Kahramanlar, ‘süper’ olarak nitelendirilen güçlüler insanlığın vazgeçilmezlerinden. Nitekim Marya Monnes tarafından dillendirilen ‘Kahramanı olmayan bir ulusun, geleceği de olamaz’ sözü bu vazgeçilmezliğin boyutunu göstermekte. Dahası, ulusların mesajlar yayıp kendilerini yüceltmeleri ve fikirlerini adapte etmeleri için de biçilmiş kaftan kahramanlık öyküleri.
Nasıl ki, bu noktada en çok rağbet görenler Amerika’nın koruyucu gücüne dair algı yaratma görevini üstlenen cicili bicili süper kahramanlar. Ana kaynağı çizgi romanlar olan bu mesajcı süperlerin en yeni örneği de Netflix’te yerini alan ‘‘Jupiter’s Legacy/Jüpiter’in Mirası’’ dizisi.
Mark Miller-Frank Quitely ikilisi tarafından yaratılan çizgi romandan aynı adla televizyona uyarlanan dizi, temelinde süper kahramanların doğuşunu sergileyen bir yapım. Ancak bunun ötesinde asıl olayı, süper kahraman olmanın kurallarına dair söylemiyle yüzünü göstermekte.
Gerçek şu ki; buradaki süper kahraman mantığı ve amacı benzeri işlerden biraz farklı. İlk süper kahramanların felsefesi, insancıl kurallara dayanıyor çünkü. Dolayısıyla onların süperlik mantığını, dünyayı koruma görevini teslim alacak olan çocuklarının kural tanımazlığıyla karşı karşıya getiren yapımın her evresi aksiyon abartısından ziyade kabul edilebilir mesajcılık sunuyor. Çoğunun, empati kurulabilecek biçimde, nesiller arası görüş farklılıkları üstünden dillendiriliyor olması da işi, algı operasyonu kıvamından çıkartıp doğallaştırıyor. Dahası tüm bunlar Amerika’nın 1929’daki kriz atmosferiyle, günümüz dünyasının yozlukları arasında git gel yapılarak ele alınıyor. Bu sayede ekonomik-siyasi mesajcılık da araya sıkıştırılmış oluyor. Bu farklılıkla işe koyulan süperlerin temel derdi ne derseniz… Cevap; ‘Adalet’ kavramı!
ADALET ACIMASIZLIKLA MI SAĞLANMALI?
‘‘Jüpiter’in Mirası’’ dizisini değerlendirirken öncelikle üstünde durulması gereken detay, içeriğin bol efektlerle desteklenen aksiyonlar yerine adalet kavramına yoğunlaşması! Adalet kavramını öfkeden arınmış bir mantıkla ele alan yapım, duygulara dayalı mesajcılığı ön plana çıkartırken iki kuşağın kurallara bakış farklılığıyla yol almayı tercih ediyor ve bu mantık doğrultusunda günümüzün adalet anlayışını tartışmaya açıyor. Peki, bunu nasıl yapıyor?
Kötülerin de adaletin koruyucu şemsiyesi altında yaşam hakkı olduğunu sıkça hatırlatan… İnsanlara ‘vicdan-ahlak-adalet’ üçgeninde davranmak gerektiğini vurgulayan… Ve kötülerle mücadelede güvende olabilmek için zekice davranmanın önemine dikkat çeken dizi, adalete dair fikir jimnastiği yaptırırken süperlerin insan-aile yönüne odaklanıyor öncelikle.
