Bu olumsuzluk özellikle FOX’un dizilerinde aldı başını gidiyor. ‘Karagül’, ‘Kocamın Ailesi’ sahneleri uzun tutarak sıkmaya başladı derken… O eski halinden eser kalmayan ‘O Hayat Benim’ de izleyiciye bunalım geçirtir oldu. Herhalde ekip içi çekişmelerindeki bunalımları izleyiciye de yaşatmaya niyetlendi.
Başlangıçta gayet tempolu giden ve sıkılmadan izlenebilen bir yapımdı. Gel gör ki şimdilerde durum değişti. Yönetmenle sorun yaşama dedikodusu ve sosyal medya mesajlarıyla vedasını yapan Yeşim Ceren Bozoğlu krizine de sahne olan dizinin senaryosu bir süredir ‘zorlama’ zaafına düşmeye başladı. Nuran Hanım’sız nasıl bir yol haritası çizeceği belirsiz olan yapımda kriz her açıdan büyük. Aşk çatışmasına aile düzenbazlıklarını da ekleyip Nuran ile Efsun’un kavgacı enerjikliğiyle gücüne güç katan dizi, başarı sarhoşluğuna mı kapıldı nedir? Bir yandan oyuncularını birbirine düşürdü, bir yandan da süreleri doldurma ve bölüm kazanma çabasını abarttı. Ancak yönetimsel zaaflar neticesinde, izleyiciyi hiçe sayma pahasına, mantık ve sabır zorlayarak gelişim istendikçe de, bıktırıcı bir tablo çıkartılmaya başlandı karşımıza.
KENDİNE GEL, ‘O HAYAT BENİM’…
Merve Girgin’in yönetmenliğinde daha akıcı bir süreçle ekrana gelen ‘O Hayat Benim’, Hamdi Alkan’la birlikte yeni bir kıvama büründü. Adeta kendinden geçti.
Yeri geldiğinde ‘Karagül’e bile rahmet okutan dizide her bir karakterin uzun uzun ve boş boş bakışmaları dakikalar boyu sürer oldu. Yani zaman doldurmak için bu kadar yoldan çıkartılıp ağırlaştırılmaz ki bir iş. Kelimeleri kuyudan mı çekiyorsunuz mübarekler? Yoksa dayanma gücümüzü mü test ediyorsunuz? Hele Bahar veya Hülya konuşuyorsa eyvah ki ne eyvah… Zaten konuşma tonları mırıl mırıl, bir de iç bayıcı bakışmalar, konuşacakmış gibi yapıp sonra acılı triplere girerek duraksamalar. Hu huuu… Yöneticimiz uyuyor mu yahu?
İşin gerçeği şu… Belli ki yönetmen, mollalığa niyetle ağır çekime oynuyor, senaristin eli de replik yazmaya varmıyor. Öyleyse hep beraber patlatalım türküyü… Tek tek basaraktan, bade süzerekten, kelime dizerekten gel cümlem gel amannn… Şaka bir yana, sade suya tirit replikler arasında geçen süreyi kafayı yemeden sağ salim atlatmak için ya bir sakinleştirici alacaksınız ya da hafiften kestirmeye koyulacaksınız. Aksi takdirde dayanmak çok zor.
Hadi bir şekilde konuşmaların ağırlığına sabır gösterdiniz diyelim… Ya bakışmaların, yürüyüşlerin bin ton çekmesine nasıl tahammül edilebilir? Sanırsınız yerçekimi azalmış da bizim ‘O Hayat Benim’ tayfasının hareket etme hızları etkilenmiş… O ne öyle cancağızlarım? Mecbur musunuz ikide birde sahneleri ağır çekimle vermeye? Bahar’ın konuşması gibi yürümesini de iki saat beklemeye mecbur mu millet? Tükürtmeyin şimdi işin içine!
