‘Kurt Seyit ve Şura’ hayal kırıklığı mı?
Büyük beklentiler, büyük hüsranların da yolunu açar. Ukrayna-Rusya kriziyle gündeme gelen Kırım Türklerinin yer aldığı bir öykü olan ‘Kurt Seyit ve Şura’ da bu gerçekle karşı karşıya.
Henüz proje ve çekim aşamasındayken bir hayli dillendirilen ve övgülerle sunulan dizi, ilk bölümünün ardından hem reyting konusunda beklenileni veremedi hem de izleyicilerden çeşitli eleştiriler aldı. Beğenenler olduğu kadar beğenmeyenler de mevcut.
Ancak gerçek şu ki, Çarlık döneminde başlayıp Birinci Dünya Savaşı’nın acılarına, sonrasında Bolşevik İhtilali’nin kanlı günlerine, oradan da İstanbul’un ışıltılı dünyasına uzanan geniş yelpazeli bir konuyu işleyen ‘Kurt Seyit ve Şura’ henüz bir bölümüyle ekrana gelmişken, katı eleştirilerle ‘hayal kırıklığı’ deyip kestirip atmak da büyük hata!
Bundan dolayı ben de böyle bir yanlışa düşmeden, kimi izleyici satırlarını da dikkate alarak, özel ayrıntılara yönelik bir başlangıç eleştirisi yapacağım.
EKRANLARIMIZIN GÖRDÜĞÜ EN ÖZENLİ DİZİ
Fark yaratmak adına büyük bir titizlikle çekildiği açık seçik ortada olan ‘Kurt Seyit ve Şura’ için ilk sözüm, ekranlarımızın gördüğü en özenli dizi olduğu yönünde… Nice büyük prodüksiyonlar çıktı ortaya ama hiçbirinde böylesine dönemsel detaycılık yoktu.
‘Şerefinle yaşamak istiyorsan istifa et’ sözüyle ve Rus klasiklerini aratmayan görselliğiyle daha ilk andan itibaren beğenimi kazanan Kurt Seyit karakterini mükemmelleştiren olgu, hiç kuşkusuz Kıvanç Tatlıtuğ’un günden güne gelişen oyunculuk yeteneği. İlk dönem dizisindeki bu harika duruşuyla yapımın en büyük ilgi odağı olan Tatlıtuğ’dan başka biri de, bu rol için uygun düşmezdi zaten.
Öte yandan naif bir Rus kızını canlandıran Farah Zeynep Abdullah da, kim ne derse desin rolünün hakkını vermekte. Kıvır kıvır saç şekli ise canlandırdığı yaş ve saflık itibariyle mükemmel… Gerek duruşu, gerekse Kurt Seyit’e uyumluluğuyla isabetli bir seçim olmuş.
Petro karakteriyle karşımıza gelen Birkan Sokullu da, dizinin başarılı oyunculuk üçgenini tamamlayan isim olarak dikkat çekici.
Oyuncuların uyumu dışında dizide öne çıkan özellik, kostüm ve mekân zenginliği! Arabalardan tutun da şehir ve doğa ortamlarına kadar her olgu, yabancı yapımları aratmayan türden ele alınmış. Dört duvar arasına sıkışıp kalmış dizilerden o denli bıkmışız ki bu çeşitlilik taze bir soluk gibi ekranı doldurdu.
Rus klasiklerindeki atmosferi yaratmak istercesine çarpıcı biçimde kullanılan ışıklarla daha da hoşlaşan yapımda özellikle balo sahnesini çok beğendim. Dans ve kıyafet ihtişamıyla dolu dolu sergilenmesi göz kamaştırıcıydı. O dönemi birebir yaşatan projenin büyüklüğünün göstergesi olan bu sahnelere ilaveten karlarla kaplı mekânların görüntüleri de mükemmel yansıtılmış. Nihayet bu türde bir yapım ortaya çıkartabildiğimizi görmek büyük mutluluk!
‘Kurt Seyit ve Şura’da beğeniyle karşıladığım bir başka ayrıntıysa, ‘hamam’ sahnesi oldu. Şimdiye dek hamam sahnesi dendi mi hep kadınlar akla gelirdi. Kurt Seyit sayesinde, erkeklerin de hamam hallerini dizilerde görebildik çok şükür.
DİZİNİN GÖZE BATAN AKSAKLIKLARI
Bu olumlu tabloya karşın ‘Kurt Seyit ve Şura’nın da aksayan yanları var elbet… İlk etapta senaryo, böylesine zengin bir konuyu oldukça yavan ele almış gibi durmakta! Sanki dizi, sezonlar boyu ekranda tutmak istenmiş de, daha ilk bölümden alabildiğine gereksiz sahnelerle doldurulmaya çalışılmış. Gelişimin nasıl olacağını bilemeyiz tabii…
İddia sayesinde Şura’yı fark eden Seyit’in ona birdenbire büyük aşkla bağlandığı havasını yaratmak da, başlangıç için hata olmuş. Seyit kadınlar konusunda kurt biri… Şura’ya ilgisi de, ayaküstü kendisini yatağa davet eden kadınlardan faklı görmesinden kaynaklanıyor. Bu nedenle baba ocağına giden Seyit’i derin düşüncelere itecek bir aşkın, iki görüş bir bakış oluşması pek mantığa uymuyor.