Örneğin… Çocuklarını orantısız güç kullanmama mantığıyla yetiştirmeye çalışan Sheldon’ın kahramanlığından ziyade kuralcı babalık vasfına odaklanılıyor. Keza borsada öngörülmeyen düşüş haberiyle Amerika’nın kara dönemine pencere açarken… Ya da süper zindanda tutulmasına karar verilen süper kötü Kara Yıldız’ı sahneye çıkartırken de senaryonun ön planda tuttuğu unsur, yine aile ve adalet topluluğunun kuralları oluyor. İzleyici de, adalet topluluğunun kahramanlık aksiyonunu bir kenara bırakıp, yerde duran bozukluğu aydan bile görebilme gücündeki en baba süper kahraman Sheldon’ın 60 yıllık evliliğindeki ailevi fikir çatışmacılığına dalış yapıyor tabii. Bu duygu yoğun süreçte temposu düşük biçimde ilerleyen yapımda dikkat çekenler neler derseniz…
Senaryonun öncelikle üstünde durduğu karakter, Sheldon haliyle. Haliyle diyorum çünkü süper kahraman olayını dünyanın başına saran kişi kendisi. Onun bu önemli vasfından dolayı ailesiyle olan bağları ve adalet mesajcılığı da, geçmişle bugünü bir arada işleyen kurguda, ayrı bir yere sahip oluyor doğal olarak.
‘Havada süzülmek istiyorsan o eşikten atlaman gerekir’ sözüyle iş-para dünyasında ilerlemenin formülünü ve Amerikan rüyasını gerçekleştirmenin fedakârlığa dayalı sırrını açıklayan yapım, ailenin ve inancın önemi dillendirme görevini de Sheldon’a yüklüyor… Ki, dua ve inancın bizi güçlendirdiği telkini ya da kızı Chloe’nin açık saçık giyimini ve uyuşturucu batağındaki yaşam tarzını eleştirmesi örnek verilebilir bu noktada. Velhasıl Adalet Topluluğu’nun başı olan Sheldon’ın adil davranmaya ve düzgün ahlâka yönelik mesajları sayesinde dizinin, yeni nesli şiddetten uzaklaştırmayı hedeflediğini hissediyoruz her şekilde.
Öte yandan yaşlı süperlerin kurallarına karşı kendi yaşam biçimlerini ve adalet mantıklarını geliştiren genç kuşak dizide hiç mi varlık gösteremiyor? Elbette ki gösteriyor. Lakin onların varlık tablosu uyuşturucu, pervasızca yaşanan cinsellik, kötülükle özdeşleştirilen striptiz barlar ve şiddeti doğallaştıran başkaldırıdan ibaret kalıyor. Böylece ilk sezonun yükseleni de, sergiledikleri tablo ve savundukları fikirlerle pek cazip durmayan gençler değil, adalet topluluğunun eski kurallara dayalı mantığı oluyor. Zira hayat boyu çalışıp yaratılan mirasın aslında kişinin kendi tabutundan başka bir şey olmadığını ve her şeyin bir tabutta bittiğini vurgulayıp intihar eden babasını aklından çıkaramazken ‘Birini ancak o ölünce tanıyorsun’ gerçeğiyle yüzleşen Sheldon, ‘Öldürmek çözüm değildir. Başka bir çözüm yolu her zaman vardır’ fikrini dikte ediyor sürekli.
Gerçi Sheldon’ın karısı Grace, erkek egemen basında varlık mücadelesi verdiği habercilik günlerinden kalma hevesle, temel kurallara karşı başkaldırı havası estirerek gençlere bir nebze arka çıkıyor ama… Karakterlerini ve dönem atmosferini aile ilişkileriyle verme amacını netleştiren ve içeriğini, ‘Adalet acımasızlıkla mı sağlanmalı’ bağlamında geliştiren dizinin öne çıkanı, ‘Adaleti sağlarken kurallara uyma’ gerekliliği oluyor sonuçta.
Bu gerçek ışığında süper kahramanlığın doğuşunu ve dünyanın kurtuluşunu, Grace’in adadaki ‘ barışçıl kadın’ mantığıyla, kadınlara bağlayan dizinin mesajcılığını irdelemeyi sürdürürsek…
Dünyanın ilk koruyucuları sayılan ‘Adalet Topluluğu’ üstünden ‘Kötülüğe engel olurken nasıl davranmalı? Gerektiğinde öldürmek mi doğru olan, yoksa öldürmeden engellemeye çalışırken canından olup toplumu tehlikeye atmak mı’ sorularını tartışmaya açan dizi, gözümüze soka soka ‘Ölümcül güç, yasal destek olmadan adil değildir’ mantığını parlatıyor. Yanı sıra toplumu koruyup adaletin sağlanmasına yardımcı olmakla görevli polislerden bazılarının kötüleri yargılamadan infaza kalkışma fikrini genç nesle empoze etmeye çalışması da dizinin hedefinde. İçerik, bu bağlamda günümüzde yaşanan polis şiddetine göndermede bulunurken, adaletin acımasızlıkla sağlanmaması gerektiğine vurgu yapıp insan hayatının her şeyin üstünde tutulması gerektiği fikrine ağırlık veriyor.
