Nur topu gibi bir ‘No: 309’umuz oldu…
Ekranda sayıları hızla artan romantik komedilere baktıkça ‘İyi ki Kore yapımları varmış. Yoksa dizicilerimizin hali nice olurdu’ diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Arkadaş ne bu böyle? Hangi yeni işe orijinallik hevesiyle yaklaşsak, altından bir Kore esinlenmesi çıkıyor. Hani bir iki dizide idare edilebilir bir durum da… Gelmişinden geçmişine ve dahi geleceğine cümlesi Kore’nin senaryo yaratıcılarının fikirlerinden türetilince, işin tadı da kaçıyor haliyle. Bakalım bu furya ne zaman son bulacak? Bal yiyen baldan mı usanacak… Yoksa özgün senaryo yaratmanın ne olduğunu çoktan unutanlar, Koreli hikâyeleri, son damlasına kadar aksayan fikir üretimlerine koltuk değneği mi yapacak? Zaman içinde bu sorularımıza da cevap bulacağız elbet. Şimdilik uyarlamalar-esinlenmeler eşliğinde yola devam.
Dizi dünyamızın sığlaşan öykü gerçeğinde durum böyleyken ekrana taşınan ve dahi taşınacak olan yenilerin hepsini aynı kefeye koymak da hata olur bir yerde… Arada orijinallerini aratmayan hatta onları aşan işler de üretebiliyor dizi dünyamız. FOX TV’nin reklam olayından bir hayli nasiplenerek ekrana taşıdığı yeni dizisi ‘No: 309’ da bu kategoride yer alanlardan ve ilk bölümden kritiği hak edenlerden.
Dolayısıyla biz de ‘‘Kore’den veya Tayvan’dan… Ne fark eder? Nur topu gibi bir ‘No: 309’umuz oldu ya, bu numaradan yansıyacak enerji bize yeter’’ diyerek izlediğimiz dizinin performansına göz atmak istedik. Hadi bakalım…
‘NO: 309’UN İÇİNDE NELER BULDUK?
Şimdi eğri oturup doğru konuşalım. Tanıtımlara aldanmamak gerektiğini, olumlu veya olumsuz yönde yanıltıcılık doğurabileceğini FOX TV’nin yeni dizisi ‘No: 309’ un ilk bölümünü izleyince daha iyi anladım. Ne yalan söyleyeyim, Furkan Palalı’nın göze batan saçları ve çevrede sürekli görmekten mide bulandırıcı hale gelen kıyafet rengiyle, çekicilikten ziyade iticilik yaratan tanıtım fragmanları beni pek tatmin etmemişti. Haksız yorumlarda bulunmamak için de, ön değerlendirme yazmayarak dizinin ilk bölümünü beklemiştim. Nitekim diziyi izleyince, göz alışkanlığıyla ilk etaptaki rahatsız edicilikten kurtulan renk abartılarına rağmen, ‘No: 309’un fragmanların ötesinde yönlere sahip olduğunu fark etmem uzun sürmedi. Bunlar hem olumlu hem de olumsuz detaylar. Söze, ilk bölümün yükselenlerinden başlayalım. Başlangıç olarak, diziyle ilgili üç olumlu yön saymak mümkün.
Gold Yapım imzasını taşıyan ‘No: 309’da bulduğum ilk güzel ayrıntı, Sumru Yavrucuk’un temposu hiç düşmeyen harika performansı! Tek başına orduya bedel asker gibi, aldı götürdü diziyi. Üç kız büyütmenin yükünü, yüz güldüren biçimde aktarabilen; anlık duygu değişimlerini en doğal biçimde hissettirebilen bir anne karakteri için usta sanatçı Sumru Yavrucuk’tan daha isabetli seçim olamazdı doğrusu. ‘No: 309’dan ekrana nefes nefese bir neşe doldu sayesinde. Bu güzel oyunculuk için teşekkürler.
Dizinin ‘en önemli avantajı’ da diyebileceğimiz bir diğer olumlu detay, sevenleri bir hayli olan Demet Özdemir… ‘Sana Bir Sır Vereceğim’in Aylin’i olarak gönüllerde taht kuran bir oyuncu. Oradaki halleri harikaydı. Ama ne yazık ki ‘Çilek Kokusu’ndaki Aslı için aynı övgüyü yapamayacağım. Zira karakterin yapaylığını, onun doğallığıyla bağdaştıramadığımdan pek inandırıcı bulamamıştım. Şimdi yine bir romantik komediyle karşımızda. Üstelik aynı senaristin kaleminden çıkan, Kore tatlı bir işte Lale’nin dünyasına sokacak bizi. Sokabildi mi peki? Bunun kritiğini içerikle ilgili olumsuzlukları vurgularken yapacağım. Şimdi Demet Özdemir için, ‘No: 309’un diziye taraftar toplayabilecek artısı diyerek geçelim.
