‘Geçmiş, geleceğin malzemesidir’ demiş ünlü yazar Cemil Meriç… Hele de geçmişin değerini bilenler için bu malzemenin zenginliği en değerli kaynak. Üstelik sadece yaşanan olaylar ya da kişilerle de sınırlı değil bu malzeme yaratma durumu. Mekânlar, yerler de pek çok öyküye dayanak olabiliyor. Nasıl ki, her şeye rağmen ayakta kalmayı başaran Pera Palas Oteli bunlardan biri!
‘‘Şark’a giden yolda Garp’ın son fısıltısı’’… Charles King’in ‘‘Pera Palas’ta Gece Yarısı: Modern İstanbul’un doğuşu’’ isimli eserinde bu cümleyle tanımladığı Pera Palas, tarihi otel olmanın ötesinde, geçmişten günümüze uzanan ve özenle korunması gereken değerlerden… Zira 1892’de, Osmanlı İmparatorluğu’nun başkentini görmeye gelen Orient Express yolcularına hizmet vermek üzere kurulup İstanbul’un simgelerinden birine dönüşen bu otel pek çok ünlü ismi ağırlamış olmanın, önemli olaylara şahitlik etmenin, esrarengiz ve gizemli yönleriyle romanlara ilham vermenin izlerini taşıyor bünyesinde. Nitekim şimdilerde bir dizinin odak noktası olarak karşımızda… Üstelik görüş ayrılıkları yaratan türden bir yapım niteliği sergileyerek!
Değişmez bir kuraldır… Ortaya farklı bir iş kondu mu hemen olumsuz görüşler sıralanır peş peşe. İlgili ilgisiz her kesim verilen emeği karalamakta yarışa tutuşur adeta. Yönetmenliğini Emre Şahin-Nisan Dağ ikilisinin yaptığı… Senaryosu Elif Usman tarafından kaleme alınan ve Charles King’in ‘‘Midnight at the Pera Palace/Pera Palas’ta Gece Yarısı’’ eserinden uyarlandığı vurgulanan ‘‘Pera Palas’ta Gece Yarısı’’ dizisi de bu rutinin malzemesi oldu maalesef.
Bazıları gerek oyunculuk gerekse içerik açısından ağır eleştirilerle topa tuttu… Kimi uyarlandığı söylenen kitapla isim benzerliği dışında ilişkisi olmadığını söyledi… Kimileri de içeriğin diline takıldı. Bunlara karşın beğenip övgüyle bahsedenler ve eleştirileri abartılı bulanlar da oldu kuşkusuz… Ki, benim görüşüm de beğenenlerden yana. Bu noktada, emeklere ve yaratılan işe haksızlık yapmamak adına, olumsuz eleştirilere karşıt görüşle kendi yorumumu getirmek isterim diziye. Buyurunuz…
Netflix Türkiye’de izlenme listesinin zirvesinde yer alan ‘‘Pera Palas’ta Gece Yarısı’’ dizisini yorumlarken söylenecek çok şey var aslında. Kuşkusuz hiç kusuru olmayan, mükemmel bir iş değil. Elbette ki hemen her yapımda olduğu gibi onun da eksiği gediği var. Lakin genel çerçeveden bakıldığında bu eksikleri gedikleri arka plana atan yönleriyle güzel bir performans ortaya koyduğu da ortada. Hele de bu türde henüz yolun başında olduğumuz düşünülürse! Hal böyleyken ‘‘Pera Palas’ta Gece Yarısı’’nın görüş ikilemi yaratması da çok doğal. Ancak bir işin kalitesini değerlendirip görüşleri dillendirirken hak yememek, ezip geçmemek de esas olmalı her daim.
