'Hayat, doğru cevapları olmayan bir sınavdır’ diyor psikanalizin kurucularından Josef Breuer. Türlü sorunlarla boğuşmaktan, toplumsal kaygılarla geleceğe güvenli bakamamaktan ve nice kıskançlıklara-hırslara malzeme olmaktan bir türlü layıkıyla yaşayamadığımız hayatın gerçeğini bundan güzel özetlemek mümkün mü?
Her sınavın şıkları arasında mutlak kesin ve net bir doğru cevap bulunmasına karşın, her bireyi farklı biçimde sınava tabi tutan hayatta doğru cevaplara ulaşmak ne yazık ki imkânsız. Zira hayatın bütün problemleri, bilineni olmayan sonsuz bilinmeyenli denklem gibi… Bu özelliğinden dolayı da bakan gözün algısına göre değişen hayat sınavı her daim tartışmaya açık. Örnek mi? Doların yükselişi kimine göre güçlülüğün-büyüklüğün işaretidir; kimine göre cepten eksilenlerin. Avrupa’nın restini umursamamak bazısının gözünde Batı ilericiliğinden uzaklaşma hatasıdır; bazıları içinse Doğu’ya yüz çevirmek için bulunmaz nimet. Birileri çocuğa ‘çocuk’ gözüyle bakıp kollamak için çırpınır; birileri de, dedelerin torunlarını taciz edip ölmelerine sebep oluşunu umursamadan, çocukları istismar edenleri mağdur görüp paçalarını kurtarma iştahıyla kuzu postundaki kurt misali fır döner. Kısacası, her kulağa farklı hitap eden hayat şarkısını istediğin notalarla tıngırdatmak serbest… Hele de kişisel çıkarcılık, toplumsal kaygıların ve ahlakın önünde tutuluyorsa… Ortalık tam anlamıyla kakafoni!
Hayatın kendisi böylesi tartışmalı yüze sahipken, ekrandaki hayatlar da alabildiğine doğru cevapları olmayan bir sınav sürecinde. Nasıl ki, Kanal D’nin sevilen işlerinden olan ve yavaş yavaş kan kaybetmeye başlayan ‘Hayat Şarkısı’ da, doğrularla yanlışlar dengesinde, gün geçtikçe daha ikilemli ve itici bir hal almaya başladı. Bunun sebebiyse dizideki kadın tablosu…
HAYAT ŞARKISI’NIN KADINLARI ÇIĞIRINDAN ÇIKTI!
Flames of Desire isimli Kore dizisinin Türkiye’ye adapte edilmiş hali olarak karşımıza çıktığı andan itibaren ‘Hayat Şarkısı’nın, sunduğu kadın figürüyle ve sevimli anlatım diliyle dizi dünyamızda bambaşka bir renk yarattığı kesin. Erkek egemen işlerin pabucunu dama atarcasına oyunbazlık edip, hinlikle olayları yönlendiren Hülya karakteri başlı başına fark yaratarak klişe dizilerin rutinini bozmuştu. Acımasızlığı aşk kılıfıyla hoş göstermeyi çok iyi başarıp ayrıcalıklı hale gelen Hülya, Burcu Biricik’in oyunculuğu ve orijinalini aşmış boyutuyla, şeytaniliğin melekleştirilmiş haliydi adeta. Gerçi sadece Hülya değildi diziyi benzerlerinden ayrı kılan. Kadınlar başta olmak üzere tüm karakterler gayet bilinçli yapılanmıştı ve anti kahraman merakıyla kötülüğe prim verircesine, al takke ver külah tarzı gelişen aşkın öyküsünü tüm mantıksızlıklara rağmen izlenir kılıyorlardı. Üstelik bunu bizdeki aile yapısının içinde eritmeyi çok güzel beceriyorlardı.
