Dizi ve oyuncu dünyası da bu fırsatçılığın alabildiğine yaşandığı alanlardan. Felsefe de malum… Reklamın iyisi kötüsü olmaz! Bir bakıyorsunuz Serenay Sarıkaya ile Kerem Bürsin’in aşklarının ağır basmasından dolayı birlikte çektikleri reklam filminde değişikliğe gidildiği haberi düşüyor magazin gündemine. Sonra ‘Şahane Damat’ın yangından mal kaçırırcasına final yapmasıyla ilgili iddialar dökülüyor ortalığa. Bu tarz haberlerin odak noktasındaki konu da ne yazık ki ismi geçenlerin oyunculuk yeteneği değil, aşk-meşk halleri.
Bu köşede yeri geldikçe değinmişimdir oyunculuk konusuna. Dizilerle körüklenen oyunculuk algısı ortadayken yazmamak elde mi? Dolayısıyla oyunculuğu bir kez daha masaya yatırmakta fayda var. Konu malum… ‘Şahane Damat’ın yangından mal kaçırırcasına final yapmasıyla ilgili iddialar! Gerçekliği veya yalanlığı bir yana, ortada doğrudan ‘oyunculuk’ olayını gündeme getiren bir sorun bulunmakta. Yazının hedefi de bunu saptamak. Hem bu vesileyle ‘Şahane Damat’ın bitişiyle ilgili yazmayışımı eleştirenlere de cevap vermiş olacağım bir yerde.
‘ŞAHANE DAMAT’ NİYE BİTTİ?
Sekizinci bölümde ekrana veda eden ‘Şahane Damat’ın, sevenleri kestirme yoldan birbirine kavuşturup mutlu son yaratan finalinin ardından bir şey yazmamıştım. Çünkü ortalıkta söylenti bolluğu yaşanıyordu ve belli ki birileri kaynayan kazanı patlatmak niyetindeydi. Yanılmadığımı, diziyle ilgili medyada bolca yazılıp çizilince gördüm. İddia üstüne iddia yer aldı magazinde. İlk önce set kavgası gerekçe gösterildi. Ardından başroldeki Burcu Özberk’in rol arkadaşı Ali Ersan Duru’ya âşık olduğu, aşkına karşılık bulamayınca hırçınlaştığı ve setlerin uzadığı… Hande Kaptan’ın da bu gecikmelerden dolayı kavga çıkarttığı yazıldı.
Doğrusu genç bir insanı böylesi iddialarla gündeme getirmek hiç şık olmamıştı ya... Haber ‘Şık’ olmasa dahi magazin medyasının işi, sansasyonel haber yakalamak; yakalayamadığı yerde duyumlara dayalı iddialar ortaya atmaktı nihayetinde. Ayrıca hangi sektörde olursa olsun kulis dedikodularının, tüm abartılarına rağmen, çoğu zaman verilen resmi beyanların ötesinde işin aslını açıkladığı da bir gerçekti. Tabii buna karşılık ilgili kişilerden, iddialara yalanlayıcı bir açıklamayla karşılık gelmesi de kaçınılmazdı. Nasıl ki, iddialar neticesinde sırf aşk uğruna bir sürü insanın ekmeğiyle oynamış pozisyonuna düşürülen oyuncu kanadından cevap gecikmedi. Burcu Özberk’in ajansı, haberin gerçeği yansıtmadığını belirtip iddiaları yalanlayarak itibar edilmemesini istedi. Peki, itibar etmeyelim de… Hani ne derler bilirsiniz… Ateş olmayan yerden duman çıkmaz… Sinek küçüktür ama mide bulandırır… Vesaire, vesaire!
