Poyraz Karayel gerçekten niye bitti?

Senaryosu devama müsait olan, oyuncu performanslarıyla beğeni toplayan, üstelik de reklam alan dizilerin finallerini anlayan beri gelsin. Açıkçası böylesi bitişleri bir türlü kabullenemiyorum.

Anibal Güleroğlu Yazar guleranibal@yahoo.com

Her gidiş, her veda bir parça acı bırakır ardında. Hele de gidenin sizdeki yeri büyükse, yarattığı boşluk daha da derin olur. Ancak ne kadar istemesek de, gelişlerin gidişi olduğu gerçeğini değiştirmek elimizde değil. ‘Ölüm sadece sonun başlangıcıdır’ der bir Çin atasözü… Ölümün getirdiği sonlara karşı durmaya gücümüz yetmez. Zira böylesi sonlar, varoluşun değişmeyen varış noktası. Öte yandan yaşamın içinde, insan iradesiyle yaratılan vedaları aynı türden kabullenmişlikle karşılamamız beklenemez. Çünkü tek taraflı iradeyle gelişip nedenini net biçimde ortaya koyamayan vedalarda, mutlak cevapları belirsiz soru işaretleri bulunur.

Nitekim birbiri ardına sıralanmaya başlarken mevcutların defterini düren yapımların yeni sezon kavramını ortadan kaldırdığı ekranda benzeri durum hâkim. Sezon sonu beklenmeden yolcu edilen sevdiğimiz dizilerin yersiz vedaları sıklaştı. Hal böyle olunca dönüşü olmayan elvedaları, ardında büyük özlem bırakan dayatma vedaları sorgulamak en doğal hakkımız. Vedasıyla derin iz bırakıp, şok eden finaliyle duygu seline dönüşen ‘Poyraz Karayel’i de bu nedenle bir kez daha taşımak istiyorum köşeme… Ve tüm isyanımla soruyorum, klişe işlerin insan beynine hiçbir katkısı olmayan söylemleriyle doldurdukları ekranda, farklı diliyle düşünen beyinler için bir vaha niteliğindeki ‘Poyraz Karayel’ gerçekten niye bitti?

POYRAZ KARAYEL BİR UMMANDI AMA…

Ekran girdabı öylesine kendine has bir düzene sahip ki buradaki olaylara akıl sır erdirmek normal düşünce yapısıyla olabilecek bir şey değil. Kaliteli içeriklere, doğruyu söyleyenlere pek geçit vermeyen bu düzende, sıradanlığın veya işini bilenin borusu ötmekte. Dolayısıyla hak etmedikleri halde finale yollanan bir dolu dizi savrulup gitti ekran girdabında. Eleştirilerimizle vurguladık yeri geldikçe. Lakin yapımcı veya kanal ayağındaki bazı gelişmelerle defterler dürülüveriyor. Senaryosu devama müsait olan, oyuncu performanslarıyla beğeni toplayan, üstelik de reklam alan dizilerin finallerini anlayan beri gelsin. Açıkçası böylesi bitişleri bir türlü kabullenemiyorum. Hele olayın ‘reyting’e bağlanmasını hiç inandırıcı bulmuyorum. ‘Poyraz Karayel’in vedasına bakışım da bu yönde. Ne oldu da sezon ortasında noktalandı?

Hani Poyraz’ın ‘Unuttun galiba. Benim adım Poyraz Karayel. Benim başıma bir takım felaketlerin gelmesi için mantığa gerek yok’ sözüne bakıp tüm mantıksızlığıyla kabullenelim mi bu finali? Yoksa ‘Sanki sezon ortasında yerine gelen yapım daha üst sıralara taşıyabilecek mi kanalı’ sorgusuyla veda edişin arkasında reytingden ziyade başak etkenlerin olabileceği ihtimalini mi sorgulayalım? Bence mantığı bertaraf ederek olanı biteni kabullenmektense, veda olayına farklı bakış açısı katıp reyting bahanesinin ötesine bakmak daha iyi.

Bu yaklaşımla ‘Poyraz Karayel’in finaline giden süreci değerlendirecek olursak akla gelen ilk ihtimal, senaryonun baştan beri gem vurma ihtiyacı hissetmediği özgür dilinin veda kararında yönlendirici olabileceği hususu! Malumunuz ‘Poyraz Karayel’i diğer yapımlardan farklı kılan başlıca özellik, mafya-polis-aşk üçgenine dayalı öyküsünden ziyade içeriğindeki aydınlatıcı mesajcı yöndü. Gerek duvar yazılarıyla, gerek Oğuz Atay-Cemal Süreyya gibi yazarlardan alıntılarla, gerekse birbirinden kapsamlı repliklerin vurgulayıcı derinliğiyle izleyicisini etkileyip klişelerin dışına çıkartmayı başarıyordu. Keza aşkı yansıtması da bu mantık çerçevesinde ayrı bir güzellikti. Bundan ötürü de Poyraz-Ayşegül aşkı başta olmak üzere karakterlerinin sevdalarını şiirsel dille işleyen ve her durumdan güncele yönelik gönderme çıkartmayı ihmal etmeyen senaryo, rakipsiz durumdaydı.

