Mucize Kadın’ın barış mücadelesi

‘Mucize Kadın’ın süper kahramanlığında, savaşı sonlandırma öyküsü anlatan filmin Lübnan’da yasaklanma gerekçesi, başrol oyuncusu Gal Gadot’un İsrailli olması!

Anibal Güleroğlu Yazar guleranibal@yahoo.com

‘Bütün savaşlar, önce insanın zihninde kazanılır’ demiş, Yüzyıl Savaşları’nda cephedeki Fransızlara manevi destek vererek kadının gücünü gösteren Jeanne D’arc… Günümüzde bunun karşılığı algı yaratmak oluyor herhalde… Ki, soğuğundan sıcağına, savaşların algılarla yönlendirildiğine kuşku yok.

Ayrıca savaş durumlarının ötesinde, gelişme konusunda Batılıları yakalayamamış yerlerde türetilen toplum mühendisliği olgusu da mevcut. Toplumsal dönüşümün kültürel ve yaşamsal alışkanlıklarla tamamlanabileceği bilincinin baş hedefleriyse her daim sosyal yaşamın en büyük parçası olan sinema, TV ve internet dünyası!

Bu alanlardaki yapımların söylemlerine müdahale etmek, yasaklamalar getirmek, talimatlar vermek, kültür-sanat olaylarına el atarak bunları siyasi-dini görüşlerle değerlendirmeye kalkmak, toplumsal dönüşümü kendilerine avantaj olarak görenlerin yöntemleri. Ne yazık ki Afrika’sından Asya’sına pek çok yerde düşünceleri ve sanatı tehlike sayıp, kendi fikirlerini egemen kılma savaşında galip gelmek için insan zihnini yönetmeye kalkışanların yarattıkları çatışmacılıklar-olumsuzluklar hâkim. ‘Daha olmadı, yasakla gitsin’ düzeni de bunlardan beslenmekte. Nasıl ki Lübnan tarafından ‘Wonder Woman’ filmine getirilen anlamsız yasak da bu kısıtlı mantığın eseri.

‘Mucize Kadın’ın süper kahramanlığında, savaşı sonlandırma öyküsü anlatan filmin Lübnan’da yasaklanma gerekçesi, başrol oyuncusu Gal Gadot’un İsrailli olması! Bazı gruplarca sosyal medyada başlatılan kampanyalarla gündeme getirilen yasaklama isteğinin resmi makamlardan kabul görmesi bu açıdan hayli düşündürücü. Zira savaşların insan zihinleri üstünde egemenlik kurularak yürütülmesinin ne denli etkili olduğunun göstergesi… Kaldı ki, İsrail’le savaş halinde olup ürünlerini boykot eden Lübnan’ın, tek bir oyuncunun milliyetine dayanarak İsrail’le hiç ilgisi olmayan yapımın gösterilmesini engellemek istemesi, içe dönük hamasetten ibaret. Dahası teknoloji devleri sinemaya el atıp vizyondaki filmleri internetten izleme imkânı sağlamaya hazırlanırken bazı ülkelerin filmlerden, dizilerden çekinmesi; onlar üstünden politika yürütmeye çalışıp toplumun ufkunu karartması, dünyadaki gelişimle-geride kalma zıtlığını iyice belirginleştirmekte. Fikir bağnazlığını, kültürle-sinemayla-televizyonla yaymaya çalışmanın ileride felaket getireceğini görebilenlere ne mutlu! Hal böyleyken yasakçılığın, özgürlükleri ve fikirleri yok etme bakımından savaş kadar tehlikeli olduğunu vurgulayarak geçelim ‘Mucize Kadın’ın verdiği barış mücadelesine…

AMAZON KADINININ TANRISAL GÜCÜ

Türk mitolojisinde nasıl efsanevi dişi kurt Asena varsa, Yunan mitolojisinde de kadınlardan oluşan savaşçı ulus Amazonlar efsanesi mevcut. Üstelik gerek filmler, gerekse çizgi romanlar ve dizilere bolca malzeme olmuş vaziyette. Nitekim daha önce Batman ve Superman: Adaletin Şafağı’ filminde yüzünü göstererek beğeni toplayan; solo performansla ilk kez seyircisinin karşısına çıkan ve erkek süper kahramanlardan katbekat kaliteli bir aksiyon sunan ‘Wonder Woman’ da başarılı bir örnek.