Tolga Pulat’ın yönetmenliğinde ekrana taşınan yapımın üçüncü olumluluğu da, komedilere kendine has bir tat katan Gökçe Özyol ve onun canlandırdığı Kurtuluş karakteri… İlk bölümde hayli sığ bırakılan bu karakterden akışa ekstra hız ve renk katacak çok şey çıkabilir.
Neticede; Furkan Palalı’yı bambaşka birine çeviren… Jet hızıyla vuslat yaşanan ve sürpriz bebeğe vesile olan ‘No: 309’da göze çarpan artılar böyle. Elbette ki dizide rol alan diğer oyuncular da yapımın gelişimine değerli katkılarda bulunacaklardır. Onları da süreç içinde ele alacağız. Bu saptamanın ardından gelelim dizinin olumsuzluklarını yaratan içeriğe…
‘NO: 309’UN ELİNİ ZAYIFLATANLAR…
Bir dizinin elini zayıflatan öğeler nelerdir? Pek çok neden olabilir kuşkusuz. Ancak en başta ya senaryo ya da oyunculuk gelir. Oyunculuğu geçtik. Senaryoya geldik. ‘No: 309’un senaryosu nasıl? Romantik komedilerin yapısına uygun bir konusu var. Dahası Korelinin Türkçeleştirme hali olduğu söylentisiyle sekte vurulmak istenmekte. Ancak bana göre bu üstünde durulması gereken bir zafiyet değil. En azından şu aşamada öyle. Çünkü ‘Fated To Love You’ isimli Kore dizisinden uyarlandığı söylense dahi, soylarının tükeneceğinden korkan ailenin koyduğu evlenme şartının ve bebeğin ötesinde, diğer açılardan bu yapımla pek benzeşmeyen bir başlangıçla huzura gelen ‘No: 309’un gerek içerik gerekse karakterler bakımından kendine has bir dokusu olduğu kesin. Bu nedenle Aslı-Banu Zengin imzalı senaryoyu Kore söyleminden arındırarak ele almakta fayda görüyor ve dizinin ilk bölüm içeriğinde en bariz sıkıntıdan başlıyorum.
Şimdi ‘No: 309’daki sıkıntıyı aktarmak için öncelikli olarak karşımızdaki tablodaki en önemli sıkıntı ‘kendi’ olamaması! Zira pek çok tadı bünyesinde barındıran, türlü meyvelerle hazırlanmış bir kokteyl gibi geldi dizinin içeriği bana. İlaveten klişeleri de unutmayalım tabii…
Mirasını, evlenip ilk çocuk sahibi olacak toruna bırakacağını vasiyet ederek ölen Ahmet dedenin başlattığı bir süreç dâhilinde yürüyecek olan senaryonun başrolünde, bu tür yapımlarda hep olduğu gibi, ‘tesadüfler’ bulunmakta. Tesadüflerden bıkkınlık geldi artık. Ne mutlu ki bu kez diğerlerine oranla çok daha mantıklı tesadüf zinciri izledik. Bu da bir teselli.
Tesadüflerin ötesinde, karakterler de sürpriz yaratmayan ve başka işleri akla düşüren türden. Dört yıl önce Özge’den yediği kazıkla aşka küsen… Miras için olmasa da ailesinin zoruyla randevuyu kabul eden… Lale ile karşılaştığı anda ‘Beklediğimden çok daha salak’ diye aklından geçirip onun kesinlikle tipi olmadığını düşünen ve ‘Benle sen imkânsız’ diyen havalı Onur… Romantik komedilerin baş erkekleri hep böyle olmak zorunda mı? Yani Furkan Palalı’nın dış görünümü biraz fark yaratmasa çekilecek karakter değil Onur!
Sülalede bir ilk olarak üniversiteye girip tarih öğretmeni olan ama bir türlü atanamayarak çiçek tasarımlarıyla gün geçiren Lale deseniz… Ne kadar tanıdık. Bir başka Gold Yapım işi olan ‘İstanbul Sokakları’ndaki Nazlı da atanamayan öğretmen olarak börek satıyordu mesela… Alkole dayanıksızlığıyla birdenbire kafayı bulması deseniz… Romantiklerin olmazsa olmazı.
Üç kız büyütmenin zorluğuyla telâşe memuresine dönerek paragözleşen ve kızları için ‘iyi koca’ avcılığına soyunan Songül Anne… Lale’nin sürpriz hamileliği ve Songül’ün buna karşı gösterdiği tavırlar, ‘Hayat Mucizelere Gebe’nin havasını soluttu. Tesadüf işte.
Babanın mirasını kaptırmamak için kolları sıvayarak birbirleriyle yarışa tutuşup zoraki gelinler bulma maratonunu başlatan ebeveynlere gelince... Bunlara bak, ‘Kiralık Aşk’ı hatırla. Öte yandan ‘Tatlı İntikam’dan bir esinti hissetmek de mümkün. Okuldayken kiloları yüzünden kendisiyle alay edip onu sürekli küçük düşüren ve eğitim yıllarını zehreden Onur’a karşı 10 yaşından beri hınç besleyen Pelinsu da dişi Tankut gibi.
