Nedendir bilinemez, bizim için fazlasıyla önemlidir bir oyuncumuzun yabancı yapımda rol alması. Aynı şekilde ülkemize gelen yabancı ünlüler, medyadan gördüğü yoğun ilgiyle kamuoyuna yansırken ünlü bir yabancı oyuncunun herhangi bir Türk işindeki mevcudiyeti de bir başkadır bizim nezdimizde. Hoş bu yaklaşım başka alanlarda da geçerlidir ya…
Artık ister kabul edilme kaygısıyla kendini ispat deyin, ister ezilmişlik veya aşağılık duygusunun dışavurumuyla yükselme hırsı… Arzu edildiği takdirde, hangi konu olursa olsun, yoğun bir çalışma ve özenle çok daha ilerisine geçebileceğimiz gerçeği göz ardı edildiği için ‘Yabancı’ dendi mi bizdeki havalar değişir, akan sular durur.
Evet, bu sıraladıklarım pek çok kez çeşitli vesileyle dile getirilen klişe vurgulamalar. Ancak ‘Son Umut’ ya da orijinal adıyla ‘The Water Diviner’ filminin, uluslararası anlaşmalar nedeniyle akreditasyonun zorunlu tutulduğu, Avustralya ve ABD yapım şirketlerinin resmi talebi üzerine prosedür ve kurallar gereği hazırlanan metni imzalayıp telefonlarımızı teslim ederek girdiğimiz yoğun katılımlı ön gösterim sonrası gerçekleşen basın toplantısındaki tablo bu söylemlerin ötesinde bir kaynaşmanın da var olabileceğini düşündürdü.
RUSSELL’DAN SAMİMİ VE NET CEVAPLAR…
‘Son Umut/The Water Diviner’ filminin Russell Crowe, Olga Kurylenko, Cem Yılmaz ve Yılmaz Erdoğan ile Mars Sinema ve NuLook İstanbul Yönetim Kurulu Başkanı Muzaffer Yıldırım’ın katılımında gerçekleşen basın toplantısı için ilk yorumum, cevapların alabildiğine net ve aydınlatıcı olduğu yönünde.
Söylenen saatte başlayarak, hem organizasyonun hem de ekibin katılımcılara saygısını gösterdiği toplantının havası da, Russell Crowe isminin başlangıçta tanımladığım ‘yabancı’ algısından çok uzak olduğunu samimiyetle ortaya koyan detaylardan. Ayrıca Russell Crowe öyle bir Çanakkale filmi yaratmış ki, bunu izlerken ‘yabancı işi’ olduğunu düşünmek kesinlikle imkânsız. Dolayısıyla Russell’ı, bir yabancı veya Hollywood ürünü ünlü kimliğiyle görmüyorsunuz. Zaten kendisi de gerek konuşması, gerekse doğal tavırlarıyla, Cem Yılmaz ve Yılmaz Erdoğan kadar bizden biri olduğu imajını toplantının her anında yansıtıyor.
Bu doğrultuda bizdenleştirerek dinlediğim Russell Crowe’un Çanakkale Savaşı ve filmle ilgili görüşlerine geçecek olursak…
Tarihte yaşananları hem ilham kaynağı, hem de utanç verici olarak gören Russell Crowe’un bu filmdeki başlangıç hedefi, Avustralya-Yeni Zelanda için yeni bir bakış açısı yaratmak!
Senaryoyu okurken bir sorumluluk alıp savaşı tek yönlülükten kurtarmak isteyen aktör-yönetmen, acıları hem saldıran hem de saldırıya uğrayanların penceresinden vermek istemiş.
Avustralya’daki Türklere karşı gösterilen saygıdan ve ülkemizdeki Anzak mezarlarının ziyaret geleneğinden bahsederek kültürlerin birbirleriyle kucaklaşma gerekliliğini vurgulayan Russell Crowe, filminde tek yanlılıktan alabildiğine kaçınmış. Bunu da filmini Kuvayı Milliye’den Yunan saldırısına, çarpışmaların bitmesine rağmen düşmanlık besleyen Anzak askerinden yardımsever Türklere farklı perspektiflerden işleyerek ispatlamış zaten.