Bu bağlamda öncelikle içeriğe yönelik eleştirilerden olan ‘uyarlama’ yönünden söze girmekte fayda var. Zira romandan ziyade tarihi anlatan bir kitap olan orijinal eser, Para Palas’ı temeline alıp Modern İstanbul’un kuruluş sürecinde yaşanan gerçek olayları, toplumsal yapıdaki renkliliği yansıtmakta. Emre Şahin’in yaratıcılığındaki dizinin birebir böyle bir özelliği yok kuşkusuz. Lakin tarihi kurgusallığı zaman yolculuğuyla harmanlayan dizi, dönemin en önemli tanıklarından bir sayılabilecek Pera Palas Oteli’ni ve ünlü konuklarını malzeme yaparak kitapla kesişmiş halde. Yani buradaki uyarlama durumu sadece isimle kalmayıp otel ve onun müdavimleri olan tarihi kişilikler bazında gerçekleşiyor. Bunun ötesi dizi yaratıcılarının hayal dünyasının ürünü. Uyarlama, birebir olacak diye bir kural olmadığına göre… ‘‘Pera Palas’ta Gece Yarısı’’ da belli detaylarda orijinalden ilham alıp bu temelden kendi özgünlüğünü yaratmış… Kime ne?
Diziyle ilgili bir diğer yoğun ve de maksadını aşan ağırlıktaki eleştiri, Hazal Kaya’nın oyunculuğuna ve karakterine yönelik. Bu eleştiriler haklı mı peki? Burada önemli unsur, oyunculuğun karakterle uyumudur… Ki, başına buyruk habercilik yapan, istenileni değil daha fazlasını vermeyi alışkanlık edinen, kadınların erkekler karşısında ezik durmaması gerektiğini savunan gazeteci Esra’nın kişiliği ile Hazal Kaya’nın coşkulu-enerjik performansı gayet denk.
Kuşkusuz dizinin ilk bölümünde karakterin şapşik tavırlarını, heyecanlı konuşmalarını yadırgayan çıkabilir. Lakin günümüz dünyasında bir başına büyüyüp ayakta kalma mücadelesi veren Esra’nın bir anda geçmişin renkli dünyasına gidip ünlü simalarla karşılaşmasını aktarırken o şaşkınlığı ve heyecanı Hazal Kaya’dan daha iyi yansıtabilecek biri çıkar mıydı, onu da sorgulamak lazım. Dahası ilerleyen bölümlerde karakterin ve performansın daha yerli yerine oturduğunu da söylemeden edemeyeceğim. Buna karşılık Hazal Kaya’nın karakteri canlandırırken bir parça daha alçak tondan oynamasının doğru olacağını düşündüğümü de belirteyim. Yani buradaki tek abartı, ilk bölümde yadırgayabildiğiniz, ikinci bölümde alıştığınız, üçüncüde iyice sevdiğiniz Esra’nın bazen aşırı yüksek tondan söylemleri! Biraz daha sakinlik olabilirdi diyorum.
Öte yandan Esra’nın otel penceresinden kaçışı ya da o devrin arabasını bir çırpıda kullanışı, yerleri kolayca buluşu gibi detaylara hiç takılmıyorum. Çünkü zaman yolculuğu gibi fantastik içeriklere sahip yabancı yapımlarda da sürüyle kendini sorgulatan böylesi detaylarla karşılaşabiliyoruz. Onlar ‘müsamere’ olarak görülmüyor ama... Tek fark bu türde daha tecrübeli olunması ve karalamak için köşelerde bekleyen bolluğu bulunmaması!
Kaldı ki, başına buyruk gazeteci Esra olarak bir parça yalpalayarak karşımıza çıkan karakterin zaman yolculuğunu yaşadıktan sonra geçirdiği evrimi de dikkate almak lazım. Zira başlangıç heyecanını atıp karakterine alışarak daha sağlam bir duruş sergileyen Hazal Kaya’nın bu süreçteki performans oldukça samimi. Aynı anda Esra ve Peride olmak durumunda kalan Hazal Kaya, canla başla oynayıp katman katman ilerleyen bölümlerde karakterini duruma daha iyi uyum sağlamış bir hale getirirken, karakter dönüşümünü-gelişimini de layıkıyla yansıtıyor bize. Kısacası kimi zaman abartıya düşse bile Hazal Kaya’nın her telden çalmaya müsait oyunculuğu bu dizide kesinlikle sırıtmıyor. Hazal Kaya’nın dışında Selahattin Paşalı, Tansu Biçer, Engin Hepileri başta olmak üzere diğer oyuncuların seçiminde de bir sorun yok.