Baba ocağı demişken, ‘Kurt Seyit ve Şura’nın en zayıf halkası olan Kırım’daki sahneler de doyurucu değil… Karadeniz övgüsüne rağmen Rusya’daki görkemin yanında fazlaca cılız kalmışlar. Ormandaki araba kazasına müdahale, Ebe’nin götürülüşü, Seyit’in küçük kardeşine yapılan çocuk muamelesinin abartılışı gibi ayrıntılarsa, dizinin ayaküstü klişelere dönüşümü.
Dizinin Kırım ayağıyla ilgili izleyiciden gelen bir tepki de, Kurt Seyit ve Ailesi’nin Kırımlı Türk olmaktan çok uzak bir profil çizdiği yönünde!
‘Kurt Seyit ve orada gördüğümüz Kırımlıların neresi Müslüman Türk anlamış değilim. Tamamen yaşam ve görünümleriyle Rus bunlar. Sadece adları Müslüman’ diyen Hüseyin Bey, dizinin bu konudaki çelişkisine dikkat çekip ‘‘Osmanlı’nın, İstanbul’un perişan halini umursamayan bir aileyi ve askerlerini ‘Ay bunlar da Türk oh ne güzel Rus ve Türkler arasında geçiyor konu. Bir Türk-Rus aşkı izleyeceğiz’ diyerek mi karşılamamız gerek’’ şeklinde sorguluyor ilk bölümün mantığını.
Gerçekten de Çarla birlikte rejimi ve Rusya’yı canla başla savunmayı iş edinmiş görünümünde sunulan Kırımlı ailenin ve oradaki Türklerin benimsenebilmesi için bu ayrıntıların üstünde biraz daha hassasiyetle durulması gerek. Yoksa toplum bu ‘asil’ sunumu yadırgayabilir.
Renk çeşniliğiyle göz alıcı bir armoni yaratılarak, alışılmışın dışında göz alıcılıkla oluşturulan dizinin bana göre en önemli kusuruna gelince, yönetim zafiyeti! Zira bu masalsı öykünün aktarımında, izleyiciyi kavrayan tatmin edici bir bütünlük tam kurulamamış. Sahne bağlantılarının aksaklığı, türe yabancı olan izleyicide odaklanmayı zorlaştırmakta. Tabii bu hususta da peşin hükümlü olmayıp ilerleyen bölümlerinde sergilenecekleri beklemek lazım.
ELEŞTİRİLER HAKLI MI?
Nermin Bezmen’in gerçeklerle hayal dünyasını buluşturduğu romanından yola çıkıp izleyiciyi 1877 yılının Çarlık Rusyasına götüren ‘Kurt Seyit ve Şura’, Çar II. Nikola dönemdeki Rus saltanatını Kırım Türklerinin gelenekçi yaşam biçimleriyle harmanlayarak veren bir öykü.
Kurtların bol olduğu Kırım’da onların sesinden korkup çokça ağlayan çocuklara cesaret aşılamak için ‘Kurt’ lakabı takan ve ‘Rus bayanlarla eğlen ama bir Türk kızıyla evlen’ nasihatinde bulunan Kırım Türklerinin, bu tutuculuğa karşılık Rus Çarı’nın ordusunda ölümüne hizmet verdikleri hikâyede pek çok konu iç içe geçmiş. Hepsinin buluştuğu ana tema ise yitirilenlerin avuntusunu ve çaresizlikleri barındıran tutkulu bir aşk.
Tıpkı Rus romanlarındakine benzeyen bu tabloya yapılan eleştirilerin başında, temponun yavaşlığı gelmekte. Gece çekimlerinin, kimilerinin görüntüsüz ses şeklinde eleştirmesine karşılık, gayet gerçekçi olduğu başlangıcından bölüm sonuna dek dizideki temponun düşük olduğu doğru. Ne var ki, karakterlerin giysisinden yediği lokmaya her şeyi en ince detayına kadar işleyen Tolstoy, Dostoyevski, Çehov gibi Gerçekçi Dönem Rus yazarlarının bütün eserleri de aynı tempodadır.
Nermin Bezmen’in romanından uyarlanan dizi de yapı itibariyle bir Rus romanı çizgisinde olduğundan ve Rusya’nın atmosferini canlandırdığından, ayrıntılara önem verilmemesi beklenemezdi. Zira o zaman ‘Kurt Seyit ve Şura’ da sıradan kalıplaşmış dizilere dönüşürdü.
Ayrıca bizde sanki diğer diziler çok akıcıymış gibi, Kurt Seyit’in ağır ve masalsı bulunan ilk bölümünün, Rus izleyici tarafından ‘çok başarılı’ yorumuyla karşılandığını da belirteyim.
Haliyle onlar bu tür yapımlara alışkın ve kıyaslamayı daha net yapabiliyor. Bizim böylesi içeriklere ve dans sahnelerine aşina olmayan izleyicimiz ise ‘Bu kadar uzun dans sahnesi mi olur’ diyerek sıkılıp, sorguluyor. Oysa dizinin en eleştiri gerektirmeyen ve vurucu yanı balosuyla, dans olayı… Ötesi, bugüne kadar harala hurala yapımlarla doldurulan beyinlerin algısına kalmış. Nitekim ‘Küçük Ağa’nın önde olması bu algının yönünü çok net göstermekte!
Sonuçta; ilk etapta fazla üstüne gidilmemesinden yana olduğum ‘Kurt Seyit ve Şura’ kesinlikle bir hayal kırıklığı değil. Yöneltilen eleştirilere karşı da söylenecek çok söz var. Ancak kim ne derse desin, şimdilik noktayı koyup ‘Yiğidi öldürsek de hakkını yemeyelim’ diyorum.
Anibal GÜLEROĞLU
guleranibal@yahoo.com
www.twitter.com/guleranibal