İki derde bir arada kalmak hiç güzel değil… Hele de düşünsel açıdan. İnsan nasıl karar vereceğini bilemiyor bir türlü. Bu ikilem dizilerin değerlendirmesinde de geçerli.
Nasıl ki bir kez daha başarısızlık çelişkisi yaşatan bir diziyle karşı karşıyayız… İlk bölüm izlemesini heyecanla gerçekleştirip 3.14 reytingle Total’de 21, 2.59’la AB’de 20’inci sıraya yerleştiren sonuçlarıyla hüsran yaratan ‘Kızlarım İçin’e kötü demeye de, iyi demeye de dilim varmıyor!
Zorlu rekabet ortamında bir nebze de olsa mücadele eden ‘Ver Elini Aşk’ın yerine konacak kadar kendisine bel bağlanan ama arzulanan rakamlara erişemeyen dizinin sonuçlarına bakıp değerlendirmede bulunmaya kalksak ‘Başarısız ve gidiciliğe mahkûm bir iş’ dememiz gerekecek. Zira birilerine ilham(!) kaynaklığı eden önceki yazımda da vurguladığım üzere, Kanal D’nin beklenti çıtasını yüksek tuttuğunu ve yayın belirsizlikleriyle akıl oyunlarına giriştiğini biliyoruz.
Öte yandan Fikret Kuşkan’ın ve diğer kadronun ellerinden geleni yaptıkları dizideki öykünün potansiyel gerçeği bu başarısızlığı hak edecek türden değil. Yani aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık durumu.
İşte bu noktada ‘Kızlarım İçin’i yorumlama çelişkisi çıkıyor ortaya. Kuşkulara müsaitliğini çokça dillendirdiğimiz reyting takıntısını bir yana bırakacak olursak nasıl yorumlayabiliriz diziyi? Gerçek şu ki, sağlıklı bir yorumun yolu, içeriğin potansiyelini ve başarısızlık çelişkisini doğru saptayabilmekten geçiyor. Biz de elimizden geldiğince bunu yapacağız.
Buyurunuz…
‘KIZLARIM İÇİN’İN POTANSİYELİ NASIL ZİYAN EDİLMİŞ?
Dizi yarışının hayli kızıştığı ve bununla paralel, ilgi çekebilecek türden senaryo geliştirmenin giderek zorlaştığı ekranlarımızda en çok rağbet gören tema, hep işaret ettiğimiz gibi, ‘aile’… Zengin-fakir kesimi iç içe geçirerek aile tabloları yaratanların bunu destekleme formülü de ‘annelik-kadınlık’ olgusundan yol almak! Çocuklarının yükünü sırtlanmış zavallı kadınlar, anneleri tarafından mağdur edilmiş kızlar, oğullarını-kızlarını sevdiği kişiye layık görmeyip karaçalılığa soyunan anneler, iki sevgili arasına girmek veya paralara konmak için türlü dolap çeviren fettanlar ve daha neler neler… Cümlesi, senaryoların gelişimini ve dizilerin ilgi çekimini sağlayan kadın malzemesi. Yani yerli dizilerimizin baş özelliği, erkekten ziyade kadın abartısına yoğunlaşıp buradan medet ummak. Anlayacağınız savaşçılar, tarihe övgü dizenler veya yer altı dünyasından kahraman türeten işler dışında mutsuz ailelerin temaşası, senaryo yaratmada ilk başvurulan!
