Bu alışkanlık, ekran dünyasında da her anlamda gözlemlenebilir. Mesela bir bakarsınız kendi grubundaki kanala kesilen cezayı ‘medya özgürlüğü’ olarak kınayanların öfkesi yükselir köşelerden… Buna karşılık rakibin veya ezilmek istenenin, pire kadar kusurunun deve yüküyle cezalandırılması, olanca sertlikteki eleştirilerle desteklenir. Çiğ süt emen insanoğlunun çifte standart tutkusu işte…
Pekiii… İlişmemekle, eleştirmek arasındaki çifte standartta gelişen bu tutum, gittikçe ‘beyin yıkma’ sistematiğine bürünen dizilerin derme çatma kurgusallıktaki dünyalarına yönelik yorumlarda da yüzünü gösterirken ne yapmak lazım?
Arkadan destekli motivasyon olmadığı sürece, olanca basitliğine karşın bir şekilde tutan programların eksik gediklerine gözlerini kapatıp öte yanda kaliteli işleri sırf rekabet uğruna karalayanları, medyanın özgürlüğü çerçevesinde isteyen istediği yere oturtsun. Övgülerinin de hayrını görsün. Neticede insanoğlunun doğasından kaynaklanan ikiyüzlülük ve yağcılık illeti için henüz etkili bir reçete mevcut değil!
Bu arada biz de ayırım yapmadan gördüğümüz olumsuz gelişmeleri saptayıp taşları gediklerine oturtmayı sürdürelim. Taşlarımızın hedefindeki yapım, ‘Kiraz Mevsimi’…
ROMANTİZMİN SUYUNU ÇIKARTMAK NEYİN KAFASI?
Yaz aylarındaki avantajın rüzgârıyla yola çıkıp ergen kesime hitap eden diliyle yıldızını parlatan ‘Kiraz Mevsimi’, her ne kadar baştan itibaren romantik komedinin ‘şapşallık komedisi’ haline getirilmiş şekli olsa da, şimdiye dek pek bulaşmadığım yapımlardandı. Ancak son haftalarda sergiledikleriyle öyle bir tablo çizdi ki, görmezden gelmek imkânsızlaştı.
Dublajlı sesiyle tüm görselliği sıfırlayıcı bir çiğlik yaratan Ayaz karakteriyle Hazal Kaya’yı fazlaca andıran Öykü arasında Mete’yi Şeyma’yla mundar edip, Kore dizilerinin klişeleri doğrultusunda gelişen ilişkiler yumağı başlatarak ‘saf kız eşittir salak kız’ modasını sevenlerin gönlünde taht kuran ‘Kiraz Mevsimi’ total reytinglerine göre her hafta birinci. Ne yazar?
İsteyen istediğini beğenir, izler. Buna kimsenin diyeceği olamaz. Boğazında problem varmış gibi konuşan kızların ‘Biz sadece arkadaşız’ klişesiyle aşk olgusunun suyunu çıkartmaları, bu esnada akla mantığa sığmayan zırvalıklar sergilemeleri kimilerinin çok hoşuna gidiyorsa, buyursun gitsin. Ya da günün hangi saati olursa olsun karı-kız dertleriyle uğraşmayı vazife edinip abuk sabuk sürprizler hazırlama derdine düşmekten iş yapmaya fırsat bulamayan yakışıklı karakterlerin gerçekle bağdaşmayan tavırlarındaki sahteliği görmek yerine, boyuna posuna vurulup sırf bu merakla dizi takipçisi de olunabilir. Gençlik başlarında duman der geçeriz. Beyinleri uyuşturan bu tarz ergen tuzaklarındaki tüm özellikleri bünyesinde barındırarak ekrana sürülen ‘Kiraz Mevsimi’ne bu açıdan bakıldığında, başarısını da alkışlarız.
