İnsanoğlu en büyük yanılgılarını, türlü gerekçelerle mitler yaratma zaafı yüzünden yaşar. Bu süreçte kusurlar görülmez, eksiklikler fark edilmez… Hele bir de ödüllerle taltif edilmişse mitleştirilen olgu, o zaman eleştiri getirmekten kaçınma cesaretsizliği de eklenir bu yanılgı zincirine… Öyle ya, ortada ödülle tescillenmiş bir başarı vardır ne de olsa.
Peki de hiç mi kusuru yoktur, herkesin birbiriyle yüceltme yarışına giriştiği bu tür işlerin? Olmaz olur mu? Kusur, insana mahsus olduğuna göre en ‘bilge’ kişi dahi elbet bir takım hatalara düşebilir huzura çıkarttığı eserinde. Ama gel de bunu, kusur görmemeyi karşı tarafa hoş görünmekle özdeşleştiren zihinlere anlat anlatabilirsen.
Hani marka fanatikliği gibi bir durum mu demeli yoksa körü körüne yağ çekme aymazlığı mı? Bu çarkta imam bildiğini okusa da, ‘Yanlış yapmayan insan yoktur. İnsanlık, yanlışını kabul ve düzeltmekle olur’ diyen Albert Einstein gibi düşünenlerden yanadır gönlümüz…
Şimdi lafı daha fazla uzatmadan, gelelim Türk sinemasının 100’üncü yılında Altın Palmiye kazanarak olumsuzluklarla dolu gündemimizin kıymetlisine dönüşen ‘Kış Uykusu’na… Herkesin hakkında bir kelam ettiği yapımı biz de mitleştirmeden, doğrusu-eğrisiyle ele alalım.
KIŞ UYKUSU’NDA MELİSA SÖZEN FARKI
‘Bir Zamanlar Anadolu’ya kıyasla uzun plan bıktırıcılığı taşımadığından rahatça izlenen ancak süre bakımından yine ‘Daha kısa tutulabilirdi’ dedirten nitelikteki Nuri Bilge Ceylan filmi ‘Kış Uykusu’nu abartılı övgü zaafına düşmeden incelediğimizde, ilk olumsuz ayrıntı karakterlerde çıkıyor karşımıza.
Tıkılıp kaldıkları otel mekânında, adeta birbirlerini kemirircesine sürekli konuşan, kendileriyle birlikte yaşamı ve karşılarındakini analiz etmeye uğraşan karakterlerin, bu uzun uzadıya yaşanan süreçte tatminkâr bir inandırıcılık taşımamaları ‘Kış Uykusu’nun en belirgin eksiği.
Kapadokya’nın muhteşem doğasında ‘yalnız bir adam’ havasında dolaşarak çevresini tedirgin eden Aydın Bey’in yöresel mantar ve kataloga görüntü olsun diye konan ‘at’ üstüne muhabbetiyle başlangıcını yapan ‘Kış Uykusu’nda, Peri Bacalarının gerçekçi atmosferine karşın buraya serpiştirilen karakterler aynı doğallığa sahip değil. Görüntü yönetmenliğindeki başarıya ve oyunculuk kalitesine rağmen zayıf bırakılan senaryoda sırıtan bu eksiklik, ısrarla üstünde durulan edebi abartılardan dolayı daha da göze çarpar hale gelmiş.
İstanbul’dan Anadolu’ya düşmenin iç sıkıntısını, köşe yazılarında toplumsal eksikliklere değinerek geçirmeye çalışan ve bu arada çevresindekileri gizli ukalalığıyla ezen bir tip olarak işlenen Aydın Bey’i canlandıran Haluk Bilginer’i izlerken, müthiş bir teatralliğin açığa çıktığını görmemek imkânsız. Sanırsınız başlangıçta göze çarpan Muhsin Ertuğrul’un ‘Bir Ömür Tiyatro’ posteriyle verilmek istenen ‘tiyatro önemlidir’ mesajı karakterin de içine işlemiş.