Performansların karakterlerle gayet uyumlu olduğu dizide eleştiriye maruz kalan hususlardan biri de diyaloglardaki bozukluk. Bu önemli bir sorun. Çünkü sıkça karşılaşıyor olmamız bir yana, genç nesle örnek teşkil edip Türkçe’nin temelini dinamitliyor. Dolayısıyla bu konudaki eleştirilere katılıyorum. Mesela Esra’nın sürekli ‘Yaaa…’ diyerek konuşması kulak tırmalama niteliğindeydi. Bu nahoşluk bir de yüksek tondan konuşmalarla birleşince iyice göze batıcı bir hal aldı ilk etapta. Ancak gerçek dünyada sıkça karşılaştığımız bu konuşma şekli eğlenceli-içten-canı tez Esra tiplemesiyle bütünleştiğinde bu özenti konuşma mantığının yarattığı batıcılık da kısmen hafifledi. Ayrıca hayatın içinden yapayalnız çıkagelen Esra, öyle bir tipti sonuçta. Hoşlanmasak bile alıştık.
İzleyicisini 1919 yılının İstanbul atmosferine götürmede ve dönemin ayrıntılarını yansıtmakta hayli başarılı olan yapımda ‘Agatha Christie’ detayı da fikir ikilemine sebep olan ayrı bir unsur. Henüz romanlarının basılmadığı dönemde gerçekleştirdiği İstanbul ziyaretinde eşiyle birlikte karşımıza çıkartılıp Pera Palas’taki varlığı 411 no.lu odayla pekiştirilen ‘Agatha Christie’nin ilk bölümden sonra ötelenmesi kimileri tarafından yadırganabilir. Fakat dizinin bütünlüğünün ünlü yazarın üstüne kurulmadığı, onun hatırasıyla özdeşleşen Pera Palas odaklı bir zaman yolculuğunda yaşanan polisiye aksiyona dayandığı gerçeği hatıra getirildiğinde… Bu noktaya takılmanın anlamsızlığı da görülebiliyor.
SONUÇTA; İsteyen, istediği kadar ağır eleştirebilir ama… Görünen gerçekleri de ezip geçmemek şartıyla. Biz de diyoruz ki… Bir bakıma kurmaca içinde belgesel havası estirerek yaratılan ‘‘Pera Palas’ta Gece Yarısı’’nı düşünenler, yerli zaman yolculuğu örneği olarak, iyi iş çıkartmışlar. Üstelik mizahi detaylarla renklenen dizinin mantığı ve oyunculuğu pek çok benzeri yabancı yapımdan daha güzel.
Olayın senaryo kanadına gelince… Elif Usman’ın senaryosu zaman yolculuğunun sorgulatan yönlerini ustalıkla bertaraf edip kendi üslubunu ve renkliliğini kurmayı başarmış fantastik bir dünya sunuyor bizlere. Karakterlerle özdeşleşme ihtiyacı hissettirmeyen akış, Pera Palas’ın yanı sıra dizinin temel mekânlarından olan Garden Bar’daki dönemsel çeşniyi de çok net tattırıyor izleyiciye. Tebrikler.
Anlayacağınız… Dört dörtlük olmasa dahi… Kadınların kendi kimliklerini bulma yolunda birlik olup erkek egemen dünyanın eziciliğine karşı durması gerektiği gerçeğini dillendiren… Mustafa Kemal Atatürk’ün ülkemiz için yaptıklarını ve önemini, tarihimizden günümüze uzanan, duygusal görsellikle yansıtan… Ve verilen emekleri boşa çıkartmayan ‘‘Pera Palas’ta Gece Yarısı’’ izlenmesi keyifli, hoş bir dizi! Bu başlangıcın sonrasında pek çok hikâyenin çıkacağı gerçeğinde, devam sezonunun gelmesinin yerinde bir karar olacağının da altını çizelim.
Son söz… Nefret-aşağılama dilinin dizi eleştirilerine dahi bulaştığı günümüzde zamanda yolculuk edip tarihteki birleştiriciliklerden ders almak gerek! İnşallah.
Anibal GÜLEROĞLU