Ancak şeytanlıklarla gelen bu güzelliğin de hazmı bir noktaya kadardı. Nasıl ki daha önce kadını güçlendirmenin şeytani vasıflarla yapılmasının yanlışlığına ‘‘Hayat Şarkısı’nın şeytani mantığı’’ başlıklı yazımda değinmiş ve Hülya’nın mazur görülemeyeceğini vurgulamıştım. Meğer o bölümlerde Hülya’nın yaptıkları, yapacaklarının yanında sütten çıkmış ak kaşıkmış. ‘Hayat Şarkısı’nın yeni sezonunda Kerim’i iyice boyunduruğu altına alarak konumunu güçlendiren Hülya çıtayı aştı da diğerleri eksik mi kaldı? Tabii ki hayır. Onlar da aynı kötülük rüzgârına kapılıp marifetlerini sergiledi. Geçmişin sırları bir bir ortaya dökülürken ‘Hayat Şarkısı’nın kadınları da çığırından çıktı haliyle ve karakterler eski güzelliklerini yitirmeye geçti.
Şöyle ki; Bahar’ı Hülya’dan saklayarak en büyük kötülüğü yapan Melek, kendi kabuğunda yaşadığı ilk bölümlerin masumiyetinden oldukça uzaklaştı. Onun da gerekçesi yine aşktı. Babasının pazarlığından haberi olmadığını söyleyip sevgisini haykıran Zeynep’le iyi kötü bir evlilik yürüten Hüseyin’in boşanmasının ana nedeni olması yetmedi bir de üstüne titrediği Bahar’ı eşya gibi terk etti. Hele kendi yanlışının sorumluluğuna Nilay’ı ortak etmesi ve gerçeği açıklama yükünü ona devretmesi tüyü dikti. Bu evrede Hüseyin’i doğruları olmayan hayat sınavında yeni bir aşamaya sokan Melek’in değişimini yumuşatmak için Zeynep’in tehdidini bahane etmek de doğrusu yeterli gelmiyor. Zeynep zaten boşanmış. Melek ortadan kaybolursa Hüseyin yeniden nikâh mı kıyacak? Yani Melek olayı mantıksızlıkla yürütülmekte. Gittikçe yoldan çıkan karakterin yüzündeki duyarsız-donuk ifade de cabası.
Cevher Ailesi’nin dırdırı bol kadınları deseniz… Pek bir cefakâr ve Türk aile yapısına uygun tavırlar içindeler sözde. Ama Süheyla’nın yanardöner halleri, Hatice’nin laf çevirmeleriyle birleşince ortaya yuva yıkan-can alan gelin-görümce ikilisi çıktı. Nitekim Bayram’ın her işi usulüne göre yapacağını bildikleri halde uluorta bırakılmış dosyanın üstüne atladılar ve Filiz’i intihara sürüklediler… Ki burada Filiz’in mazisindeki sırrı, sırf Mehmet’in Hülya’da kalmasını sağlamak amacıyla kullanmadıkları; bunu kendilerini daha namuslu görüp karşılarındakini ezme hevesiyle yaptıkları da kesin. Bu durumda kim daha namuslu sorgulamak lazım!
Zeynep ve Filiz cephesindeyse durum biraz daha farklı. Bu ikisi başkalarının haklarını kapmak değil kendilerininkini korumak peşinde. Hülya ve Melek hayatlarına girene dek Zeynep evin kıymetli gelini, çocuğunun anası, Hüseyin’in karısıydı. Sonra yuvasını korumak için Hülya’nın ipliğini pazara çıkartmaya çalıştı. Hangi kadın bunu yapmaz ki! Bahar’ı Cem’e söylemesi de kötülük değil doğru bir hamle bence. Filiz de benzer durumda. Gurbette tek başına ayakta kalmaya çalışırken hataları olmuş ama sonra Kerim’i sevmiş ve onun ideali uğruna çekip gideceğini öğrendiğinde de kendi içinde yaşamış hayal kırıklığını. Ama Hülya çıkıp gelince işler değişmiş. Hem Kerim’i kaybetmiş hem de kendi yerini sağlamlaştırmak isteyen Hülya ile para delisi Mahir’in elinde oyuncak olmuş. Yani Hülya, en çaresiz olduğu anda Filiz’i ağına düşürmüş. Sonra da tehditle, düzenle susturmuş. Anlayacağınız Zeynep’le Filiz kötü gibi görünseler dahi bu öykünün hakkını korumaya çalışan mağdur kadınları onlar.