Nitekim ‘Kızlarım İçin’ de ilk bakışta çok yönlü değerlendirmeye açık, mutsuzluğun kol gezdiği bir aile öyküsü… Yani tam seyircinin beğenisine hitap etme kapasitesinde. Dahası, Akademi ödüllü aktris Susan Sarandon’ın ‘Bütün mutlu aileler birbirine benzer; ama her mutsuz ailenin sadece kendine has bir hikâyesi vardır’ sözünü de destekler türden, benzeşmelerle birlikte, kendince etkili bir aile tablosu geliştirme potansiyeline sahip. Dolayısıyla buradan izleyicinin itibar edeceği bir iş çıkartmak çok zor değil. Lakin her biri farklı karakterde olan beş kızın ve geçim sıkıntısındaki karı kocanın, komşuların da dâhil olduğu mahalle ortamında türetilen ihanetli-cinayetli aile öyküsünde bu potansiyel daha ilk baştan heba edilmiş durumda. Nasıl mı? Senaryonun yanlış hesabıyla! Ayrıntısına bakalım hemen…
‘KIZLARIM İÇİN’İN ELİNİ ZAYIFLATANLAR…
Tüm planlamaların matematiksel dengelerle yürütüldüğü gerçeğinde, senaryoların da tutması için kesinlikle doğru hesaplarla geliştirilen bir matematiği bulunmalıdır. Yani dramatik yapısında denge olmalı; izleyici neyi sever, neye itibar eder sorularına sağlam gözlemlere dayanan cevaplar vermelidir. Bu hesaplar, reyting sistemi çerçevesinde, çoğu zaman öykünün önemini ötelese de…
Kaliteli ve farklı iş üretmenin önündeki en büyük engel olsa da, reytinge oynayan yapımların başarısı için zaruri! Hesabını doğru kuramayarak yola çıkan, izleyicinin ilgisini çekemiyor maalesef. Bundan dolayı ‘Kızlarım İçin’in aile öyküsündeki potansiyelin ziyanına sebep olup elini zayıflatan baş unsur, senaryonun ‘özverili baba’ figürüyle işe koyulması! Bunun neresi yanlış diyebilirsiniz. Esasen hiç kötü bir şey değil. Ancak insanların aile hassasiyetlerindeki garip ikilem sayesinde olumsuzluğa dönüşmekte.
Şöyle ki; bir yandan gerçek yaşamdaki dayakçı-baskıcı baba olayından, erkek şiddetinden şikâyet edilir…
Diğer yandan bu tarz karakterlerin ön plana çıkartıldığı dizilere rağbet gösterilir. Dizileri de şekillendiren bu ikilemin püf noktası, toplumun yumuşak başlı erkek tipine tahammülsüzlüğü! Yani ‘özverili baba, sessiz koca’ dendi mi hemen bir yetersizlik algısı oluşur toplumda. Babayı, korumacı reisliğin ve maddi desteğin sembolü görüp bu uğurda sergilediği tüm sertlikleri yadırgamadan kabullenenler, anneyi de, şefkatin-özverili boyun eğmişliğin yansıması olarak izlemek ister. Aldatan ve posta koyan hep erkek olacaktır… Erkeğin yaptıkları yüzünden bir başına kalıp çocuklarının mutluluğu için çırpınma rolü de kadına-anneye yüklenecektir.
Bu toplumsal bir klişedir ve izleyici buradan doğan bol ağıtlı-abartılı işleri baş tacı eder hemen. Zira çoğunluk, eziklik ve özverili olmayı erkeğe değil kadına layık görür. Erkek ya kötülük edecektir ya da zordaki kadına aşkıyla-parasıyla kurtarıcı olacaktır. Şayet bunun aksi bir tablo sergilemeye yeltenen dizi çıkarsa reytingde gömülür. Tıpkı senaryo matematiğini bu klişeden farklı kuran ‘Kızlarım İçin’in başına geldiği gibi!
Durum meydanda… Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘Ekonomik sorunların erkeği aile içi şiddete yönlendirdiği’ tespitiyle denk düşen Yaşar’ın öfkesiyle kısmen erkek sertliği yansıtılmış olsa dahi, hep kızlarını düşünerek davranışlarını dizginleyen ve parasızlığın boynu büküklüğünü yaşayan bir adam sunuldu izleyiciye. Zaten tüm kızlarına özgür olsunlar diye kuş ismi veren Yaşar da önce babasının, sonra parasızlığın ve korkaklığının tutsağı olduğunu en yumuşak tondan dillendirmedi mi, babayı çınar ağacına benzeten yapımda? Öyleyse kusur babada!
Öte yandan Dede Korkut’un Deli Dumrul hikâyesindeki ‘özverili kadın’ figürüyle kel alaka bağlantı kurarak kendi öyküsünü anlatmaya başlayan Yaşar’ın aile facialı tablosundan açılışını yapıp, iki gün öncesine giden ‘Kızlarım İçin’in içeriğindeki ‘toplama’ havasının da başarısızlık etkeni olduğunu belirtelim. Yani izleyicinin hoşlandığı detaylar, karakterler bir araya toplanıp doğru senaryo matematiği geliştirilmek istenmiş ama evdeki hesap çarşıya uymamış. Çünkü bu kombinasyon, tahmin kolaylığıyla, kendine has aile hikayesi gelişiminin önünü tıkamış.