Ancak senaryonun bu özelliğiyle herkesin hoşuna gitmeyeceği gerçeği de orta yerdeydi. Nitekim başlangıçtan bugüne küresel güçlerden, hayvan haklarına… Toplumsal yozluktan, demokrasi bilincine farklı noktalara değinirken kendine has dil geliştirerek adeta ‘Poyraz Karayel edebiyatı’ oluşturan dizinin senaryosu sonlara doğru bu özelliğinden uzaklaşır oldu. Sandalyeleri kürsü yapıp nutuk atan, İsa’nın ödevlerini toplum dersine çeviren ve kendine yoldaş tuttuğu Albay’la yaptığı sohbetlerden düşünsel yanlışlara ışık tutup insan olma bilinci aşılayan Poyraz başta olmak üzere karakterler eskisi gibi konuşmamaya başladı. Ne hikmetse replikler daha sade suya tirit hale gelmişti. Ne dokundurmalarda eski kapasite vardı, ne de mesajcılıktan eser kalmıştı. Sanki yazanlar değişmişti ya da eski şevkleri kalmamıştı. Özellikle son dört-beş bölümde Poyraz’ın suya sabuna dokunmayan konuşmalarla yer alması, günceli hedeflemekten kaçınmasıyla gelişen düşündürücülük ‘Senaryonun sesi kısılmış’ izlenimini uyandıran türden bir tablo çıkarttı karşımıza. Bu ise alıştığımız ‘Poyraz Karayel’in özünü yitirmesine, sıradan bir yapıma dönüşmesine ve iyiden iyiye kan kaybetmesine sebepti. Peki, bu türden kısıtlanmış bir akışla dizi nereye kadar ayakta kalabilirdi? Daha doğrusu ölçüp biçerek konuşturulan bir Poyraz’la, kapitalizme-küresele ilişmeyen bir Zülfikar’la ve iyice devre dışı bırakılmış Albay’la senaryoyu zorlayıp işi sürdürmeye değer miydi?

Diyeceğim o ki; ‘Poyraz Karayel’, edebiyatın ruhunu hissettiren metinleriyle ve yaşamdaki pek çok olumsuzluğu sorgulatmayı hedefleyen mesajlarıyla yol aldığı sürece dizicilik adına bir ummandı! Bu ummandan yani okyanustan pek çok cevher çıkartmak mümkündü. Ama küçük derelerin şırıltısında insan eğlemeyi, okyanusların engin derinliğine tercih etme mantığı buna geçit vermedi. Dolayısıyla dizinin vedasında reyting düşüklüğünden ziyade, söylem dilindeki sivrilik unsurunun öne çıktığını söylesek… Herkesin haz etmediği dilin törpülenmesi ve karakterlerin mesajcı özelliğinin kısıtlanmasıyla eli kolu bağlanmak durumunda kalan senaryonun, eski performansını sürdüremeyecek hale gelip finali seçtiğini düşünsek yeridir.

ÖLÜMLÜ VEDA, BURÇİN KLASİĞİNE Mİ DÖNÜYOR?

Vedaları sevmesek de, hayatın bir parçası dedik ya… Galiba ‘Poyraz Karayel’in vedasında en çok dokunan yön, sadece içten sunumları sayesinde hakiki hale gelen birbirinden değerli karakterleri göremeyecek olmamız değil, aynı zamanda yeşil minibüsleriyle mutluluğa yelken açan Poyraz ile Ayşegül’ün bunu yaşamalarına tanıklık edemeyişimiz! Özel sevgi tiratlarıyla birbirlerine hitap edip, televizyonda görüp görebileceğimiz en sahici aşkı bize sunan ikilinin ölümle kopartılması içimi yaktı doğrusu. Gerçi, ‘Bi âşık oIaIım dedik feIaketim oIdun Poyraz. Sen sadece bi aşkı mahvetmedin! Bi hayatı mahvettin’ diyerek adeta kendi sonunu işaret eden Ayşegül’ün Poyraz’la mutlu bir sona ulaşacağına ihtimal veremiyordum bir türlü. Ama yine de ekrandaki en gerçekçi ve duygu yoğunluğu olan birlikteliği sunarken başlarına gelmedik kalmayan bu çiftin mutluluğundan yanaydı temennilerim.