Velhasıl esneye esneye izlenir hale gelen ve tükürükle medyayı ayıltan ‘O Hayat Benim’in sahne akıcılığı gittikçe sıfırı tüketmekte! Artık yönetmen mi biraz hareketlenir, yapımcı mı durumu görüp bir parça silkelenir bilemeyeceğim. Ama ‘O Hayat Benim’e acilen bir el atılması ve ‘ağır çekim’ modundan çıkartılması lazım. Herkese yazık.
DİZİ MANTIĞI HIRSLARLA KATLEDİLDİ
Dizi sürelerine çare bulunmadıkça senaryoların özlerini kaybedecek kıvama gelmesinin, bu esnada ekibin krize girmesinin kaçınılmazlığını biliyoruz. Suç, sürelerden taviz vermek istemeyenlerde. Ancak kimi yapımlar burada da ipin ucunu kaçırmakta. ‘O Hayat Benim’ de, senaryo mantığını ve dolayısıyla bütünü katletme pahasına uzatmaya gidenlerden.
Uzatmaların baş malzemesi yeni yeni karakterler yaratarak onların çevresinde olaylar geliştirmek malumunuz… Eyvallah. Lakin yırtık pantolondan fırlar gibi ortaya çıkartılan şahısların da bir iler tutar tarafı olmalı, değil mi? Ne gezer.
Yeşim Ceren Bozoğlu kriziyle kendi kendini çelmeleyen ve belki de bu yönetim anlayışıyla sonunu getiren ‘O Hayat Benim’in devreye soktuğu tip, Salih… Mücella da payandası. Canlandırmalara sözümüz yok. Ya ötesi? Diziden Nuran’ı bertaraf ederek konuyu geliştirmek için yaratıldığı besbelli olan bu iki karakterin yol haritasında mantık bulana aşk olsun.
Salih’in Mehmet Emir’le derdi vardı da niye bunca zaman beklemiş? Hadi eline koz geçmemiş… Peki ya Mücella’ya karşı büyük aşkını hatırlamak için neden onca yıl durmuş? Mücella deseniz hem adamı tersliyor hem de gitmiş Yusuf’un cesedini ortadan kaldırmak için ondan yardım istemiş. Dahası Bahar’ın Yusuf’u öğrendiği sahneyi tanıtımında farklı biçimde gösteren dizinin, Salih’i gece vakti açılışa koşturarak Mücella’yla tartışmaya sokup Bahar’ı haberdar etmesi, sonra elde ç,çek yüzsüzce kız isteme olayına girişmesi… Kısacası komediye dönen Salih’le Mücella’ya biçilen rollerin tümünün içi boş.
Yüzüğü çıkardığı halde Bahar’dan vazgeçmeyen Ateş’in kazası ve babasından gelen CD’yle depreşen intikamcılığı hepten kof… Dizinin, senaryo mantığını sıfırın ötesine taşıdığı olaylardan. Direksiyon denilen nesnenin böylesi fren tutmama sahnelerinde hafızadan silinmesine ve mutlak surette arabaların denize uçurulduğuna alıştık gitti. Sorgulamıyoruz artık. Lakin arabayla birlikte denize uçan Ateş’in parmağından alyansın çıkıp karaya vurarak bulunmasına bir türlü aklımız eremedi! Acaba Ateş’in yüzüğü sihirli miydi de bu durum gerçekleşti? Hangi zekâ kıvılcımı bu sahneyi yaratabilir ki? Bunlar bölümler öncesinde kalsa bile ‘İnsaf’ dedirtmeyi gerektiren ve kriz haberciliği yapan temeller olarak önemli.
