Gelip geçtiğimiz şu dünyada ardımızda kalan ne? İnsanlar için yaptıkları, milletler içinse tarihleri. Bu nedenle tarihi artısıyla eksisiyle ele alıp, ayrıştırmaya tabi tutmadan tüm dönemleriyle bir bütün olarak değerlendirmek lazım. Aksi takdirde Peyami Safa’nın ‘Tarihinin sürekliliğini kaybeden bir millet, her şeyini kaybetmeye mahkûmdur. Hafızası parça parça kopmuş bir akıl hastası gibi geçmişiyle, hatıralarıyla ve benliğini terkip eden bütün varlık unsurlarıyla ilgisi kesilmiştir’ sözündeki gibi bir olumsuzluk kaçınılmaz hale gelir.
Gel gör ki, tarihi yazanlar dahi türlü gerekçelerle kendilerine göre yorumlayıp sunabiliyorlar geçmişte yaşananları ve tarihi şahısların hükümranlıklarını. Hal böyle olunca da, ya gelecek nesillerin akıllarında soru işaretleri doğuyor ya da geçmişe yönelik haksızlıklar yapılabiliyor. Bundan ne çıkar derseniz? Kuşkusuz tarih geçip gitmiştir ama onun doğru yansıtılmaması gelecek nesilleri de ikileme düşürür. Bilgide netlik olmayınca, mevcuda yönelik kabullenme gittikçe zorlaşır. Nitekim ‘Millet birbirini kırıp geçireceğine bırakın beni öldürsün’ sözüyle milletseverliğini ortaya koyan II. Abdülhamid’e dair tarihi yorum farklılıkları böylesi bir örnek.
Özellikle derinlemesine okumayanlar, kulaktan dolma anlatılarla bilgi sahibi olanlar veya sadece ders kitaplarından tarihe yüzeysel bakanlar nezdinde II. Abdülhamid, 31 Mart Ayaklanması ile tahttan indirilmiş bir padişah olarak görülebilir. Öte yandan ilk kız okullarını açtırması, güvenlik gerekçesiyle kadınların çarşaf giymesini yasaklatması, matbaayı getirtmesi, Şişli Etfal hastanesini kurdurarak çocuk sağlığını önemsediğini ispatlaması, su tesislerini geliştirmesi, çeşitli fakülteler kurdurması, demiryolu-köprü projeleri, kitap-tiyatro-opera merakı gibi özellikleri olan Sultan Abdülhamid döneminde Bomonti bira fabrikasının yanı sıra ilk rakı fabrikasının kurulduğu gerçekleri de var karşımızda. Ayrıca yabancıların o günlerdeki taktikleri, Balkanlar ve Rusya’da esen değişim rüzgârlarının yarattığı ateş çemberinin, gelecekte dünyanın kaderini ticaretin belirleyeceğini işaret eden Abdülhamid’in saltanatı üstündeki etkilerini de hesaba katmak lazım.
Diyeceğim o ki; tarihi sorgularken ve yorum getirirken asla tek taraflı olmamak gerek! İşte tam da bu noktada günümüzde birbiri ardına ekranda yerini alan tarihi kurgular bir başka anlam kazanıyor. Bu tarz yapımlar her ne kadar belgesellik konusunda doğrudan referans olmasalar da geçmişe merakı kamçılamak ve kıyaslamalar yapmak adına kayda değer bir etkiye sahipler. ‘Muhteşem Yüzyıl’la başlayan, popüler kültüre hitap edecek tarzda, dizilerle tarihi işleme sürecinde gelinen son halka, TRT 1’in ‘Payitaht Abdülhamid’i. Tarihe yeni bir ayna olarak gördüğüm dizi için ‘Özellikle dikkate değer’ diyorum. Zira hem yakın tarihimiz hem de Osmanlı’nın en tartışmalı dönemi sayılan bir süreci ele alıp kurgularla harmanlayarak işleyen yapım, siyasal açıdan türlü spekülasyonlara malzeme edilen Abdülhamid’i anlamak için vesile durumunda. İlk bölüm itibariyle kritiğini yapıp dizinin bu özelliğine açıklık getirelim.