Erkek egemen dünyadaki süper kahraman merakına farklı bir boyut katan türden olan ‘Wonder Woman’, çizgi roman âleminin en feminist karakteri durumunda! Hani şimdilerde dizilerimizde erkek şiddetine ve töre düzenindeki eziciliğe karşı durmaya çalışan kadınların kişilik sergileme söylemi ağır basmış halde ya… Bizim baygın bakışlı, mel mel konuşmalı güçlü kadınlarımız ‘Wonder Woman’ın yarattığı imajın yanında çerez dahi olamaz. Dizilerimizdeki kadınların, erkek zorbalığından kurtuluş çaresini, aşktan yani yine bir erkekten bekleme ezikliğine karşın kendi ayakları üstünde durma hususunda kayda değer bir tabloya sahip olan ‘Wonder Woman’ Amazon kadınlarının tanrısal gücünün ete kemiğe bürünmüş hali!

1940’lı yıllarda, psikanalist ve yalan makinesinin mucidi sayılan William Moulton Marston’ın özgür ve güçlü bir kadın karakter yaratma konusunda DC Comics ile el sıkışması sayesinde ortaya çıkan ve çizgilerde yerini alan ‘Wonder Woman’, 1975-1979 yılları arasında TV’de Lynda Carter’ın canlandırmasıyla yer bulup maceralarını çizgilerin ötesine taşıyarak kitlelere kendini sevdirmiş. Ancak bu tarihten sonra uzunca bir süre seyirciden ayrı düşmüş. Televizyon dünyası yeni bir dizi için arayışa girmişse de ‘Wonder Woman’ın hakkını verecek proje yaratamadıklarından olsa gerek devamı gelememiş. Buna karşılık sinema dünyası cevheri fark etmiş ve Gal Gadot’la yola çıkmakta karar kılmış. Böylece insanların savaş merakına dikkat çeken, aksiyonunu dozunda tutup işin düşünsel yönüne ağırlık veren Amazon kadınının tanrısal gücü beyazperdede yerini almış.

İNSANLIK KURTARILMAYA DEĞER Mİ?

‘Dünya harika bir yer ama onu tanıdıkça içinde kaynayan karanlığın büyüklüğünü daha iyi görüyorsunuz’ diyerek açılışını yapan ‘Wonder Woman’, tanrıların yalnızlığını gidermek için onların hükmedebileceği insanları yaratan Zeus’un çağından itibaren insanlığı ve savaşı sorgulayan bir içeriğe sahip. Modern dünyadaki ‘Wonder Woman’a yollanan bir fotoğrafla geçmişe yolculuğunu başlatan film, devamında Cennet Adası’ndaki Amazon diyarının masalsı atmosferine geçiş yaparak erkeksiz bir toplumdaki refaha ve düzene dikkat çekmekte. Adadaki tek çocuk, Amazon Kraliçesi ile Zeus’un kızı olan Diana… Zeus’un yarattığı Cennet’te savaş tanrısı Ares’in kötülüklerinden uzak yaşayan ve dünyaya barışı getirebilecek yegâne ırk olarak görülen Amazonlar, tanrıyı öldürebilecek silaha ve pek çok armağana sahip kılınmış. Bunlar, okul yerine dövüş sanatını öğrenmeye meraklı Diana’nın da hedefinde.

Aksiyon sahnelerinin ağır çekimlerle detaylandırıldığı süreçte Amazon kadınlarının müthiş dövüşlerini izlerken imrenme duygusu yaratan yapımın kırılma noktası, insanlığın teknolojiyi geliştirmiş olması! Şöyle ki, uçağı ve güçlü gemileri icat eden insanlar bu yolla Cennet Adası’nı gözlerden ırak tutan koruma duvarını aşıp Amazonların huzurunu kaçırıyorlar. İkinci Dünya Savaşı’nın yaşandığı yıllarda olup bitenlerden habersiz günlerini geçiren Amazonlar, bir Alman uçağının kendi sularına düşmesi ve onu takip edenlerin saldırısıyla ister istemez barış günlerini geride bırakıp insanlığı savaştan kurtarma derdine dalıyor. Tabii bunu yapabilecek tek Amazon da Diana. Çünkü o yarı tanrı ve olağanüstü güçlere sahip. Böylece hayatını kurtardığı İngiliz casus Steve(Chris Pine) ile Londra’ya doğru yola koyuluyor.