Lakin her şeyin bir dozu olmalı… Şapşallığı yüceltmenin bu kadarı fazla! Günlük yaşamlarında gittikçe dizi karakterlerine dönüşen yeni yetmelerin hayal dünyalarına tecavüz ederken ölçü kaçırılmamalı. ‘Kiraz Mevsimi’ bunu başaramadı. Ekibi değişen senaryo, başlangıca rahmet okutan mantığı ve kendini tekrarlayan diyaloglarıyla ölçü mölçü bırakmadı.
Tamam. Sürekli kötülük yaptığı halde hep kazançlı çıkarak işin içinden sıyrılmayı başaran Şeyma ile kraldan çok kralcı olup tuhaflaşan Olcay’ın elbirliğiyle kuyu kazma çabasını sürekli diri tutarak çatışmacılığını sürdüren senaryonun ‘iyilik-aşk’ dengesi baştan beri tırttı… Bu tırtlıkta, saflığı abarttıkça karakterin romantizmini yapaylaştıran Öykü’nün ne zaman akıllandırılacağını beklemek de nafileydi. Bu gerçeği çoktan kavramıştık zaten.
Öte yandan Gerzomat kız tipinin yan kontenjanını dolduran Burcu karakterini, Emir’in peşinde koştururken, yüzsüzlük ve patavatsızlıkla dibe çeken senaryonun ona bir kıza yakışmayacak biçimde sokakları yaktırmasını dahi sineye çekebilirdik. Kendinden büyük Sibel’i alarak örneklik teşkil ederken aşk ve evliliği öte tarafa yollayan İlker’in bölümler boyu süren erkek çocuk hevesinden pırtlatılanları bile ‘hoşluk’ olarak algılamayı kabullenmiştik.
Ama görünen o ki aşka dair bu detaylar ‘Kiraz Mevsimi’nin devamı için yetersizmiş… Araya damdan düşer gibi bir Derin meselesi sokup asıl büyük bomba olarak bekletilen ‘Mete’yi de, Kemal Amca ve intiharcı Önem Anne vasıtasıyla zuladan çıkartmak lazımmış.
Sürekli darılıp barışarak kadın-erkek ilişkisinin içine eden Mete-Şeyma birlikteliğiyle erkek saflığını dibe vurduran ‘Kiraz Mevsimi’nde ne müthiş sürprizler bunlar, diyeceğim ama… Hem aptal, hem bahtsız olan Öykü’nün aşkıyla iki dost erkeği çarpıştırma çırpınışının, romantik komedinin ve evlilik olayının suyunu çıkartmanın ötesinde bir değeri olmadığı öylesine net ki… Ancak dizinin yoldan çıkışına bakıp ‘Bu neyin kafası’ diye sormak kalıyor geriye!
‘EVLİLİK’ OYUN MU, YOKSA BİZLER ÇOK MU ‘KEK’İZ?
‘Kiraz Mevsimi’nin yönünü şaşıran gelişiminde başı çeken ayrıntıya baktığımızda… ‘Sahte evlilik’ dehasının sergilenmesi olanca iticiliğiyle çarpıyor gözümüze. Baba-anne ayağına apar topar damat değişimine giderek Mete-Öykü çifti yaratanlara ‘Size göre evlilik oyun mu ki bu denli ucuzlaştırıyorsunuz’ diye sormak geliyor içimden. Yoksa ekran başındakiler mi fazlaca ‘kek’ görülüyor? Şayet mantığa uyduğu düşünülerek yazılıyorsa, o zaman da acilen bu işten vazgeçilsin. Zira ortadaki senaryonun inandırıcılık adına iler tutar bir mantığı yok.
Hadi, önüne konan çizimlerin kime ait olduğunu anlayamayacak kadar saflaştırılan Monika’yı, Öykü’nün ‘Çizimler benim değil’ demesine inandırdınız… Böyle büyük bir şirkette örneğine rastlanmayacak biçimde, tek bir çizimine tanıklık edilmeyen Şeyma’yı tepelere yükselttiniz… Kısacası iş dünyasının tüm mantığını yerle bir ettiniz. Tüm bu uyduruklukları da ‘dizi mantığı’ çerçevesinde pişirip, Öykü-Ayaz fanatikliğinde yedirdiniz. İyi güzel… Ama arkadaşlar biraz insaf yahu… Kurgu dahi olsa her şeyden önce bir akılcılık yansıtmalı.