Bahar’ın ricasıyla Edibe’yi affeden Ateş’in yıllar boyu saklanıp bir anda gaipten gelen CD ile ateşlenmesi, sonra mezar başına koşması da külliyen saçmalık oldu! Hadi bunu da geçtik. Bunca zaman sonra Efsun’un bas bas bağırarak Edibe’yle ilgili yaptıklarını anlatması ve Beyza’nın da, asıl büyük sır orta yerde dururken onu söylemeyip, tam zamanlamalı kulak misafirliğiyle duyduğu şeyleri hanımına yetiştirmesi nasıl bir gereksizlikti? Sor sor bitmez çelişkiler. Diziyi Ceren Moray’la birlikte sevdiren Yeşim Ceren Bozoğlu’nu dahi isyan ettirtip ‘tükürme’ noktasına getirten ‘O Hayat Benim’de kafayı takacak o kadar çok şey var ki!
Ateş’in ‘Bana camı kırdıramazsınız abi’ havasında gerçekleşen dükkândaki yangın komedisi… Komiser İsmail’in Efsun’u rafa kaldırıp Bahar’a yakınlaşma hevesi… Bahar’ın, Efsun kime ilgi duysa ona yapışması… Her an kafası iyiymiş gibi bakan Hülya’nın elini kolunu sallayarak, yalınayak başıkabak akıl hastanesinden kaçma becerisinin ardından cinai bir kişiliğe dönüştürülmesi… En baştan beri Bahar’ı himaye eden Mehmet Emir’in çatlatan sükûneti… Evlat edinilecek bir kimsesiz kız yaratılıp sonrasında hepten unutulması… Yaz yaz bitmeyen sürüyle saçmalıktan başı çeken zırva ise yeni bir yol çizme işini, gözlerini kocaman kocaman açıp sesini yükseltmeye çalışarak, başlatan Bahar’ın bir türlü gerçeği öğrenememesi!
Bu ne yaman sırdır böyle? Kurtlar, ‘İki kişinin bildiği sır değildir’ diyor ya… Fokur fokur kaynar kazana dönen ‘O Hayat Benim’de cümlesinin bildiği gerçek bir türlü ‘sır’ olmaktan çıkamıyor.
Hülya’nın yardakçısı Beyza, ısrarla susyor… Artık niyeyse? Ahlak timsali Sakine, Bahar’a üzülüyor ama dilsiz şeytan olup gerçeği söylemiyor… Nasıl bir ahlak anlayışıysa böyle? Mücella Hala, köşkten kovulan Nuran’la Efsun’a kızıyor lakin gerçekleri Bahar’dan saklamayı da vazife biliyor. İlyas Baba hepsinden beter… Sözde Bahar’ı çok seviyor. Bu nasıl sevgiyse, Bahar’ın acı çekmesi pahasına dilini bağlıyor. Saçmalık menümüz çok geniş… Yerseniz.
Sonuçta; Yeşilçam sinemasına rahmet okuturcasına bir tablo sunmaya başlayan ve öğretim görevlisi olmuş bir elemanı, Efsun’un maymununa döndürüp para karşısında eğitimsizliğin faziletlerini yücelten ‘O Hayat Benim’, hırsa ve uzatma sevdasına düşünce senaryo mantığını katletmeyi çok benimsedi. Oyuncularını savururken, sallayıp duruyor aklına eseni.
Bu gidişle Bahar’ı İsmail’le yeni bir aşka yelken açarken, Ateş’i de Efsun’un dizinin dibinde görürsek şaşmayalım. Bahar’ın kimliğini ortaya çıkartırsak yeni sezona malzeme bulmakta zorlanırız, kaygısı sarmış senaryoyu. Uydurmacılıktan ve uyutuculuktan medet umulmakta. Ama unutulan şu ki, bu ağırlık ve mantıksızlıklarla devam edilirse yeni sezon hayalden ibaret kalır. Çünkü Nuran’ın eksikliğinin yaratacağı dezavantaj bir yana Efsun’un çığlıkları da artık yetmeyecek izleyici toplamaya! Neticede hırslara kapılıp ‘O Hayat Benim’ diyerek kazanç sağlamaya çalışılırken, gül gibi gidişatı bozup insanlara kafayı yedirtmenin âlemi yok.
Anibal GÜLEROĞLU
guleranibal@yahoo.com
www.twitter.com/guleranibal