ABDÜLHAMİD DÖNEMİNİ DEĞERLENDİRME FIRSATI
Adile Sultan Sarayı’ndaki, oyuncu ve ekip katılımıyla gerçekleşen galasında izlediğim ‘Payitaht Abdülhamid’, merakla beklediğim bir yapımdı. Çünkü ‘Filinta’nın ikinci sezonunda Hakan Kurtaş’ın canlandırmasıyla izlediğimiz ve ‘‘Allah’ım sen bana istediklerimi yapabilmem için güç ver’’ diyen Abdülhamid’in sonraki yıllarının nasıl ele alınacağını görmek istiyordum. Ayrıca TRT’nin yedi bölümlük belgeselini ve ‘Çırağan Baskını’ isimli mini diziyi saymazsak, Abdülhamid’i işleyen kapsamlı bir işin bulunduğunu söylemek de pek mümkün değildi. Nitekim ilk bölüm hem merakımı tatmin eden nitelikte bir tablo koydu ortaya, hem de bu konudaki boşluğu giderecek türden bir işle karşı karşıya olduğumuzu ispatladı. Gerçi ‘Filinta’nın kaldığı yerden devamı getirilmedi ama yine de ES Film imzasını taşıyarak ekranda yerini bulan ‘Payitaht Abdülhamid’in varlığı bir bakıma dizinin devamı gibi olurken, Sultan Abdülhamid dönemini sindire sindire değerlendirme fırsatı da yarattı.
AB grubunda ikinci, Total’deyse 11’inci olup bu tür anlatıların eğitimli kesime daha cazip geldiğini ispatlayan dizi, Sultan II. Abdulhamid’in tahttaki son 13 yılını konu almakta. Bir hafta evvelinden, Foto Abdullah’a da selam çakarak, Sultan’ın geçit töreniyle açılıp kuytularda bekleyenlerin ‘Vakit gelmiştir’ komutuyla başlangıcını yapan dizi, izleyiciyi ilk etaptan o günün toplumsal ve siyasal atmosferiyle karşı karşıya bıraktı. Böylece senaryonun, ‘Filinta’yı aratmayacak türden aksiyonlarla, Abdülhamid’in saltanat günlerinde nelerle mücadele verdiği konusuna odaklanacağının işaretini aldık. Osmanlı dostlarını mutlu etmeyi iyi bilen Kraliçe’nin sefirine Osmanlı tokadını tattıran Sultan Abdülhamid’in İngiliz meşesinin çok çetin olduğu yönündeki sözleriyle siyasal alanda mesajını yollayan dizinin, Hindistan’daki hilafet savaşının görüntülerini Saray’daki zikirle bütünleştirmesi de bu yolda güzel bir adımdı. Bu noktada görsellikteki başarının ötesinde, dizinin etkisini artırmaya katkıda bulunan Yıldıray Gürgen’in müziğinin de hakkını vermek isterim. Müziğin iniş-çıkışları sahnelerle çok uyumlu olmuş. Bunun ötesinde dizinin dengeli ve abartısız mesajcılığının altını çizmekte fayda var. Hiç kimsenin tahta çıkmasına ihtimal vermediği Şehzade Abdülhamid’in ‘Mağrur olma Padişahım senden büyük Allah var’ vurgusuyla tahta çıkmasının 20’inci yılını kutlamasından, Yahudi kardeşlerinin ‘yurt’ hayalini gerçekleştirmek için oyun kuran Theodor’un kötülüğüne geçen dizi, propagandist olmak yerine gerçekçi yaklaşımı tercih etmiş. Bizi yeni kötü karakterimizle tanıştırırken satır arasında ‘‘İsrail devleti Tanrı’nın vaadi değildir’’ mesajını verilmesi… Amerika’nın gelişme yolunda siyahî ırkı nasıl sömürdüğünü ara yere sıkıştırıp gazetelerin memleket yararına gelişimlere muhalefet etmede ve düşmanla işbirliğindeki yerine dokundurması bu anlamda başarılı örnekler. Nasıl ki, Ömer ve Zeynep ile halk kesimine pencere açan ilk bölümde konu ağırlığını demiryolu projesine veren senaryo bu yolla da, Osmanlı’nın temelini dinamitleyenlerin 2000’li yılları hedefleyerek hareket eden İngiliz emperyalizmi olduğunu vurgulayıp günümüze ışık tutmakta.
