‘Üzüm üzüme baka baka kararır’ demiş atalarımız. Ekranlarda yer alan dizilerin içerikleri de bu mantığa göre geliştiriliyor adeta. Bir tema tuttu mu peşinden gelen yapımlar da aynı yoldan yürüyor. Gerek karakterler, gerekse bölüm içerikleri neredeyse aynı kalemlerden çıkmışçasına yaratılıyor. Bu sezonun modası, ‘Masumiyet’ ve ‘Sadakatsizlik’. Üstelik bu moda her iki kavramın içini boşaltan, anlamını ters yüz eden türden karakterlerle sürdürülüyor… Ve dahi ‘Masumiyet’ adeta katlediliyor.
Bu gerçek doğrultusunda ‘Nedir masumiyet’ diye soracak olursak… Kelime anlamına göre ‘Suçsuz, günahsız, kabahatsiz’ olma hali! Kuşkusuz bu tanımın kapsama alanı eylemlerle sınırlı değil. Düşüncelerde de masumiyet hali önemli. Zira eylemlerin temeli düşüncelerle atılır. Dolayısıyla masumiyetten dem vurabilmek için hem zirken hem fikren saf olmak şart.
Peki, ekrandaki masumiyet mantığı bu tanımla bağdaşıyor mu? Günümüzde prim yapmanın yolunun ‘Masumiyet’ kılıfıyla türlü dalavere çevirmekten geçtiğini… Kötüler yerine gerçek masumların itham edildiğini düşünürsek… Ne yazık ki sadece kurgularda değil, yaşamda da masumiyete takla attırıldığını görüyoruz.
Keza sadakatsizlik için de aynı mantık işliyor. Kişilere ve değerlere yönelik sadakatsizliğin kahramanları, pirüpak olup çıkıveriyorlar ortaya. Velhasıl günümüz dünyasında, kurgusundan gerçeğine, sadakatsizlik olayını fırıldağa çevirip masumiyeti katledenler yükselen değer! Kavramların özünü zedelemeden yaşamaya çalışanlar da, ezilenler.
Hal böyleyken ekranda masumiyete en bariz biçimde takla attırıp katlederek sadakatsizliğin çehresini değiştirenlere bakacak olursak… Kanal D’nin ‘Sadakatsiz’iyle yarışa tutuşan FOX’un ‘Masumiyet’i bu hususta açık ara öne çıkan yapım oluyor.
İçeriğini; on dokuz yaşına gelmiş olmayı, tüm değer yargılarını hiçe sayarak ve anneye muhalefet ederek yaşama özgürlüğü olarak gören bir genç kızın doğum gününde öldüresiye şiddete maruz kalması üstüne kuran ‘Masumiyet’ merakla beklediğim işlerdendi.
Lakin herkesin masumiyet iddiasında bulunduğu ama ortada gerçek masumun olmadığı bölümleri izledikçe hislerim hayal kırıklığına dönüşüverdi. Belki hata görülür, masumiyeti dibe vurduran yanlış mantıktan dönülür dedim ama… Ne gezer. Dizi ilerledikçe beter oldu. Şiddeti eleştirmek adına yola çıkıp defalarca verilen şiddet görüntüleriyle şiddetten medet umara hale gelen kötü bir örnek halini alıverdi. Böylece hayal kırıklığım, yerini gittikçe artan eleştirel tepkiciliğe bıraktı. Zira gelinen noktada ‘‘Masumiyet’te masum var mı’’ sorusunu sorduran dizi, şiddete ve kadın istismarına ayna tutmaktan ziyade, masumiyeti katleden ve değer yargılarını ikircikli hale getirmeyi vazife edinmiş halde!
Hal böyleyken Total’de ilk on arasına girmeyi başaramayan diziye yönelik eleştirimizi dillendirmek ve yapımı aşağı çeken olumsuzlukları sıralamak kaçınılmaz oluyor. Buyurunuz…
‘Masumiyet’e takla attıran detaylar arasında üstünde durulması gereken ilk olumsuzluk, dizideki karakterlerin kötü örnekliği ve masumiyet mantığına zıt biçimde yaratıldıkları hususu… Üste çıkma pervasızlığıyla hareket eden karakterlerin tavır ve konuşmalarına alabildiğine bir utanmazlık hâkim. Bu noktada ‘Masumiyet’ olgusuna en ters davranışlar sergileyen karakter, Ela! Çünkü Ela’nın İlker ile yaşadıkları akıl dışı şeyler.
Öncelikle, objektif bir biçimde değerlendirdiğimizde, Ela’nın çarpık ilişkisini ‘aşk’ bahanesiyle örtüştürmek imkânsız… Zira henüz 18 yaşını yeni bitiren bir kızın, başka biriyle altı yıldır nişanlı olan, 35 yaşındaki bir erkekle birlikteliği düşünmesini aşkla izah etmek gerçek sevda mantığına sığmaz. Böylesi bir ilişkiyi aşk diye yutturmaya çalışan kızın asıl olayı daha başkadır. Ya yaşça büyük erkeğin sahip olduğu avantajlardan bir süreliğine faydalanma hedefidir, ya kendini ispat hevesidir, ya da onu gençliğiyle elde edip sağlam bir gelecek kurma hayalidir.