Peki, Russell Crowe filmindeki üslubuyla birilerini, misal Yunanlıları kızdırmış olabilir mi?
Üç çocuğunun peşinden giden Joshua Conner karakteri bir seçim karşısında olduğundan, Russell Crowe da savaş ortamında seçim yapan kahramanla olumsuz bir mesaj verme taraftarı olmamış. Bu meyanda oğullarını bulmak için kendisine yardım eden Türklerin hayatını kurtarmak da, Yunanlılara karşı olumsuz bir tavır sayılmamalı. Anlayacağınız öküzün altında buzağı aramak yerine, filmde yaşananlar sadece savaş kargaşasının ardından gelişen insani ilişkiler çerçevesinde yorumlanmalı.
Ünlü aktörün günümüz savaşlarıyla ilgili görüşleri de gayet gerçekçi ve dürüst…
O acılardan 100 yıl sonra bile halen anne-babalar çocuklarını savaşa yollama gerçeğiyle karşı karşıyaysa durup düşünmek gerektiğine dikkat çeken Russell Crowe bu düşündürücü olguya ‘Din üzerinden sürdürülen savaşların aslında petrolle ilgili olduğu’ yönündeki sözleriyle yorum getiriyor. Ona göre ‘Çözüm için gerçekçilik gerek. Olay, yeşille-dolarla ilgili’. Bu saptama, her yönetimin bildiği, insanların bir kısmının farkında olduğu ama ne yazık ki asla kabul edilmek istenmeyen bir gerçek değil mi? Hele ki yanı başımızda, Irak-Suriye’de yaşananların temelinde petrolün ve doların yeşilinin etken olduğu ayan beyan ortadayken bunu görmememizin imkânı var mı? Yoksa tüm bunlar sadece filmlerde mi eleştiriliyor?
Yansıtmak filmcilerin, çözüm getirmek ise siyasilerin ve çocuklarını savaşa yollayanların işi. Bu tarz filmlerin yaşayan işler olduğuna dolayısıyla senaryoların da çekim aşamasında değişebileceği gerçeğine değinen ve ‘Bir şeyleri yavaş yavaş, yaptıkça öğreniyorsunuz’ diyen Russell Crowe ‘Son Umut’ta iki kültürden insanların bu filmde kendisini bulması üstüne yoğunlaşınca, müzik unsurunun kaynaştırıcılığını devreye sokmamak olur mu? Bunun için ‘Hey 15’li şarkısı biçilmiş kaftan. Kültürel değişimin parçası olabilmek için bu şarkılı-içkili sahne gerçekten de önemli. Fikir babasıysa Cem Yılmaz.
Günümüz sinemasındaki tema ağırlığına karşın 70’lerdeki gibi karakterleri öne çıkartmak isteyen ve buradaki rolünü de ebeveyn gözüyle değerlendirerek canlandıran aktörün samimi itirafları ne derseniz?
Filmde İngilizlere yönelik vurucu bir mesaj vermiyor ama Avustralya ve Yeni Zelanda için İngilizleri eleştirmenin adeta bir spor olduğunu söyleyerek, kendilerince ‘anne’ gibi görülen İngiltere’nin eleştirilmek için filme ihtiyacı olmadığını hissettiriyor.Ayrıca İstanbul’da 35 erkek, 20 kadınla uzun uzun görüşen ve ülkemizin oyunculuk bakımından ümit vaat ettiğini söyleyen Russell Crowe’un, deneyimlerinden faydalanmak istediği için filme aldığı Cem Yılmaz ve Yılmaz Erdoğan’a yaklaşımı da gayet sıcak. Onları, oyunculuk ve yönetmenliğe bakış açılarının benzerliğinden dolayı, kendisiyle aynı kabileden görüyor. Bu özellik kaynaşmalarını ve çalışmalarını kolaylaştırmış.
Ölen askerlerin kalıntılarının bulunmasının Avustralya ve Yeni Zelanda’da derin etkiler yarattığını hatırlatırken kemik toplama işini korkunç bir görev olarak değerlendiren Russell Crowe’un Çanakkale filmlerine dair görüşlerine gelince… Bugüne kadar çekilenleri savaşın olumsuz yüzünü yeterince anlatan, oradaki kaosun gerçekliğini hissettiren türden bulmuyor.