Saray yaşamını, Sultan’ın israftan hoşlanmayışını ve zanaatkâr yönünü sunan akışta Hanedan bireylerini kısa ama öz biçimde tanıtan yapımın, böylece kimin ne beklediğinin yol haritasını en baştan çizmesi de güzel olmuş. Meşveret gazetesinin sahte fotoğraflarla milletin aklıyla oynaması üstünden o dönemdeki basın yasaklayıcılığını sergileyen senaryonun içteki sinsiliği ‘Mami’ demeyi yüzünü Batı’ya dönmek olarak gören Sabahattin ve babası Mahmud Paşa ile verirken ölçülü bir dil kullanması dizinin kalitesi adına artı puan. Bu şekilde o dönemde hürriyet yanlısı görünenler gereksiz kötülemeye maruz bırakılmayıp objektif değerlendirme yapmanın yolu açılmış.
Sözün kısası; ‘Payitaht Abdülhamid’, hürriyet karşısında cinlerin bile duramayacağını söyleyip ihtilali vazife olarak gören padişah muhaliflerinden, kapalı kapılar ardında iş çeviren Saray ahalisine… Her köken ve inançtan insanın vatan kardeşliği içinde yaşadığı Osmanlı dirliğinden, İsrail devleti hayaliyle işbirliğine giren İngiliz ve Yahudilerin kuyu kazıcılığına… O yılların gerçeklerini aktarıp hem payitahtın yani başkent İstanbul’un, hem de Abdülhamid’in dönemsel resmini çekerken alkışı hak edecek bir performans sundu izleyicisine.
PAYİTAHT ABDÜLHAMİD’İN ÖNE ÇIKANLARI
Dizinin ilk etapta öne çıkan yönü, dönemi yakalayan atmosferi. Dış ve iç mekânlar gayet gerçekçi biçimde yansıtılmış. Saray ortamı da zengin bir görüntü sundu bize. Aynı şekilde kıyafetlerin detaylarına dikkat edilmesi de dönemsellik adına başarıydı. Papazın parasını çalmak isteyen çetecilerle gerçekleştirilen dövüş sahnesi ve halkın çarşı muhabbetleri bir parça inandırıcılıktan uzaktı ama dizinin akışı içinde bunlar da fazla göze batmadı. Ancak yine de, halk kesiminden ilginç karakterler çıkartılması ve araya siyasi yönü hafifletecek detaylar serpilmesi total grubun ilgisini çekmek adına iyi olur diyorum.
Payitaht Abdülhamid’in bir diğer öne çıkan yönü, içerik dili bakımından Osmanlıcaya ağırlık verilmemesi! Karakterlerin diyaloglarında tıpkı ‘Muhteşem Yüzyıl’ gibi güncel dile yakın ifadeler kullanılması, gençlerin diziye ilgi göstermesini sağlamak açısından olumlu bir detaydı. Lakin Sultan’ın ‘Eyvallah’ demesine takıldığımı da belirtmek isterim. Gerçekten Abdülahmid bu sözcüğü kullanıyor muydu yoksa ilgi çekicilik adına mı söyletilmişti? Merak ettim. Ayrıca Sultan Abdülhamid’in, Bidar Kadın Efendi’ye karşı Kanuni Sultan Süleyman misali şiirsel konuşturulmak istenmesini de pek sevemedim. Fazlasıyla eğreti durmuş.
Bunun dışında tarihi gerçekçilik açısından özen gösterilmiş olması dizinin değerini artıran bir husus. O dönemde güvenliği sağlamak için sıkça başvurulan jurnallerden bahsedilmesi, Batı’nın hilafeti ortadan kaldırma hevesinin vurgulanması, İngilizlerin çıkarcılıklarını yürütmek için içeriden ortaklar bulma çabası ve doğudaki kargaşanın ancak sivil düzenlemelerle bastırılacağı söylemi senaryonun kurgusallığını gerçeklerden kopmadan yaratma amacının neticesinde oluşmuş. Keza Saray kadınlarının çekişmesini ve fitneciliğini vermekle birlikte atışmaların seviyeli tutulup ölçünün kaçırılmaması da, takdir edilecek yönü.