Nitekim babadan yana hissedilen duygusal boşluğu ‘Benim kızım yapar’ havasıyla doldurup annenin varlığını öteleyen Ela’nın, İlker’le ilişkisi de bu gerçekler üstüne kurulu. Gel gör ki senaryo bize Ela’nın tüm yanlışlarını ‘aşk’ ile kamufle ederek sunmaya çalışmakta.
Peki… Bu durumda gerek kurgularda gerekse gerçek hayatta türlü şekilde yozlaştırılarak duygu ve samimiyetinden çok şey kaybeden… Adeta maddi-manevi çıkar kapısına dönüştürülüp yeri geldiğinde tehdit aracı olarak da kullanılan… Ve popüler kültürün romantizmden ziyade ‘malı kapma’ hevesini tatminiyle özdeşleştirilen aşkı kabullenip Ela’ya ‘masum’ gözüyle bakmamız mümkün mü? Kesinlikle hayır.
Dolayısıyla ‘masumiyet’ ve ‘aşk’ bir yana, Ela’nın İlker’le her şeye rağmen sürdürmek istediği ilişkisi ‘kötü örnek’ niteliğinde. Zira ‘hastalıklı’ olan bu yakınlaşma dayatmasıyla, genç kızlara-kadınlara ‘Sevgiliniz sizin kafanızda sandalye de parçalasa, bebeğinizin düşmesine de sebep olsa, hatta sizin tüm kemiklerinizi kırıp ölümün eşiğine bile getirse onu affedip aklayarak ilişkinizi hiçbir şey olmamış gibi sürdürün’ denmekte adeta. Burada, Ela’nın kendisini kimin o hale getirdiğini görmediği için İlker’le yeniden yakınlaştığı şeklindeki, bahanelerin arkasına sığınılmasının yanlış olacağını da vurgulamak isterim.
Öte yandan psikolojik terapilerde dahi oynamaktan çekinmeyen İlker’in yalanlarına kanma işinde zekâyı sıfırlayan Ela’nın masumiyeti dibe vurduran bir diğer davranışı, aşağılanmaya ve itilip kakılmaya rağmen sülük gibi yapışması! Hale’nin ağır ve haklı uyarılarını yüzsüzce dinleyip karşılık veren… İrem’in kulak koparma, kafa yarma saldırganlığına aldırmadan İlker’i onun elinden kapmayı vazife edinen Ela’yı ne maruz kaldığı şiddet ne de İlker’in boşanmadan dönen evliliği engelleyebiliyor. Karakter o denli yüzsüzlük ve gurursuzlukla donatılmış ki, senaryonun arada sırada ‘Nasıl davranırsan davran insanlar hakkında konuşacak’ mantığıyla yarattığı korumacı replikler bile onca olayın ardından kendisini döven adamla öpüşüp koklaşan Ela’nın buradaki kötü örnekliğini hafifletmeye yetmiyor.
Dahası babasının Banu ile ilişkisini bildiği halde bunu annesinden saklaması ve böylece Bahar’ın kendisini sürekli aşağılayan kocası Timur ile onun paragöz-fitneci ailesi karşısında daha da ezikleşmesine fırsat vermesi de Ela’yı masumiyetten uzaklaştıran durumlar.
Velhasıl ‘Kendi düşen ağlamaz’ atasözüyle çok uyumlu bir profil çizerek adeta şiddet gören kadınların bunu hak ettiklerine yönelik algı örneğine dönüştürülen Ela karakteri, masumu olmayan ‘Masumiyet’in baş suçlusu!
‘Masumiyet’e darbe vurarak kötü örneğe dönüşenler cephesinde, dizideki ‘anne’ mantığının sakatlığı da üstünde durulması gereken detaylardan. Dizilerin anneler aracılığıyla beslenen kötülüğe ve çatışmacılığa merakı malumumuz. Nasıl ki, ‘Alev Alev’deki Çelebi misali karakterlerin kötülüklerinin özünde ‘anne’ diye geçinenlerin olduğunu farklı vesilelerle ele aldık. Lakin filtre abartısıyla göze batmanın yanı sıra ‘Aman da aman’ tarzı söylemlerle ve gereksiz mimiklerle doğallıktan uzaklaşıp tonlamasıyla de duygu aktarımını yerle bir eden Hale karakterinin yeri bunlardan biraz farklı. Zira gerek oyuncu kimliği, gerekse karakterin hinlikle gelişen güçlülük vasıflarıyla diğerlerine nazaran daha göze batan türden ‘kötü örnek’ olarak yansımakta izleyiciye.