Ne yazık ki, ‘Tarih sadece mutsuzları yazar’ diyerek noktayı koyan yapım hem ‘Kavuşamazsan aşk olur’ sözünü doğrulamak istercesine, hem de her şeyin tıkır tıkır işlediği dizilerin rutinini kırıp akıllarda iz bırakmak adına Ayşegül’ü başlangıcı olmayan bitişe yollamayı tercih etti. Dizinin fark yaratma hanesine artı olarak yazılan bu ayrıntının izleyicide yarattığı şok belli. Yanı sıra patlayan araçtan bir şekilde kurtulduğunu düşünsek bile, hayalet gibi bitivermesini anlayamadığım Nevra’nın saldırısı karşısında Ayşegül’ün tepkisiz kalışı, kabullenmişlikle ölüme yol alması da hazmedilecek gibi değil. İç sesiyle başına geleceklerin yorumunu yapıp resmen öldürülmeyi bekledi. Sanki Poyraz’la aşkının ölümsüzleşmesi için ölmesi gerektiğine inanıyor gibiydi… Hani, bu Poyraz’la uzun süreli mutluluk olmaz. En iyisi öleyim dercesine!

Gerçek hayatta aşklarının farklı gelişmesi ve mutlu sona erişmesi temennimiz ama… Düşünüyorum da, Poyraz’ın ölümsüz Ayşegül’ünü izlememizi sağlayan Burçin Terzioğlu’nun göre göre ölüme gittiği ilk dizi finali değil bu. Murat Yıldırım’la başrolü paylaştığı ‘Fırtına’da Zeynep ile Ali’nin mutlu sona ulaşmasını, yine Murat Yıldırım’la rol aldığı ‘Ey Aşk Nerdesin’ dizisini bir tarafa bırakırsak en göz doldurduğu ‘Merhamet’te de işin sonunu ölümle getirmişti. Sermet’le zorlu bir sürecin ardından aşkını yaşayamadan göz göre göre ölüme giden ve kumsal sahnesiyle Narin’le birlikte ölüm üstüne güzelleme sergileyen Deniz’in hamileliği de sonuçsuz kalmıştı. Tıpkı Poyraz’ı kurtarma uğruna kürtaj yaptırmak zorunda kalan Ayşegül gibi. Yani bir anlamda Burçin Terzioğlu, ‘Merhamet’teki inişli çıkışlı ve sonu ölümlü aşk sürecini ‘Poyraz Karayel’de de sürdürdü. Şimdi üst üste gelen bu finallere bakınca ‘Ölümlü vedalar Burçin Terzioğlu klasiğine mi dönüşüyor’ sorusu takılıyor aklıma. Şayet gelecek işinde de benzeri tekrarlanırsa izleyicide ‘Tüm yaşananlar boşuna. Nasılsa ölecek sonunda’ kanısının uyanması kaçınılmaz olur. Bu ise ilgiyi baştan sekteye uğratır. Dikkat!

Neticede; Musa Uzunlar’ın üstün performansıyla bu sezon iyice göz doldurur hale gelen Bahri Baba’yı Don Corleone misali öldüren… Poyraz’ı, Ayşegül’ün ölümüyle Mecnun’a döndüren… Ve ‘Yanmak meseIe değiI de... KüreseI güçIerin yerIe bir oIduğu bir dünya hayaIim vardı o yaIan oIdu’ diyen Zülfikar gibi zamansız gidişiyle, benim de beklentilerimi boşa çıkartan ‘Poyraz Karayel’, kötülerin dünyasında kötüler kadar kötü olamadığı için sürpriz biçimde veda ederek aramızdan ayrıldı… Ardında soru işaretlerini, ‘Sezonlar boyu sürecek kapasiteye sahip bu dizinin bitmesi yazık oldu’ gerçeğini ve iyilerin hayatı darmaduman olurken Ayda Aksel’le hayat bulan Nevra gibi kötülerin hep kazançlı çıkacağı felsefesini bırakarak!

İlker Kaleli’yle özdeşleşerek gönlümüzde taht kuran ‘Poyraz Karayel’e veda saygısı niteliğindeki yazımı noktalarken tüm oyunculara ve senarist Ethem Özışık başta olmak üzere yapımda emeği geçen herkese bize böylesi güzel mesajlar veren ve edebiyatı parlatan bir dizi izlettikleri için teşekkürler…

Anibal GÜLEROĞLU

www.twitter.com/guleranibal

Tüm yazılarını göster