At yarışı meraklısı, çapkın, faydasız koca Kurtuluş ile kocasını dönüp dönüp affeden aciz kadınların komik yüzü Nilüfer… ‘Akasya Durağı’ndan ‘Tatlı İntikam’a kayınvalide kanatları altında iş çeviren hayırsız kocalarla karılarından farklı birer örnek daha… Ve miras yarışında Onur’un rakibi olup onun evlenmesini engellemek için içki tuzağı hazırlayarak ‘Hangover’ misali bir gecenin ‘No: 309’da biten hikâyesine katkıda bulunan kıskanç kuzen Erol! Yaratıcılık bunun neresinde? Dizi bolluğunda, hiçbir yerinde.
Karakterlerde durum bundan ibaretken dizinin içeriğindeki mantıksızlıklar da hatırı sayılır oranda. Demet Özdemir’in rolünden başlarsak… Lale’yi gayet iyi aktarıyor bize. Şirin sarhoşluk hali de yakışmış. Ama ortada kocaman bir abartı bulunduğu da kesin. İçkinin dokunduğunu bilen ve içmeyen birinin arka arkaya kokteylleri devirmesi ne iş? Tut ki alkol katılmış… İnsan içtiğinde alkol olduğunu hemen hisseder ve devamını getirmez. Üstelik Onur da kadehi kokluyor ve uyarmayıp gülüyor. Niye? Ayrıca Erol’un tuzağı, barmenle garsonun alkol oyununa uyması da çok çocukça işlenmiş. Ardından gidilen mekânda Lale’nin sanki gösteri ekibindenmişçesine uyumlu dansını izliyoruz. Sarhoş biri nasıl öyle düzgün ve uyumlu oynayabilir? Prova mı yapmış? Yani Lale-Onur gecesindeki sarhoşlukta komple tutarsızlık var.
309 no’lu odada gece yaşananlar deseniz… Her şey meydandayken bir garip söylem sunuluyor bize. İki insan aynı yatakta çıplak uyanıp ‘Hiçbir şey olmadı’ diyebilir mi? Dahası Lale, şayet önceden başka biriyle birlikte olmadıysa, o ve Onur ilk birlikteliğin izini göremez, hissedemez mi? Hadi erkek fark etmedi… 30’una gelmiş bir kadının anlamaması olacak şey değil. Var mı böyle saçmalık? Üç ay bekleyip ‘Adet görmüyor’ diye doktora gidilmesiyse ayrı bir olay. Yeni yetme genç kız mısın a mubarek, bu ne bilinçsizlik ve genişlik? Hoş zaten ailenin genişliği, bebek olayında da ortada. Kızının durumuna üzülürken, ‘zengin koca’ kokusunu alınca çark eden annenin çabası ve ailecek bayram edilmesi, dizilerin bize dayattığı ve hayatta örneklerinin giderek arttığı karaktersizliklerden!
Aynı şekilde Erol’a apar topar Filiz’in eş diye bulunması da garip… Sanki ortada başka kız kalmamış gibi bir saçmalık yaratılmış. Pelinsu’nun sahneleri de dâhil olmak üzere, Onur’un aile kanadında yaşananlar alabildiğine inandırıcılıktan uzak. Nişan anındaki muhabbetler de sarmadı. Anlayacağınız dizinin içeriğinde elini zayıflatan ve eleştirilecek detay çok.
Sonuçta; Renkleri alabildiğine cart biçimde kullanarak yaza farklı bir pencere açan ‘No: 309’daki tüm bu tablo, matruşka bebek gibi birbirlerinin içinden çıkan dizileri hatırlattı bana. Yine de zayıflıklarına rağmen kendini izlettiren bir iş diyebilirim. Bununla birlikte yükün büyük kısmının Sumru Yavrucuk ve Demet Özdemir’in omuzlarında olduğunu hatırlatmakta da fayda var. Bu iki karakterin üstünden işi uzun süre devam ettirmek de zor.
Şayet senaryoda ‘bebek’ dışında ilgi çekicilik yaratılmazsa, aşkı pek yakıştıramadığım ‘Onur-Lale’ olayındaki yapaylıklar daha bariz hale gelir ve çatırdama çabuk yaşanır. Yaz dizilerinde Çarşamba’nın ilk yola çıkanı olarak avantaj sağlansa dahi, rakipler çoğaldıkça durum değişebilir. Dahası yazdan kışa sarkma ihtimali de gücünü iyice yitirir. Dizinin takipçisi olup neler yapabileceğini hep birlikte göreceğiz. ‘No: 309’un nur topluğu ekrana hayırlı olsun.
Anibal GÜLEROĞLU