Replikler o denli edebi eserlerden fırlamışçasına yaratılmış ki, onun aracılığıyla yaşamın çarpıklıklarına yapılan tüm vurgulara rağmen bu karakterle özdeşleşmek, onun her şeye bıyık altından gülen bilmişliğini hissetmek pek mümkün olmuyor.
Aynı şekilde Demet Akbağ’ın canlandırdığı Necla’nın da, insanı kavrayacak bir kimliği yok. Hz. İsa’nın ‘Bir yanağına tokat atana diğer yanağını çevir’ sözünü anımsatırcasına, ‘kötüyü doğru yola çekmek için onun kötülüğüne karşı koymamak gerektiği’ söylemiyle varlık gösteren Necla’nın çat kapı gelişleri ve bir dolu eleştiriyle mesajlar verip gidişleri, basın gösteriminde salonu tıka basa dolduranlar arasından kimilerine kahkaha attıracak derecede komik gelse de, bana göre filmin bünyesine işleyememiş bir eğretilikte… Hani filmde de vurgulandığı gibi, ‘Dizilerde bile yok böylesi’!
Ana karakterlerden üçüncüsü olan Nihal’e gelince… Melisa Sözen’le çok iyi uyuşan bu karakter ‘Kış Uykusu’nun en inandırıcı ve sahicisi!
Yaşlı kocanın genç karısı olarak gerek ruhsal, gerekse bedensel yalnızlık yaşayan ve kocasının ‘her şeyi ben bilirim’ tarzındaki tavırlarının altında ezilmenin arayışıyla ‘birey olma’ savaşı veren Nihal’in duruşu, konuşması, yüzündeki hüznü o denli doğal ki onu çabucak benimsemek ve bütünleşmek çok kolay. Dolayısıyla ‘Kış Uykusu’nun en olumlu yanı, Melisa Sözen’in olduğu sahneler ve Nihal karakteriyle işlenen, kadının kapana kısılmış hali.
Filmin başlarında ve sonunda sahne alan Nejat İşler ise hapse girmiş çıkmış kavgacı bir baba… Ona böyle psikopat-kavgacı tipler yakışıyor. Ama keşke, Peri Bacalarının içinde yoksul bir hayat sürmesine karşın ucuz gurur sergilemekten kaçınmayan Nejat İşler’in, kulağındaki küpe delikleri makyajla kapatılsaymış. Bu küçük ayrıntı akıl edilemeyince, bulunduğu ortamla çelişen ve komikleşen bir karakter sergilenmesi de kaçınılmaz olmuş. Sanatın incelikleri işte!
Ayberk Pekcan’ın Hidayet’i de karakter çelişkisinden nasiplenenlerden… Gayet mantıklı ve yol gösterici bir akıllılıkta konuşurken birden bire cıvıtan Hidayet’e, sözüm ona ‘Kış Uykusu’na Anadolu insanının saflık esprisini katma görevi yüklenmiş. Peki, sonuç? Yokluğunu bildiği halde, kırık camın değiştirilmesinde ‘orijinal mi yan sanayi mi’ diye sorgulatmak bu anlamda büyük bir gereksizlik olarak sırıtmakta.
MESAJ BOMBARDIMANIYLA UYKUDAN UYANMAK
Kurgusunda boşlukların yaşandığı, karakterlerin zorlamalarla havada kaldığı ve fazlaca sıradan konusuyla orijinalliğin yakalanamadığı ‘Kış Uykusu’nda en yoğun hissedilen olgu, her sahneye uygun mesajcılığın yaratılmış olması. Sanırsınız o sahneler mesajlar için var edilmiş.