Şöyle ki; Dengesiz ve zayıf kişilikli oğlunun şiddet ve sadakatsizlik vasıflarını bertaraf edip onu masumlaştırmaya çalışarak ‘Masumiyet’ kavramına külliyen ters takla attıran Hale, despot tavırlarıyla ortalıkta gezip kumpaslar kurarken ‘Oğlunu koruyan anne’ bahanesinin ardına saklanmayı dikte etmekle kalmıyor. Aynı zamanda Ela’yla İrem’e yaptığı ezici konuşmalarla ve kızlarını korumak için çabalayan Bahar’la Harun’a yönelik girişimleriyle de kötülüğü aklama olayını normalleştiriyor.
Keza Timur’u her şartta kollayıp Bahar’ı ezen, yuva dağıtıcı tavırlarıyla kötü kaynanalıkta zirve yapan Gülizar… Ve Harun’dan gelecek tazminat parasına göz koyup kendi gibi paragöz-kumpasçı bir kız yetiştiren Neval de masum görünümlü şeytan anneler olarak ‘Masumiyet’in kötü örnekliğine katkıda bulunanlardan. Yani ‘Masumiyet’in anne mantığı evlere şenlik!
İçerikteki masumiyet kavramını sorgulatan bir başka detay, iyi olanların hep bir eziklik-boynu büküklük haliyle sunulması! Misal, eğitimini devam ettirmek yerine, kendini ailesine adamayı seçen Bahar’ın sürekli aşağılama diline maruz bırakılması hiç hoş değil. Dahası cart kırmızı rujla dudakları iyice şişik hale getirilen ve amacını aşan söylemlerle abartılıp metres olma vasfının ötesine taşınan Banu’nun karşısında pespaye giyim tarzıyla iyice silikleştirilmesi de masumiyet olayını ezikliğe dönüştürme kafasının eseri.
Aynı durum Harun için de geçerli. Mesela Harun, Timur’un para isteme olayını ve karısı hakkında söylediklerini neden hemen kabulleniyor? Birkaç dakika önce konuştuğu Bahar’ı arayıp sorgulamak yerine niye parayı doldurup götürüyor? Anlayacağınız dizi, Bahar’ın silik görünüşüyle iyi eş ve anne olmayı, eziklik gibi gösteren bir mantık yürütüyor. Harun’un naif ve sabırlı babalığını da istismar edip kötüler tarafından kolayca kullanılabilecek anlamsız bir saflığa dönüştürüyor.
Böylece ‘masumiyet’ odaklı içerik, ‘Kötüler, iyilere karşı üstündür’ felsefesini pompalarken ezikliğin masumların kaderi olduğu algısını işliyor beyinlere. Peki, gerçekten öyle mi? ‘Bir insana 40 gün deli dersen deli olur’ demişler ya, bu da o hesap.
SONUÇTA; ‘Masumiyet’te masum olanı bulmaya çalışmak, elde fener sokaklara düşen Diyojen olmakla eşdeğer. Zira Eda’nın yapışkanlığı ve gurursuzluğuyla masumiyeti gömüp şiddeti normalleştirir hale gelen… En olmadık anda dahi aynı yüz ifadesiyle karşımızda durarak sıyrıklık abidesine dönüşen İlker’in varlığında duyarsızlığa tavan yaptıran… Karakter performanslarıyla gayet itici bir tablo sergileyen Hale-Banu ikilisi aracılığıyla zorlama bir kötülük süreci yaratmaya çalışan… Timur ve ailesinin hem suçlu hem güçlü tavırlarıyla sabır taşıran… İrem karakteriyle de sosyal medyanın kötü amaçlı yönlendiriciliğini örnekleyip takipçi kıskacındaki fenomenliğin zavallılıkla eşdeğer olduğu gerçeğini işaret eden ‘Masumiyet’, karakterleri ve mantığı sayesinde yarattığı tabloyla masumiyetin özünü katleden bir yol tutturmuş kendine.
Bu yol nereye varır, bu mantıkla nereye kadar yol alınır derseniz… ‘Masumiyet’ için söylenecek daha çok söz, yöneltilecek daha nice eleştiri olduğu gerçeğinde kesin konuşmak zor açıkçası. Şayet içerikte ve masumiyet mantığında aşama kaydedilmezse ikinci sezonunda ne denli başarılı olur bilinmez. Hele bir de yeni rakipler çıkarsa ortaya, Deniz Çakır ve Mehmet Aslantuğ’un varlığı da diziyi kurtarmaya yetmez! Bizden hatırlatması…
‘Maumiyet’e dair son söz; zekâsı sayesinde kölelikten kurtulup yükselen yazar Publilius Syrus’tan gelsin… ‘Masumu ezen hâkim, kendini mahkûm eder’!
Anibal GÜLEROĞLU