Mesela ‘Kırgın Çiçekler’in Kemal’i Cansu Fırıncı, burada Selva’nın kocası Çetin rolünde... Gel gör ki, konuşması tam anlamıyla Kemal tarzında. Öyle ki, doktor adayı baldız Kumru’nun yanında yürürken ona bakıp Kemal’in tacizciliğini hatırladım ve bu muhabbetten benzer bir gelişim çıkacağını düşündüm açıkçası… Ki, dizi devam şansı bulursa olacağına bak diyorum.
Ayrıca Yaşar’ın geçim sıkıntısı çekip koskoca müstakil evde oturmasını manasız bulduğum, yanan dükkânın ve bu evin arsasının niye satılmadığını düşündüğüm dizide çağrışımların ötesinde karakterlerin davranışları da tutarsız... Misal, öz çocuklarına üveyden beter davranıp ilginç bir anne tipi çizen ama ne hikmetse çabucak öldürülmesi tercih edilen Ayten’in Zübeyir’le ilişkisindeki tedbirsizliği… Kocasının elinden kızı sayesinde kurtuluyor. Ama sonrasında Zübeyir’i eve alıp fingirdeşmekte sakınca görmüyor. Zübeyir deseniz, sokaktayken Ayten’in ısrarlı aramalarını cevaplamaktan çekiniyor da gündüz vakti kadının kapısına dayanıp içeri dalarak sevişmeye yeltenmekten korkmuyor. Bu ne perhiz, ne turşu?
Keza Kumru’nun doğru düzgün açıklamada bulunup hocasından izin alarak gitmek yerine başına buyruk biçimde hastaneden kaçması mantığa ters bir davranış. Nerede kaldı bu kızın doktor olup ailesinin yüzünü güldürme sorumluluğu? Hele ofisinde hava basan Yağız’ın henüz evden çıkmışken şakır şakır yağmurda su içme ihtiyacı hissedip indiği arabasını çaldırması tam komedi. Kumru onca yokluğun arasında ne ara öğrenmiş araba kullanmayı? Hadi biliyor diyelim… Yağız çalışır vaziyette mi bıraktı da Kumru, ilk kez bindiği aracı hiç bocalamadan sürdü gitti? İlaveten Lüks meraklısı kardeş görevini üstlenen Sumru’nun üniversite koridorundaki atışması ve ayakkabıcıya dalıp en yüksek fiyatlı botu alması da dizideki yersiz sahnelerden. Sözde kırılan topuktan ajitasyon ve aşk yaratılmak istenmiş ama her karesi çok eğreti durmuş. Şakır şakır yağan yağmurda kaç yüz liralık ayakkabıyla koşturması da cabası…
KISACASI; ‘Kızlarım İçin’, başarılı olabilecekken olamamış bir iş konumunda! Çünkü bizdeki izleyici, gerçek yaşamdaki söyleminin aksine, ‘Çınar ağacı’ olma hevesiyle fedakârlık sergileyen babaların gölgesinde gelişen dramatik öykülerden pek hoşlanmaz. Hal böyle olunca da beş kızının iyiliğini dert edinerek ekmek peşinde koşturan; bir yandan paraya doymayan karısının dırdırıyla boğuşup bir yandan da geçmişin ezikliğini omuzlarında taşıyan, İstanbul Beykoz’da babadan kalma iki katlı ahşap bir evde yaşayan Yaşar Yılmaz ve ailesinin kendine has mutsuzluk öyküsüne yeterince itibar etmez. Hele bir de bu öykü mantıksızlıklarla iyice örselenmişse, hiç gözünün yaşına bakmaz.
Ancak tüm bu gerçeklere karşın ‘Kızlarım İçin’den çabucak ümit kesmemek gerektiğini de hatırlatmak isterim. Nihayetinde verilmiş bir emek ve potansiyel mevcut. Senaryoyu doğru yönlendirmelerle şekillendirip bu potansiyelden hak ettiği oranda faydalanmak da mümkün… Tabii kanalın biletini kesmemesi şartıyla! Hayırlısı bakalım.
Anibal GÜLEROĞLU
guleroğlu@yahoo.com
www.twitter.com/guleranibal