Sen de mi ‘Karagül’?
Rivayet odur ki Sezar, en güvendiği adamının hançer darbesini yedikten sonra, bu umulmadık davranış karşısında ‘Sen de mi Brutüs’ demiş… Ben de şimdi aynı ruh haliyle ‘Sen de mi Karagül’ diyorum.
Nasıl demeyeyim ki! Özellikle son bölümde bir hayli mantıksızlık sergileyen ‘Karagül’ adeta kendi yapısına ihanet ederek, büyük hayal kırıklığı yaşatmaya başladı. Dizinin bu gidişatı karşısında isyan etmemem mümkün mü?
Fox ekranının kıymetlisiydi ‘Karagül’… Daha ilk bölümünden farkını ortaya koyan özenli yapısıyla, izleyicinin gönlünde taht kurmuştu. Cuma gecelerini iple çekiyor, severek izliyorduk Kendal’ın hiddetini, Ebru’nun metanetini.
Öyküsüyle, oyunculuğuyla, kurgusuyla, mantığıyla her açıdan övgüye değer bir diziydi. Müziği bir başka güzeldi, Halfeti’si bir başka. Ne şiddetin peşine takılıyordu, ne de çocuk karakter sömürüsüne. Büyükanne öyküleriyle kulaklara doldurduğu nasihatlerse, katmerliyordu güzelliğini. Kısacası şimdinin dillere sakız olan tabiriyle, ‘on numara beş yıldız’ bir diziydi. Ta ki son iki bölüme kadar!
Peki, ne oldu da birden değişip sergiledikleriyle ekran klişelerine dönüşür oldu?
90 dakikalık tempoya nefes yetiştirmekte güçlük mü çekmeye başlandı da mantık elden bırakıldı? Yoksa nasılsa izleyici garanti, fazla özene gerek kalmadı düşüncesi mi gelişti?
Bunu sorgulamak lazım. Çünkü göze batan olumsuzluklar önemsenmezse bunlar çoğaldıkça çoğalıyor ve dizinin genel durumunu etkileyen alışkanlıklara dönüşüyor. Örnekler meydanda.
AMAN YANGIN YAKMA BENİİİ…
‘Kimse çocuğunu kötülük olsun diye evlendirmez. Çoğu masumane. Bilinci artırmalıyız’ şeklindeki çocuk gelinlere yönelik düşündürücü yorumdaki hoşgörü kadar olmasa bile, ılımlı bir bakış açısıyla ‘Karagül’deki aksaklıkları irdelediğimizde, en büyük sorun son bölümdeki yangın sahnesinde çıkıyor karşımıza.
Dizicilerimizin her yapımda ellerine yüzlerine bulaştırdıkları ‘yangın’ olayı, gitti geldi sonunda ‘Karagül’ü de vurdu işte. Hem de öyle böyle değil… Tam on ikiden!
Heyecanlandırmak şöyle dursun, kızdıran ve ‘Hiç olmazsa Karagül gibi bir dizi bunu yapmasaydı’ dedirten sahneyi bir hatırlayalım hele…
Etrafı dağıtırken nedense divanın altına bakma ihtiyacı hissetmeyen Kendal, bir bidon benzini odanın her yerine döküp kibriti çakıyor. Hiç de sürpriz olmayan bir durum. En nihayetinde kafasına huni de takılan Rıza vasıtasıyla göze sokulan bidon, bölümün başından itibaren yangın haberciliği yapmıştı zaten.
Bu gelişim basitliği bir yana, şimdi böyle bir yangının gerçekte olduğunu varsayarsak, yere dökülen benzin kibritin düştüğü noktadan başlayarak anında parlar ve serpildiği yerlerin çevresini de yakarak yayılır. Ama bakıyoruz, Recep’in evindeki yangın hiç de böyle değil.
Başka dizilerde olduğu gibi ‘Karagül’de de sanırsınız yer yer meşale yakılmış. Alevler birbirlerinden bağımsız alanlarda hiç büyümeden uslu uslu salınıyorlar. Uçma kuş tembihi gibi, büyüme yangın mı denmiş acep? Güleriz ağlanacak halimize…
Divanın altından çıkan Melek’in yaptıkları deseniz, evi sarmaktan korkan alevlerden de beter. Duman olayının esamisinin okunmadığı yangınsız dizi yangınında, kaçmak yerine duvardaki gelinlikle göz teması kuran Melek, onu alıp giyiniyor. Nasıl aldığını, nasıl giyindiğini görmüyoruz ama bu süreçte ne gelinlik, ne de Melek yangından hiç etkilenmiyor. Hem zaten yangında da bir gıdım gelişme olmuyor. Bu saçmalık yetmiyor, Recep’e yangın Melek bir de saç tarama faslına geçiyor. Ucu nereye varacak diye beklerken, Kendal’a telefonda laf çakan Melek kurtuluşunun da kapısını açıyor.