Dizinin bu özelliklerinin ötesinde asıl gücüne gelince, kuşkusuz oyunculuk diyeceğim. Mükemmel bir kadro kurmayı başaran yapımın ilk bölümünde özellikle üstünde durmak istediğim üç isim var.
ABDÜLHAMİD’İN YILDIZLARI
Gerçek şu ki, en küçüğünden en büyüğüne tüm rollerde, ‘Payitaht Abdülhamid’in bütün oyuncuları üstüne düşeni layıkıyla yapmış. Ancak dizinin özünü yansıtan üç yıldızı özellikle vurgulamak isterim.
Bunlardan ilki Bülent İnal… Sultan Abdülhamid rolü için biçilmiş kaftan gibi duran Bülent İnal her haliyle sanki sultanlığı özümsemiş gibi bir performansla çıktı karşımıza. Abdülhamid, ‘Tatar Ramazan’dan sonra Bülent İnal’a en çok yakıştırdığım karakter oldu. Tahttaki duruşu, bastonunu vuruşu, yerine göre sertleşip yumuşayan bakışları, konuşmasının tonu, Saray kadınları karşısındaki ölçülü tavrı tam anlamıyla bir Sultan’a yakışacak doğallıkta. Tebrikler.
Diziye katkıda diğer dikkat çeken isim, Hakan Boyav… Mahmud Celaleddin Paşa’yı ondan iyi canlandıracak bir isim olamazdı diye düşünüyorum. ‘Hanımın Çiftliği’ndeki Reşit’in sinsiliği ve dolapçılığıyla paralel bir kişilik olan Mahmud Paşa’da da tüm becerisini sergiliyor usta oyuncu. Ülkeyi Batı’ya peşkeş çekerken bir yandan da Sultan Abdülhamid’in himayesinde damat olmanın avantajlarından faydalanmayı ihmal etmeyerek, içerideki hırsıza kilidin fayda etmeyeceği gerçeğini sunan Hakan Boyav’a da alkışlar.
Ve Saygın Soysal… Yahudi devletini kurmak için demiryolunu Kudüs’ten geçirtmek için oyun kuran, kendini engellemeye çalışan babasını zindana tıkmakta sakınca görmeyen Theodor olarak karşımıza çıkan Saygın Soysal daha ilk bölümden ekranın yeni ‘en iyi kötü karakteri’ olacağının sinyalini verdi. ‘Filinta’da Serhat Tutumluer’in canlandırdığı Boris’in tahtına kurulmaya aday gördüğüm karakterde öfkeyi, sevgiyi ve tutkuyu bir arada yansıtan Saygın Soysal’ın, ‘Kara Para Aşk’taki Metin performansını aşacağına eminim. Aslında anne sevgisine karşı babasına duyduğu öfkesiyle, ideali uğrunda şahinleşirken kendini aşağılayan kadınının yanında boynunun bükük kalmasıyla Theodor’u bir parça Metin’in kişiliğine benzetsek yeridir. Theodor’u ilerleyen bölümlerde dönemsel kargaşalarda daha etkin göreceğimiz kesin.
SONUÇTA; Sultan Abdülhamid’in İngiliz sevdalıları ve meşrutiyet yanlılarıyla mücadelesinden başlayan ‘Payitaht Abdülhamid’, yapımcısına, bütçesine, osuna busuna kafayı takıp kulp bulmadan değerlendirilmesi gereken bir güzellik! Abdülhamid’in, zekâsı ve karakteriyle anlatılanın çok ötesinde olduğu gerçeğini akıllara düşürerek yola koyulurken Osmanlı’yı parçalamak isteyen İngilizlerin ve vaat edilmiş topraklarda İsrail devleti kurma hedefindeki Yahudilerin tarihimizi yönlendirmedeki rollerini de hatırlatmayı görev edinen… Ve böylece günümüze ışık tutan dizinin benzeri yabancı işlerle boy ölçüşebilecek yapım kalitesinde olduğunun altını çizip geçmişe tek yanlı bakmamak adına izlenmesini tavsiye ederek koyalım noktayı. Böylesi güzel bir işte emeği geçenlerin ellerine sağlık.
Anibal GÜLEROĞLU
guleranibal@yahoo.com
www.twitter.com/guleranibal