‘Son Umut’ bu konuda iddialı!
Birçok Amerikan filmi çekmekle birlikte kendi ülkesinde yaşadığını söyleyen Russell Crowe, mesajlarını en iyi biçimde vermeyi sürdüreceğini söylerken uluslararası film yapmaktan yana olduğunu da ucundan açık ediveriyor. Bu film öncesinde Türklerle ilgili çok bilgisi olmayan ancak bu süreçte epeyce Türk filmi izleyen aktör, gelecekte yeni projeler yapmaya sıcak bakıyor. Her ne kadar spesifik bir plan şimdilik bulunmasa da… Cem Yılmaz’ın ‘Aklımızda var.
Çalışıyoruz üstünde’ diyerek mizahi katkıda bulunduğu böylesi bir projeye kapılar açık!
Bu noktada öne çıkan konu, doğal olarak ‘ticari sonuç’… Filmlerin mesajcılığı yetmiyor tabii. Getirisi yüksek olacak ki, yönetmene de yeni yapımlar üretme fırsatı sağlansın. Ancak Russell Crowe’un bu filmle ilgili olarak ticari kaygıya düşmesine pek gerek yok. Zira en azından bizim seyircimiz, Cem Yılmaz ve Yılmaz Erdoğan’ı Russell Crowe ile aynı işte görmek için salonları dolduracaktır.
CEM YILMAZ, BUNDAN SONRA ÖNÜ AÇIK MI, DİYE BAKMIYOR!
Kimilerinin aksine ‘Pek Yakında’ filmini çok beğendiğim Cem Yılmaz’ın basın toplantısındaki tavrı, bildiğimiz Cem Yılmaz’dan farklı değil. İngilizce texti ‘Aaa… Ne güzel İngilizce okuyabiliyormuşum’ diye sevinerek karşılayan ve sonrasında Yılmaz Erdoğan’la birlikte Sultanahmet ve civarını dolaşmaya başlayan (Yanlış anlaşılmasın lokasyon vermek için söylemiş) Cem Yılmaz Russell Crowe ile karşılıklı kazanımları konusunu vergilere, kolundaki saate bağlayarak mizahi yönünü konuşturuyor.
Basın toplantısını neredeyse Cem Yılmaz Show’a çeviren ünlü komedyenimizin en dikkat çeken açıklaması, sinema macerasında büyük hayalleri olmadığını söylemesi! Film setinde bulunmaktan, filmci olmaktan dolayı hissettiği mutluluğun önemini vurgulayıp ‘Bundan sonra önümüz açık mı diye bakmam’ diyerek, mizah arasına siyasete göz kırpmadığı mesajını iliştirerek kimilerini iğneleyen Cem Yılmaz’ın Russell Crowe ile ilgili film planı hayli komik…
Organize İşler’de Cem Yılmaz’ın oynadığı rolü Russel Crowe’a vermek isteyen Yılmaz Erdoğan’a karşılık daha yaratıcı olan Cem Yılmaz’ın ünlü aktör için hayali projesi, onu bir okey masasına oturtup ‘Gladyatör Dönüyor’ filmi yapmak! Kendisinin Cemal Çavuş rolüne çok zor ikna olduğu yönündeki beyanlardan-sorulardan sıkıldığını dile getiren ve ‘İkna oldum ki filmdeyim’ diyen Cem Yılmaz’ın Russell Crowe’un en beğendiği yönüyse, çekim aşamasında filmden parçaları sık sık izletmesi… Tıpkı kendisi gibi!
Bunu enteresan ve etkili bir motivasyon olarak görmekte… Filmler bir ekip işi olduğuna göre doğrusu da bu değil mi? Yönetmen oyuncularıyla bütünleştikçe ortaya çıkan işin etkileme gücü de daha kuvvetlenir.
YILMAZ ERDOĞAN, BU ROLÜN PEŞİNE ÇOK DÜŞMÜŞ
‘Bir rol için hiç bu kadar yüzsüz davranmamıştım ama işe yaradı’ diyerek herkesi güldüren Yılmaz Erdoğan, Avustralya Akademi Ödülleri’nde 8 dalda aday olan ‘Son Umut’taki Binbaşı Hasan rolüyle En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ödülüne talip. ‘İlk defa birileri bizim açımızdan bakmış’ diye düşünerek bu filmde yer almak istediğini söyleyen Yılmaz Erdoğan’ın basın toplantısındaki espri katkısının Cem Yılmaz’dan aşağı kalmadığını belirtmeliyim.