‘Kötülük yapanlara pişmanlık duysun diye fırsat verilir mi’ sorgusunun kökeninin dayandırıldığı ‘can sıkıntısından ne yapacağını bilemeyen kadın’ yalnızlığını dahi, her türlü kötülüğün dış odaklı olduğunu söyleme merakıyla bağdaştırmayı başaran ‘Kış Uykusu’nu, diğer Nuri Bilge Ceylan yapımlarından ayıran farklardan biri bu mesaj bombardımanı… Ancak üç saati aşkın süresini çeşitli mesajlarla dolduran filmde bunlar da çok yüzeysel geçiştirilmiş.
Dolayısıyla karakterlerini diğerlerine oranla daha bol keseden konuşturan, sahneleri daha akıcı değiştiren yapımda siyasisinden toplumsalına cümle mesajlar, ‘Kör gözüm parmağına’ dercesine, seyircinin gözüne gözüne sokulduğu halde bir etkileyicilik yaratamıyor.
Göstermelik bir iki otel müşterisiyle, ‘turistlerin doğallığa geldiği’ saptamasının verilmesinin ardından ‘Çocuklar taş atıyor ama bir sor bakalım neden’ hoşgörüsünü ortaya koyan senaryo, Anadolu’daki sakilliği ‘pislik ve özensizlik’ olgularıyla vurgularken ‘ayak kokusu’ vasıtasıyla kırsaldaki din adamlarının halka örnek olacak kalibrede olması gerektiğinin de altını kayda değer bir sertlikle çizmekte.
İlaveten din ve ahlak kurallarıyla, toplumsal olaylarda muhtaçlara kapısını açmayan zenginler üstüne ilginç söylemlere yer veren yapımda, yoksulluğun doğal afet olarak görülmesi, yasaların kiracıları koruyarak ev sahiplerini mağdur ettiği, yerel gazetelerin okunmadığı, devlet hastanelerinde yoğunluktan dolayı hastalara iyi bakılmadığı gibi mesajlar da mevcut.
İnternet siteleriyle köşe yazarlarının da eleştiriden nasiplendiği içerikte, oyunculuğun ayağa düştüğünün işaret edilmesinin yanı sıra Omar Sharif (Ömer Şerif)’in alçakgönüllülüğü üstünden ünlülerin resim çektirmekten kaçınma hallerine de göndermeler yapılmakta.
Sanat filmlerinin vazgeçilmezi olan ‘At’ olgusunun gözler arası uzun seyahat yerine, yöresel olguyla, en kestirmesinden verildiği… Yardımseverliğin, ‘piyasa yapma’nın yeni adı olarak görüldüğü filmdeki baba mesaja ise ‘Düşünmek, daha büyük bir eylemdir’ mantığının korkakların bahanesi olarak işaret edilmesi!
Düşüncelerimizi, yazı eylemine dönüştürerek korkaklık bahanesinin ardına sığınanlardan olmamayı tercih ettiğimiz eleştirimizin sonucuna gelince…
Pek çok sahnesi ‘tiyatro’ havasında işlenen… Anton Çehov, Dostoyevski gibi Rus edebiyatçılarından alıntılarla bir kez daha ‘İyi ki şu Rus edebiyatının Gerçekçileri var da, bizim sanat filmlerine malzeme çıkıyor’ gerçeğini yaşatan… Ve böylece ‘müthiş’ diye nitelendirilen filmlerin, birden bire Rus veya İngiliz edebiyatının yerli imitasyonuna dönüşüverme durumuyla paralelliğe giren ‘Kış Uykusu’, eksileri artılarından ayrıştırılıp mitleştirilmeden değerlendirilmeyi hak eden, emeğin izlerini taşıyan bir yapım!
39 şehirde yaklaşık 150 salonda gösterimde olan ‘Kış Uykusu’, Altın Palmiyeli Nuri Bilge Ceylan’ın kendini aştığını görmek ve ‘sanat filmi’ etiketine sahip olan yapımları kıyaslamak adına ‘İzlenmeli’ derim.
Anibal GÜLEROĞLU
guleranibal@yahoo.com
www.twitter.com/guleranibal