Buna karşılık dizinin, yeni nesil ve toplumun bir kesimince desteklenen ‘Kötülükle mücadele ederken onların acımasızlığıyla karşılık vermek gerek. Kötüleri durdurmaya çalışırken öldürmek en basit çözümdür’ düşüncesini ortaya koyup, bu yaklaşımın gittikçe daha çok taraftar topladığına dikkat çekmesini de atlamamak lazım. Nitekim yaşanan olumsuz gelişmeler neticesinde taraf değiştirip kötüleşen ‘Gök tilki’ George’un ‘Her şey senin bakış açına bağlıdır’ felsefesi, adalet ikileminin kilit noktası! Çünkü bu yolla adaleti, kurallarla ya da acımasızlıkla sağlama ikilemine farklı bir pencere açılıp, adalette kişiye göre keyfi davranma yaklaşımına değiniliyor. Gençlere, ‘Bana göre adalet, ona göre adalet olmaz’ deniyor kısaca!
‘‘Jüpiter’in Mirası’’ dizisinde ‘Adalet’ kavramı dışındaki mesajlara gelince… Günümüz insanının bölünmüşlüğüne, siyasette izlenen yolların yanlışlığına, Nazi mantığıyla ırkçılığa soyunanlara ve dünyayı kurtarmak için yapılanların boşa gittiğine dair söylemler oldukça net. Gelinen noktadaki olumsuzlukları, İkinci Dünya Savaşı’ndaki hatalara ve ırkçılık kıyımına karşı daha etkili şeyler yapılmamasına bağlayan senaryo, bu tezin karşısına da Kore ve Vietnam hatalarını koyup süper güç olmanın çifte standardını saptıyor ayrıca. Amerika’nın dış politika ve ırkçılık mantığına yönelik ciddi özeleştiri çabaları mı bunlar derseniz… Ne diyelim!
NETİCEDE; ‘Bazılarına göre özgür irade, bugün dünyaya boyun eğdiren şeydir’ diyen ve güçlenen kötüler karşısında adalet kaidelerine göre davranmak yerine ‘Ölmemek için mücadele etme’ yolunu tercih edenlere de ‘Kurallar, doğru olanı yapmak içindir’ gerçeğini hatırlatan dizide aksiyon değil adaleti saptayan mesajcılık gani gani.
Peki… Suçluları, yargılamadan infaz etmenin yanlışlığını isyankâr genç kahramanların zihnine işlemeyi ve adaletin kurallara uygun sağlanması gerektiği yönünde toplumsal algı yaratmayı görev edinen… İnsan hayatını kollayan düzende aile bağlarına ve iyi ahlaklı olmanın önemine işaret eden ‘‘Jupiter’s Legacy/Jüpiter’in Mirası’’nın bu yoğun mesajcılığı işe yarar mı?
‘Adaleti sağlarken kimseyi öldürmeme’ kuralını dikte etmek diziyi farklı kılsa bile, bu mesajcılığın gerçek yaşamda amacına ulaşması kolay değil. Zira adaleti keyfileştiren dünyanın karmaşadan-kötülükten beslenen tablosunun yükselen değer oluş ve şiddet merakı ortada!
Hal böyleyken biz yine de anonim sözden alıntılayıp ‘Adaletin küçüldüğü ülkelerde, büyük olan suçlulardır’ diyerek, kurallara dayalı adaletin gerekliliği vurgusuyla noktalayalım sözü.
Anibal GÜLEROĞLU