Bu hızlı ve öfkeli atmosferde flaş haber gündemlerinin değişimi, jet hızıyla başı çekmekte… Aksiyon ülkesi olduk, Allah canımı almasın ki! Evvel ezel huyumuz mudur ne, günde birkaç atraksiyon yaratmadan, ‘son dakika’ çıkartmadan duramıyoruz. Hafızalarımız deseniz… Unutma hızında, balık hafızasını bile geçti. Söylenmiş sözler bir anda söylenmemişliğe dönüşüyor… Birkaç saat öncesinin kayıtlı beyanları, inkârcılık sihirbazlığının el çabukluğuyla akıllardan siliniyor. Fiyatların yükselişi ve cepteki paranın tükenişi… Ohooo… 9 bin devirli modifiye motorla yarışa hevesli. Anlayacağınız hızımız tam gaz, bizi kimse tutamaz.
Hızlılık tamam, ya öfke? Onun da maşallahı var. Artık kilosu 4 bin TL olan çayın tavşankanına nispet, kendini göstermeye karar veren ‘Kanlı Ay’ın çatışma doğurucu manyetik etkisinden midir? Yoksa ülke genelini karanlığa boğarak fikir jimnastiği yaptıran ve dağıtımcılar zarara girmesin diye kazığı vatandaşa atılan elektriğin trafolardan kesilip insan bünyesine aktarımından mıdır? Bilinmez. Bir yerlerden bolca elektrik kapıyoruz. Aniden tavan yapıyor öfkemiz.
Kısacası; Sabrın sonu selamettir diye uyutula uyutula, topluca hızlı ve öfkeli olduk. Hadi hayırlısı… Derken, tam bu esnada sinemada da ‘Hızlı ve Öfkeli’ bir kurgu çıkıverdi karşımıza. Hem de bizdeki aksiyon hızını ve öfke patlamasını misli misli katlayıp uçurarak!
PAUL WALKER’A ‘HIZLI VE ÖFKELİ’ VEDA
Gündemin hızına vurgu yaparak başladık söze ya… Galiba en hızlısı ve öfke uyandıranı sonlanmaya mahkûm olan yaşamın, bize meydan okurcasına akıp gitmesi! Diğer her şeyi değiştirme şansına sahibiz. Ancak ne zamanı durdurabiliyoruz, ne de kaderimizdeki ölümü. Bu hakikate karşılık yaşarken yaptıklarımızla ölümsüzleşmek de pekâlâ mümkün. Becerene...
Türkiye’yi karanlığa, duyarlı vatandaşları da ‘Acaba’lı düşüncelere iten elektrik kesintisinin yaşandığı gün kesintiden nasiplenen bir AVM sinemasında gerçekleşen basın gösteriminde, IMAX’te izlediğim ‘Hızlı ve Öfkeli’ serisinin 7’incisi bu gerçekleri bir kez daha hatırlattı bana.
2013’ün Şükran Günü’nde yaşadığı araba kazasıyla, ‘Hızlı ve Öfkeli’ sahnelerinin benzeri bir dram sergileyerek ve gerçekten ölmediğine dair çeşitli spekülasyonlara neden olarak yaşama veda eden Paul Walker’ı, ölümünün üstünden bir yılı aşkın bir süre geçmişken, yarıda bıraktığı filmde kanlı canlı izlemek hüzünlendirdi beni. Hani Ahmet Kaya, Nevzat Çelik’in Şafak Türküsü’nü seslendirirken hafızlara kazımıştı ya, ‘Ölmek ne garip şey anne’ mısralarını… İşte öyle bir ruh haliyle seyrettim… Ölüm ve yaşamı buluşturan, arabalarını tüm kuralları yıkarak uçuran, yanı sıra Paul Walker’ın eski görüntüleriyle veda eden ‘Hızlı ve Öfkeli 7’yi.
Zaten filmin kurgusu öyle bir havada ki, bu ruh hali kendiliğinden oluşuveriyor... Hele de benim gibi duygusalsanız. Özellikle ‘otobüs’ sahnesinin ardından sanki yapımın bütünüyle Paul Walker’ı ölümsüzleştirmeye odaklandığını, adeta ona adandığını hissediyorsunuz. CGI teknolojisi sayesinde, ölümünden sonra yüzü ve sesi kullanılarak, kardeşleri Caleb ve Cody Walker’ın dublörlüğüyle yola devam eden Paul Walker’ın, bir noktadan itibaren sahneleri azalsa bile, mevcudiyetini koruması müthiş etkileyici. Sanırsınız filmin tüm çekimleri boyunca Paul Walker’ın bizzat kendisi oynamış. ‘Ölmek ne garip şey’ dememek mümkün mü bu durumda? Parantez içinde, demeyen dememekte serbest.
Benim değerlendirmeme göre, bir insanın hayatta olmadığı halde film çevirmesini gayet inandırıcı bir teknikle gerçekleştiren ‘Hızlı ve Öfkeli 7’, seride ayrı bir yeri bulunacağı kuşkusuz olan bu bölümle, göklerin sonsuzluğuna uğurladığı mavi gözlü kahramanı Paul Walker’a gerçekten de güzel bir veda armağan etmiş. Rol arkadaşı Vin Diesel de o denli duygusal bir vedayla sonunu bağlıyor, uğurluyor ki has arkadaşını, sırf bu sahne için bile film izlenmeye değer. Filmde bir insana ‘Beni seviyordun’ hatırlatmasını yapmanın doğru olmayacağını söyleyerek gayet önemli bir tespitte bulunan Diesel’in az ama öz tavırları çok doğal, çok içten… Adeta aileden birini kaybetmiş gibi aktarıyor izleyiciye, o veda duygusunu. Acıdan doğan güzellik de böyle bir şey olsa gerek!