Dünya’yı kurtarmayı kutsal görev olarak gören Diana, iyi olan her şey adına Ares’in bu dünyadaki gazabını sona erdirme peşinde koşarken, film de seyircisini çok önemli bir sorgulamaya yöneltiyor… İnsanlık kurtarılmaya değer mi? Sürekli ölümcül yenilikler peşinde koşup çoluk çocuk demeden katleden insanlar varken savaşları durdurmak mümkün mü? İşte tam da bu noktada ‘Wonder Woman’ın diğer süper kahraman filmlerinden farkı çıkıyor ortaya. Çünkü buradaki kahramanlık, öyle en basitinden mantıkla kötü adamı durdurmaya odaklı değil. Evet, burada da kötü adamlar var ancak öykünün özü, savaşların tanrısal bir niteliğe sahip olup olmadığı üstüne! Yani insanların ölümüne yol açan ve dünyanın barışını bozan savaşların arka planında tanrının takdiri mi var, yoksa insanlar kötü oldukları ve ellerindekilerle yetinmedikleri için kendileri mi savaşları başlatıyorlar? ‘Wonder Woman’ ile sürpriz bir kimlikle yüzünü gösterip ‘Aslında dünyadaki tüm savaşların görünmeyen kısmında İngiliz parmağı var’ diye düşündüren, savaşı durduracak gücün insanın beyninde olduğunu işaret eden Ares arasında geçen felsefi aksiyon sahnesi bu soruların cevabı niteliğinde!

Themyscira’lı prenses Diana’nın saflıkla savunduğu barış idealistliği eşliğinde, savaşın ve insanlardaki savaş kazanma hırsının olanca çirkinliğini gösteren ‘Wonder Woman’ın bu esnada açığa çıkarttığı bir başka mesaj da, kadınların dünyanın kaderindeki yeri! Bir kadının erkeklerle şekillenen davranışlarının ne denli tehlikeli olabileceğini, acımasız deneyler gerçekleştirip komutanına yaranmaya çalışan Alman kadın bilimciyle ortaya koyan film, öte yandan erkeklerin korktuğu savaş meydanında tek başına öne atılan Diana ile en umutsuz savaşların dahi kadınlar sayesinde kazanılabileceğini gösteriyor bize. Tıpkı Kurtuluş Savaşı’na kahramanlıklarıyla katkıda bulunan kadınlarımız gibi!

NETİCEDE; Savaşın bir türlü bitemediği Lübnan’da yasaklansa dahi ‘Wonder Woman’, her açıdan fark yaratan haliyle, seyredilmeyi hak eden başarılı bir süper kahraman öyküsü. Alıştığımız ve artık sıkıcı gelmeye başlayan erkek süper kahramanlar dünyasına ışık gibi doğup rolüne çok iyi uyan Gal Gadot sayesinde gücünü artıran yapım, ideallerden vazgeçmeyenlerin ve insanların içindeki sevgiyi yakalamayı bilenlerin her türlü zorluğa rağmen isteklerini gerçekleştirebileceğinin yansıması durumunda.

İnsanlığın tüm savaşçılığına rağmen kurtarılmayı hak ettiğini, çünkü dünyada kötüler kadar yüreklerinde sevgi barındıran insanlar da bulunduğunu söyleyen… Alaycılıkla gerçekçiliği, hayalcilikle idealistliği buluşturan… Ve kadınları dışlayan İngiliz devlet adamları üstünden, savaşların baş müsebbibi olan erkeklerin ne denli pasif-çıkarcı-korkak olduklarına gönderme yapan ‘Wonder Woman’la kadının gücünü hissedip savaşçı bilinen Amazonların barışa dayalı felsefesini özümsemek isteyenlere tavsiye edilir. Karanlık günlere doğru koşar adım ilerleyen savaşçı dünyamıza ‘Mucize Kadın’ın barış mücadelesinin ders olması temennisiyle…

Anibal GÜLEROĞLU

www.twitter.com/guleranibal

Tüm yazılarını göster