Öte yandan kadınların, hemcinslerinin kuyusunu kazmaktan zerre kadar çekinmediğini layıkıyla sergileyen ‘Hayat Şarkısı’ndaki en kötüye gelince… Tabii ki, yuva yıkan Melek’ten de, Filiz’i geçmişiyle suçlayıp namus bekçisi gibi saldıran Süheyla ve Hatice’den de misliyle kötü olan; buna karşılık hepsinden daha çok hoşgörüyle karşılanan Hülya! Peki, Hülya’nın her daim cezasız kalan kötülükleri hoş görülebilir mi? Daha doğrusu görülmeli mi?
HÜLYA’NIN KÖTÜLÜKLERİ NASIL HOŞGÖRÜLÜR?
‘Hayat Şarkısı’nın Hülya kanadındaki komploculuk bana hep ters geldi. Lakin öykü böyleydi ve yapacak bir şey yoktu. Öte yandan asıl takıldığım bu kötülüğü masumlaştırma yöntemi oldu. Dizinin Hülya’yı baştan beri hoş göstermek için kullandığı iki bahanesi mevcut. Orijinalinde kendi isteğiyle ve evlilik hevesiyle birlikte olup hamile kalan karaktere karşılık bizdeki versiyon Hülya’nın namusuna laf edilmesin diye tecavüz mağdurluğunu yakıştırdı. Böylece onun ablasına, Zeynep’e yaptıklarını; tüm komploculuğunu ve Filiz’in aç kalarak düştüğü kötü yola karşı anlayışsızlığını da bu mağduriyetin yarattığı yıkıma bağlama kapısını da araladı. Aslında karaktere yakıştırılan bu değişim gerçek hayattaki tecavüz mağdurları adına büyük bir haksızlık. Düşünsenize… Hangi tecavüz mağduru böylesi bir hayat intikamcılığı sergileyebiliyor? Bırakın zengin koca avcılığı için millete kötülük planlamayı, biçare mağdurlar tecavüzcüyle zorla evlendirilmek isteniyor.
Tecavüz bahanesinin yanı sıra dizinin Hülya’yı aklamak için bir de çocukluktaki aşk saplantısı vardı. Burada da olay, orijinaline kıyasla abartılmış halde ya neyse… Zaten esas mesele çocukluk aşkının abartısı değil, Hülya’nın kişilik bozukluğu. Dolayısıyla geçmişte yaşadığı tecavüzün ve Kerim’e duyduğu aşkın ardına istediği kadar sığınsın, bu tarz bir karakterin bünyesindeki kötülüğün çocukluktan gelme olduğu hakikati inkâr edilemez. Oysa dizi, maşallah her fırsatta bu iki bahaneyi devreye sokmakta… İlaveten başı sıkıştığında salya sümük ağlamayı adet edinerek gerçek mağdur kadınların gözyaşını da ayağa düşüren Hülya’nın çocukluk anılarını sürekli tekrarlamak yetmiyormuş gibi Kerim’le Hülya’nın çocuk versiyonlarıyla yaratılan hayalleri de sıkça verilmekte. Ne o öyle, kendi kendine konuşmalar? Poyraz’ın Albay’la muhabbetinden kopyacılık mı? Fazlası iç bayıyor, biline!
Anlayacağınız ‘Düğme’ adı takılan cenini dahi yetişkin Hülya’nın ruh hallerine malzeme yapmaya başlayan dizi, bu karakteri elden geldiğince yüceltmeye çalışsa da bu gidiş, gidiş değil. İstenildiği kadar Hülya hayranı olunsun ve dizi sevilsin… Kerim’le evlenmek için ablasını lekelemekte, babasının ölümüne sebep olmakta, Kerim’e iftira attırıp kariyerini baltalamakta sakınca görmeyen Hülya’nın özünün, bencillik ve kıskançlıkla her türlü kötülüğe müsait olduğu gerçeği tavan yaptı. Bu gerçek yeni sezonda Kerim’den gelen sevgi ve hoşgörü desteğiyle daha da artarak pervasızca göstermekte yüzünü… Hoş görenlere bravo.