Bu Mete-Öykü evliliği de neyin nesi? Koca koca insanlar, ciddi ciddi imzayı basıp cümlenin bilgisi dâhilinde ‘evcilik oyunu’ oynar mı? Hangi erkek, sırf arkadaşları zor durumda kalmasın diye fast food hızında nikâh masasına oturur? Para veya vatandaşlık için oturanları var da, ‘Kiraz Mevsimi’ndeki sırf hatır gönül meselesi. O halde ‘Aile hayatı erkeğe kariyerinde bambaşka bir ivme kazandırır’ diyen Önder’le evlilik işini iyice sarpa sardıran senaryoda ışığa tutulmuş tavşan gibi bırakılan Ayaz’ın Mete’den böyle bir şey istemesini nasıl izah edebiliriz?
Düğün gecesi Öykü’yü otelden kaçırması, artık görmekten içimizi bayan ‘gül yaprağı-mesaj’ süreciyle sergilenen ev romantizmi… Aynı şekilde araba bozulmasıyla başlayıp korku filmlerine rahmet okutan pansiyon aksiyonu… Engin hoşgörülü komiserin odasında ‘Cennet Mahallesi’ tarzı fütursuzlukla yaşanan kavgacılık… Tebeşiri hazır nezarethanede duvara yazma ve bayılma çocukluğu… Ev yemeği yapma işgüzarlığındaki Mete’yle mutfağa giren Öykü’yü dikizleyen Ayaz kabak gibi ortada dururken, bakıp da görmeme saçmalığı… Lastik gibi uzatılan yüzük çıkartma şamatasındaki palyaço halleri… Kısacası hangi birini sayacağımızı şaşırdığımız bir dolu gereksizlik ‘Kiraz Mevsimi’nin son ürünleri olarak yedirilmeye çalışılıyor.
Merak ediyorum… Kalbi yıllarca Mete için atarken Ayaz’a çark eden Öykü’yü Mete’yle öpüştürüp ardından damacanayla basın özgürlüğüne saldırtan ve bizlere de nezarethane komedisi yaşatan gelişimin mimarları tüm bunlara bakıp, ‘Kiraz Mevsimi’nin romantiklikten ziyade mantığı yoldan çıkmış itici komediye dönüştüğünü göremiyor mu?
Aslında, ‘Sibel-Burcu-Öykü’ üçlüsünü kanepeye yan yana dizip örgü örme gayretine sokarak ‘Kaçak Gelinler’ havası yaratmaya çabalayanlar cephesinden de, sadece minicik bir kısmını saydığımız, bu yersizliklerin hepsi bal gibi fark ediliyor ama... Kolaycı kafalar, ergen tribününe oynamaya odaklandığından masalcılıkta ipin ucunu kaçırmakta da bir sakınca görülmüyor.
Ancak bu uç kaçırmaların geri teptiği de hatırlanmalı. Aylar önce 23’lere yaklaşan reytinglerin 13’lere kadar düştüğü gerçeği unutulmamalı. Şimdilerde ‘evcilik oyunu’ tripleri sayesinde kıpırdanma yaşanmış olsa bile bunun etkisi de bir yere kadar. İnsanlar eli yüzü düzgün, klişeleşmemiş, aşkı özünde hissettiren romantik komedi istiyor. Dolayısıyla özverili iyiliğin enayiliğe dönüştüğü aynı teranelere rağbetten vazgeçilmeli. İzleyici sesine kulak verilmeli!
Son söz; Artık çat orada pat burada medet umulan aynı gidişatları, aşkı ve evliliği yozlaştıran içerikleri ‘gençlik dizisi’ kılıfıyla empoze etmeye uğraşmayın. Kendinizi biraz geliştirin canım.
Anibal GÜLEROĞLU
guleranibal@yahoo.com
www.twitter.com/guleranibal