Görüyoruz ki “gönül gözünü açmak” büyük bir çoğunluk için imkansız.
Belki yeterince olgunlaşmamışlar, hazır değiller, belki de gözleri ve kalpleri mühürlü gelmişler dünyaya, onlar için yapabileceğimiz bir şey yok.
Sadece şaşırmaktan kendimi alıkoyamıyorum... Çünkü anlamıyorum. Eğer hayat onların varsaydıklarından ibaret olsaydı ne anlamı olurdu?
Gördüklerinden, deneyimlediklerinden hiçbir şey öğrenmiyorlar mı? Onlara göre her şey tesadüfen mi oldu ve oluyor?
Tesadüfe inananların elinde avucunda mutlu olmaya sebep hiçbir şey kalmıyor nihayetinde. Bunalımdan kaçamıyorlar.
“Keşke böyle olmasalardı” diyorum... “Akılcı davranmakla zihnin kölesi olmak arasındaki farkı, hayatta arzulanan adaletin tevekkülle ilişkisini bilselerdi.”
“Keşke kendini ve başkalarını affedip özgürleşmenin (tevbe) ve sevgiye odaklanıp yaşama sevinci hissetmenin (şükür) tadına varabilselerdi.”
Görülüyor ki çoğu için bu imkansız... Ve bu da tesadüf değil elbette. Kitapta yazıyor. Anlayan anladı.
Ama ben bu yazıyı kendini kişisel alanda çok gelişmiş zannedip aslında tuzağa düşmüş olduğunu göremeyenler için yazıyorum. Onların durumu, gönül gözü kapalı olanlardan farklı değil bence.
Hani kişisel gelişim üzerine özlü sözler paylaşıp sonra dedikodu yapmaya kaldıkları yerden devam edenler var ya?
Geliştiğini, aydınlandığını zannedip aslında bir kısır döngü içinde yerinde saymak ne fenadır.
Eğer okuduğunu, dinlediğini sindirip hazmetsen, içselleştirsen, aynı şekilde davranamazsın ki...
Kimseden nefret etmez olursun. Hiçbir konuda sabit fikirli ve takıntılı olmazsın. Kin tutmazsın. Kaygılanmazsın, kıskanmazsın, kolay kolay öfkelenmezsin.
İnsanların içindeki iyi ve güzel yönleri, negatif yönlerinden daha çok fark edersin.
Üzerinde hissettiğin sıkışıklık ve manevî baskı ortadan kalkar, kendini iyi hissedersin.
Mutlu olursun. Değişirsin... Ve sen değişince hayatın da değişir. Somut olarak değişir ve iyileşir.
Başardığını buradan anlayabilirsin. Buna kişisel cennetine kavuşmak diyebiliriz.
Materyalist felsefe bunu bir “yanılgı” olarak görse de, ruhen geliştikçe hayatın somut olarak değiştiğini görmek tam aksini, aslında bir “uyanış” olduğunu kanıtlıyor deneyimleyene.
Bir düşünceyi araştırıp incelemeden reddetmek de, deneyimlemediği bir şeye baştan kapalı olmak da bana göre yobazlıktır.
Ama her konuda olduğu gibi dengeyi gözetmek gerek. İnsanoğlu kavramların içini boşaltıp yüzeyselleştirmeye meyilli. Ortalık “uzman” kaynıyor bu yüzden...
Bu da dikkat edilmesi gereken bir diğer konu:
“Benim gözüm açıldı, ben oldum” deyip başkalarına akıl öğretme noktasında görüyor herkes kendini.
Halbuki bunu yapan egosuyla hareket ediyor demektir ki, aydınlanma yolundaki kişiler için bu kabul edilebilecek bir şey değildir.
Gelişmeye, olgunlaşmaya, pişmeye çalıştığımız yaşam yolculuğunda kendimizce ustalaşırken, daha da alçakgönüllü olmak zorundayız. Bilgelik bunu gerektirir.
Aksi takdirde, felsefenin içi boşaltılmış olur ve geriye sadece “kişisel gelişim fiyaskosu” diyebileceğimiz bir garabet kalır.
Haddini bilmek önemli bir erdemdir, hayatın altın kuralı dengedir. Egonuzun tuzağına düşüp (şeytana uyup) kendinizi şaşırmayın.