HÜLYA’YA AYAR VERMEK LAZIM
Evet, şimdilerde Hülya eski Hülya değil daha da beteri ve müthiş kötü örnek pozisyonunda! Bu haliyle de ciddi bir ayarı hak ediyor. Ne mucizevî hamileliği onu dizginliyor, ne olanı biteni kabullenecek kadar kendisine âşık birine dönüşen Kerim’in yakınlığı, ne de Cevher ailesinin korumacılığı. Hülya, dolap çevirmeye doymuyor bir türlü. Herkese, her şeye sahip olma hırsıyla Mehmet’i öz annesinden kaçırdı, ‘‘Geber Allah’ın belası’’ diyerek gözü dönmüş bir katil gibi arabasını Filiz’in üstüne sürdü. Bu dengesizliklerde Hülya’ya hak mı verelim yani? Hem yaptıklarını çocuk sevgisiyle de izah edemeyiz. Zira biliyor ki Mehmet Filiz’le kalmaya başlarsa Kerim de Filiz’le irtibatta olacak. Dolayısıyla Mehmet’in öz annesine verilmesine karşı çıkışı kesinlikle sınırsız sahiplenme duygusunun sonucu. Yani Hülya’nın hiçbir yaptığı sevgiden, bağlılıktan değil sadece nefsini düşünen bencillikten. Nitekim onun bu kötü huyu Filiz’e kurduğu komployla pes dedirtti.
Gerçi Bayram Bey’in çalışma odasında kahve içilmesi, kahvenin çekmeceye dökülmesi ve Hülya’nın Filiz’le ilgili dosyayı bulması… Ardından bunu mutfağa getirmesi, Arda’nın sanki çalışan değil de evin oğluymuş gibi laubali biçimde dosyayla ilgilenmesi ve gelin-görümce ikilisinin koşturup olaya dâhil olması… Bunlar hiç gerçekçi gelmedi bana. Ama Hülya’nın sinsi plancılığının tutunacak dal arayan Filiz’i intihara sürüklemesi bütün mantıksızlıkları görünmez kılıverdi. Başkaları nasıl düşünür bilmem ama potansiyel katil olarak ortalıkta cirit atan Hülya bu son yaptığıyla gözümden iyice düştü. Hayat, doğruları olmayan bir sınav olsa bile ayarsız Hülya’nın yanlışları alabildiğine ‘Hayat Şarkısı’nın içindeydi çünkü.
Şimdi gelelim zurnanın zırt dediği yere… Tüm bunları gözyaşıyla, Kerim sevgisiyle veya tecavüz depresyonuyla hafifletmek ve Hülya’yı haklılaştırmak doğrudan doğruya suçluyu aklamakla eşdeğer! Aynılarını Filiz veya Zeynep yapsaydı ya da gerçek yaşamda karşılaşsaydık hoş görebilir miydik ki, sırf Hülya’nın yüzü suyu hürmetine buradaki kötülüğün üstüne sünger çekelim? Bu yanlışı gidermek için acilen Hülya’ya ayar vermek, biraz haddini bildirmek gerek.
Sonuçta; Kötülük yapanların hep iyi yerlere geldiği, saflarınsa okkanın altına gittiği hayat sınavıyla paralel bir tablo sunan ‘Hayat Şarkısı’, yarattığı karakterlerle tartışmalı yüz sergileyip insanlara ikilemleri yaşatmakta gayet başarılı. İzleyicideki sevgiyle nefreti kesiştiren Hülya da bu başarının anahtarı… Önemli olan, işin suyunu çıkartmadan kötülüğe övgü dizmeyi tadında bırakmak! Artık her yaptığından yağ gibi sıyrılmayı beceren Hülya da bedel ödemeli. Oysa onun yerine Filiz ödüyor bedelleri, o da mucuk mucuk sürüyor Kerim’in keyfini. Ne haksızlık!
Aklıma gelmişken sorayım… Kötülüğün mimarı Hülya gerçekten hak ediyor mu Kerim’in sevgisini? Kurgu duygusallığıyla değil de gerçekçi düşünürsek… Kesinlikle hayır. Yine de kurgusal olsa bile kötülüğün cezasız kalmaması için bir umut var her durumda. Elbet Filiz’den koparttığı Mehmet’ten ve foyasını çıkartır diye korkup dışlamak istediği kızı Bahar’dan bulur cezasını Hülya da… Tabii öykünün gidişatı rayından çıkartılmazsa! Hadi inşallah.
Anibal GÜLEROĞLU
guleranibal@yahoo.com
www.twitter.com/guleranibal