ARABALAR UÇMAZ OĞLUM!
‘Benim arkadaşlarım yok ailem var’ diyerek özünü oluşturan ve karakterleri arasında arkadaşlıktan öte bir ailesel bağ kurarak izleyicisine de ailenin-dostluğun fedakarlık gerektirdiğini empoze eden ‘Hızlı ve Öfkeli’ serisi, 15 yıllık bir maziye sahip. Sokak yarışçılarının, sokağın kurallarına bağlı yaşamlarını ve dostluklarını, modifiye edilmiş araba yarışlarıyla, vücutlarını sergilemekten kaçınmayan çıtırlarla ve tempoyu güçlendiren müziklerle bütünleştiren seri, ‘sokağın kazandığı’ bir efsane yarattı 2000’li yıllarda. ‘Hızlı ve Öfkeli 7’ de bu büyük efsanenin ‘özel’ bölümü!
Doğu Los Angeles’ın sokak yarışı kulüplerinden ilhamla yola çıkan Universal Pictures’ın rekorlar kıran serisi, bu kez ailenin özüne bağlılığını daha bir perçinlemekte. Geçmişten kaçılamayacağının vurgusu ve son intikamın alınma sözü de senaryonun yol haritası…
Londra’da, İngiliz devletinin yetiştirdiği sonra da başa çıkamadığı bir ölüm makinesinin yani Deckard Shaw’un, kardeşini hastanelik edenlerin peşine düşmesiyle açılışını yapan ‘Hızlı ve Öfkeli 7’, af ile ABD’ye dönüp aile yaşamına odaklanan Dom, Brian ve ekibi, Toretto evinin havaya uçuruluşuyla motive ediyor. Sonra da Tanrı’nın Gözü denilen takip programını ve aile evini bombalayan Shaw’u bulmak için hayli değişik ve keyifli uçuculukta bir aksiyona sokuyor.
Londra’daki hastane katliamının vahşi görüntülerini, Yarış Savaşları’nın seksiliğe dayalı enerjisiyle buluşturup, geçmişini unutan Hayalet Kız’ın dramatikliğinden Dom’un anılarına dalan… Brian’ı da minivan’a alışmaya çalışan bir aile babası ürkekliğiyle yansıtan duygusal başlangıcın devamında hız ve öfke istemediğiniz kadar. Öyle ki, Azerbaycan’dan Japonya’ya, Abu Dabi’den Los Angeles sokaklarına uzanan bu yaratıcı aksiyondan bir an olsun sıkılmak mümkün değil.
‘Arabalar uçmaz oğlum’ diyor Brian, elindeki arabayı atan oğluna… Babalığa ve normal yaşama alışmaya çalışan Brian böyle diyor ama ‘Hızlı ve Öfkeli 7’nin senaryosu-yönetmeni arabaları bal gibi de uçuruyorlar. Hem de her türden… Aklın ve mantığın kafeslerini bir kez daha ortadan kaldırıp aksiyonunu alabildiğine özgürleştiren ‘Hızlı ve Öfkeli 7’, kahramanlarına ve dolayısıyla seyircisine ‘arabayla uçuş’ keyfini sonuna dek yaşatıyor anlayacağınız. Üstelik Slovak mühendisin deneme aşamasındaki ‘uçan araba’ buluşuna meydan okurcasına, her karakterin kişiliğiyle özdeşleşerek yaratılan özel arabalarını kanatsızca uçurarak.
Uçaktan, geri vitese takıp serbest atlayışlar mı istersiniz yoksa lunaparkta eğlenen çocuklar misali uçurumdan aşağı yol alışlar mı? Bunlar kesmedi derseniz, Abu Dabi’nin Los Angeles plajlarını aratmayan çıplaklıktaki atmosferinden, Arap milyarderin kulenin tepesinde sakladığı, sadece 7 tane üretilen milyonlarca dolarlık W Motors Lykan Hypersport arabasına uzanıp, 80’inci kattan atlanarak Arap kuleleri arasında gerçekleştirilen uçuşlar tam size göre! Hangisi daha iyi ve heyecanlı diye soracak olursanız… Benim favorim, ülkenin geneliyle tezat teşkil eden plaj atmosferini enteresan bulduğum Abu Dabi’nin Ethiad Kuleleri arası uçuşlar!
Neticede; ‘Arabalar uçmaz oğlum’ diyerek aksiyonuna gönderme yapan Brian’ı yani Paul Walker’i uçurarak uğurlayan ‘Hızlı ve Öfkeli 7’ aynı zamanda seyircisini de uçuruyor. Biz de hem Paul Walker anısına hem de sıkılmadan izlenmeye değer bir yapım olduğunu vurgulamak adına, bu filmi boş geçmeyelim dedik. Ayrıca filmin, asla veda etmeyen kahramanı Dom gibi, bu işin burada noktalanmayacağının mesajcılığını yapan ve devamını getirecek türden bir sahneyle bittiğini da belirtelim.
Bizden bu kadar. Bundan ötesi size kalmış. Uçuşların hangisinin daha ilginç olduğunun ve Paul Walker’a veda güzelliğinin kararını da artık filmi sinemada izleyip kendiniz verirsiniz. ‘Hızlı ve Öfkeli uçuşlara varız’ diyenlere IMAX ve dublajsız seyir tercihi tavsiyemdir.
Anibal GÜLEROĞLU
guleranibal@yahoo.com
www.twitter.com/guleranibal