‘Valla mahcup etmem, çok çalışırım’ ısrarıyla Russell Crowe’un kapısını aşındırmasından tutun da, at binme olayına her husustaki açıklamaları espriyle bezeli. Kâh ödül adaylığıyla Cem Yılmaz’a takılıyor, kâh ‘Benim yolum uzun’ diyerek Cem Yılmaz’ın siyasi kalenderliğine nispet yapıyor. Akil adam ne de olsa!
Hayatın tamamını bir şeyler öğrenme ve sonraki kuşaklara aktarma olarak değerlendiren Yılmaz Erdoğan için Russell Crowe ile çalışmak büyük bir deneyim olmuş… Demek film böyle çekilirmiş. Onun gibi bir ustadan çok şey öğrendiğini belirten yönetmen-oyuncumuza ödül yolunda başarılar.
AFİŞ FARKLILIĞINA MANTIKLI YANIT
Olga Kurylenko’nun ‘gelenekleri keşif’ olarak gördüğü Ayşe rolünü, kendisini farklı bir kimliğe kavuşturacağı için beğendiğini ve bu uğurda kısa sürede Türkçe öğrendiğini söylediği ‘Son Umut’ filminin piyasaya sunum olayına gelirsek…
Mars Sinema ve NuLook İstanbul Yönetim Kurulu Başkanı Muzaffer Yıldırım’ın ‘Son Umut’tan beklentisi hayli yüksek. Filmin yurt dışındaki gösterimlerinin ülkemize turizm katkısı sağlayacağı yönünde saptamadan bulunan Muzaffer Yıldırım, Cannes’daki 12 dakikalık gösterimin dahi çok ses getirdiğini ve izleyenlerde Türkiye’ye karşı bir merak uyandırıp ülkemizi görme isteğini tetiklediğini belirtiyor.
Aslında ülkemizle ilgili her yapımı, detaylara takılmadan, anlamsız ve tarihi değiştirme gücü olmayan tepkilerle karşılamadan bu mantıkla değerlendirmek gerek. Zira reklamın iyisinin kötüsünün olmadığı gerçeği günümüzün yükselen değerlerinden. Galanın, Russell’ın programına uygun olarak erkene çekildiğini ve böylece ezber bozduğunu söyleyen Muzaffer Yıldırım’ın bir diğer dikkat çektiği husus, Türkiye’de iyi gişe yapması umulan filmin afişiyle ilgili…
Yanılmıyorsam Rusya ve Çin dışındaki ülkelere satılan filmin Türkiye afişinde Cem Yılmaz ve Yılmaz Erdoğan’ın yer almasına karşın orijinalinde bulunmayışları üstünden yürütülen eleştirel söylemleri, ‘Her film için bu standart. Dünyada yapılmamış ekstra bir şey değil’ diyerek yanıtlayan Muzaffer Yıldırım gayet mantıklı bir izahla son noktayı koyarken, Cem Yılmaz’dan gelen ‘Avatar filminde en arkada ben vardım’ şeklindeki espri, Yılmaz Erdoğan’ın
‘‘Titanik’te de ‘Batan geminin malları’ diye bağırıyordu’’ tarzı şakacılığıyla buluşunca afiş farklılığına kafayı takan birileri de hak ettiği cevabı her türden almış oluyor. Anlayana sinek saz…
Amerika’da Nisan 2015’te gösterime sokulması planlanan, ülkemizdeki vizyon tarihiyse, Çanakkale Savaşı’nın 100’üncü yılında denk gelen 26 Aralık 2014 olan ‘Son Umut/The Water Diviner’ filminin hiç yabancılık hissettirmeyen basın toplantısından yansıyanlar bu kadar.
Russell Crowe ile bizimkilerin ‘Son Umut’unun eleştirel yorumu da vizyon öncesi bir başka yazıya…
Anibal GÜLEROĞLU
guleranibal@yahoo.com
www.twitter.com/guleranibal