güllerin Savaşı’nın dengesini koruyabilmesi için de Gülfem karakterinin senaryodaki ağırlığına dokunulmaması lazım. Yani hatırdı- gönüldü, carttı-curttu denmeyecek. Ömer-Gülru yaratılıp Gülfem gölgede bırakılmayacak.
Kısacası; ‘Güllerin Savaşı’nın asıl Gül’ü ve de gücü olan Gülfem yani Canan Ergüder, dizinin uzun soluklu kalıcılığının da kilit noktası!
Münire Apaydın’ın canlandırdığı ve taksideki halleriyle saflığı ayyuka çıkartılan Mebrure’nin gereğinden fazla ezilmişlik hallerinden kurtarılmasının senaryoya gelişim avantajları yaratabileceğini düşündüğüm ‘Güllerin Savaşı’nda, her halükarda Gülfem’in ayakları üstünde durma gururunu, kimi zaman patlak veren aşk savaşına tercih eden kadın hallerinden ve tıslamalı konuşmalarıyla yansıyan sakin çatışmacılığından izleyici mahrum edilmemeli.
Aksi takdirde, son bölümde Ömer’e yeşil ışık yakıp Mert’le de tampon olarak yüzük takan Gülru üstüne fazlaca oynayan senaryo, sırf onu daha çok öne çıkartmak adına Gülfem’i gereğinden fazla öteleyip ezikleştirirse… Değişen güç ve aşk dengesi üstüne kurulu içeriğinde ne gibi gelişmeler yaşanacağı üç aşağı beş yukarı tahmin edilebilen dizinin çekiciliği de zaman içinde mutlak azalacaktır. Sonrasında ne olacağını, tekrar söylemeye gerek yok.
Anibal GÜLEROĞLU
guleranibal@yahoo.com
www.twitter.com/guleranibal