Koş Kendal, koşşş… Zavallı Kendal! Ağız tadıyla ne Özlem’den kurtulabiliyor, ne de bir yangını becerebiliyor. Hani gidip Oğuz Komutan’a teslim olsa, bu kadınların elinden çektiğinden daha az ceza görecek!
Neyse, gelelim yönetimin faydalarına… Ey sevgili yönetmen kardeşim, hiç mi insafınız yok? İnandırıcılıktan uzak sahnelerin saçmalığıyla heyecan yaratılabileceğini gerçekten düşünüyor musunuz? Bu nasıl yangındır böyle? Reklamdaki gibi ‘Bizi yemeyin, keki yiyin’ mi diyelim?
Kendal yere benzin yerine su mu serpti de bu yangın komediye dönüştü? Kibritin düştüğü yerden ateş yayılıp büyüyeceğine, nasıl oluyor da oraya buraya serpiştirilmiş şömine ateşi gibi alevler görünüyor? Ormanda olsak rüzgâr, ateşi sıçrattı diyeceğim ama burası ev! Duvarda asılı gelinliğin önünde alevler yükselirken, Melek ona nasıl ulaşabildi? Keşke onu da gösterseydiniz. Tek bir kez bile öksürmeyen Melek, benzin dökülmesine rağmen yanma ihtiyacı hissetmeyen yatağın üstünde nasıl rahat rahat oturabiliyor? Bir deseydiniz.
En önemlisi de siz hiç yangın ortamında bulundunuz mu? Keşke bulunsaydınız.
Hadi buyurun buradan yakın. Akıl kurcalayan bu mantıksızlıkları cevaplayın. Eminim bir cevabınız olamaz. Çünkü ‘Karagül’deki komik yangın da dâhil olmak üzere, dizilerdeki yakmayan yangınların ve o ortamda uzun uzun yaşanan sahnelerin uydurukluğu hepinizin malumu! Öyleyse izleyiciyi bu mantıksızlıklarla küçümsemek niye? Yakıştı mı ‘Karagül’e?
SEN BÖYLE OLACAK DİZİ MİYDİN?
Yangın zevzekliğiyle kalitesinden çok şey yitiren ‘Karagül’deki diğer yersizliklere bakacak olursak, Rüzgâr’ın kayboluşu bir başka âlem… Maya’nın, yanındaki kardeşinin ‘Baba’ diye bağırarak gidişini fark etmeyişi bir yana, Rüzgâr’la birlikte Serdar’ın yanına geldiği halde Serdar’ın çocuğu hiç görmemiş gibi sorgulaması yapaylığın doruk noktası. Sonrasında laf olsun torba dolsun misali eller cepte çevreye bakınışlar… Millet dışarıda otururken ‘üşüme’ bahanesiyle lokantada oturma ısrarı… Dizide yer aldığına bin pişman gibi varlık gösteren Fırat’ın kayıp haberini aldığı anda, yüzünde tek bir ifade değişimi belirmeden ‘Nasıl olmuş’ şeklindeki kaygısız tepkisi… Adam da bir yerde haklı gerçi… Zırt pırt milletin dertleriyle uğraşmaktan bezdi. Ada kaçar, Ebru zehirlenir, Narin kriz geçirir, Rüzgâr kaybolur, Narin kaçar… Ebru’yla aşna fişneden ümidi kesen Fırat’ın da yüzü limoniye çalar.
Murat’ın dönüşünü yem yaparken abukluklarla yoldan çıkan senaryoda bir de ölüm arsızına dönen Özlem’le Melek arasındaki mektup muhabbetinin anlamsızlığı var. Recep’in evine giderken takip edildiğini hissettiği halde arkaya dönüp bakmayı akıl edemeyen Melek sen tut, Kendal’ın evden çıkmasını bekleme… Sanki zaman kıtlığına girmiş gibi, Kendal ayakyoluna gidince koşup Özlem’den mektubu iste… Rüyasında mı gördü acaba? Hoş Özlem’in de mektubu niye alıp sakladığını bir türlü çözebilmiş değilim.
Ah ‘Karagül’ ahhh… Sen böyle olacak dizi miydin? Seni de böyle sıradanlaştırıp mantıksızlaştırdılar ya, daha ne diyeyim… ‘Karagül’ün kara talihi!
Aslında tüm bu sabır ve mantık zorlayan sahnelerin tek bir izahı var… O da, uzun soluklu tempoda zaman doldurmak. Bu gerçeğe karşılık elden gelen, ‘İndirin kardeşim süreleri 60 dakikaya da rezil etmeyin güzelim dizileri’ diye haykırmak! Amaaa… Şamar oğlanına çevrilen Hunili Rıza’ya tokat indirmek kolay da, dizi sürelerini indirmek çok zor mu diyorsunuz?
Anibal GÜLEROĞLU