Şimdi aklıma takılan şu… İddiaların gerçek olmadığı söyleniyor tamam da, o zaman neden kimse gerçekten gerçek olan gerçeği açıklamıyor? Televizyon ve dizi dünyasında niye şeffaflık yok? Reklamcılık görevi gören magazine malzeme kalmaz diye mi iddiacılığa prim veriliyor yoksa yaşanan gidişlerin gerekçesini, kazılan kuyuların-dönen dolapların içyüzünü öğrenmek izleyicinin hakkı değil mi? Kanallar ve yapımcılar daha ne kadar sürdürecek izleyiciyi yok sayma alışkanlığını? Görünen o ki epeyce bir süre! O halde biz de kendi fikir jimnastiğimizi geliştirmeye devam edebiliriz. Açıkçası hiçbir dizi durduk yere finale gitmeyeceğine göre vardır elbet burada da bir sebep.
‘Şahane Damat’la, N’olur Ayrılalım’ın gidişini kıyaslıyoruz. N’olur Ayrılalım’ın bahanesi, yeterli reklamın alınamayışıydı ya, biz onu sektörün kervanını ürkütmeye ve reklamların reytingden bağımsız elde edilişine bağlayarak değerlendirmiştik. Sonra bir baktık reklam açısından verimli olamayan dizi, ekibinden yönetmen-başrol aşkı çıkartmakta başarılı olmuş. Ne güzel. Her dizide yaşandığına göre, aşklara zemin hazırlama kapasitesi burada da neden olmasın diye düşündüren ‘Şahane Damat’ta tablo nasıl peki?
Ramazanda ekrana gelen ilk bölümüyle toplamda 12’inci olan dizi AB’de 192uncu sırada. Yani reyting açısından parlak bir başlangıç yapamamış. İkinci bölümde daha gerileyen yapım ondan sonraki iki yeni bölümü birer hafta atlayarak ekrana getirmiş. Sıralamasını ilk 10’un içine sokmayı başarmış ama belli ki bu puanlar dizinin çekimini ve yayında kalmasını karşılamaya yetecek getiriyi sağlayamamış. Bu da demektir ki, işin kökü yine paraya dayanıyor. Yani set kavgası, karşılıksız aşk ilanı filan fasa fiso! Bu finalin müsebbibi, kedidir kedi diyelim özetle. Üstelik ‘Şahane Damat’ın ilk iki bölümden sonra sekteye uğradığını düşünürsek adı geçen oyuncunun ilk bölümden abayı yakmış olması lazım. Mümkün mü? Dizilerde ilk görüşte aşk oluyor ama gerçek hayatı geçiniz… Öte yandan şeytan dürtüyor alttan alttan… Şimdilerde ilişki başlatmak için abayı yakmaya gerek yok; hem bilinçli yaratılmış reklam ihtimalini de unutmamak lazım diye. Hani iddiayı yaydır, adından bahsettir, sonra yalanla halleri var ya… Ki, magazin dünyasında da bunun örneğini çok gördük. Burada böyle bir durum var mı yok mu, bunun takdiri de izleyicinin ve okurun diyelim. Dahası şeytan ayrıntıda gizlidir ve ayrıntılar gerçeğin eseridir de diyor şeytan. Kış kış şeytan, kış kış…
Anlayacağınız; Akıl çelen şeytanı kışkışlamanın ardından ‘Şahane Damat’ın sektire sektire ekrana gelişinden ve finalinden yegâne sorumlu maddiyat oluyor yine! ‘Kanallar yeni sezona girerken yazın kazanç getirmeyen yapımlarından kurtulmayı tercih ediyorlar’ mantığıyla kabulleniyoruz biz de. Lakin ciddi ve tatmin edici açıklamalar yapılmadan gerçekleşen her ekrana veda edişte kulislerden taşanlara, set dedikodularına, düşüncelere, bedava reklamcılığa çanak tutanlara gem vurmak da kolay değil. Hatta öyle ki ‘Yapımcıya karşı bir tavır mı var ekranlarda’ diyen bile çıkabilir. Ayrıca iddiaların, adı karışanların oyunculuk yolculuğundaki negatif etkisi de malum… Tıpkı tükenmişlik, kavgacılık vs gibi bahanelerle magazine sıkça konu olanlardaki gibi! Dolayısıyla ‘dikkat’ diyorum ve olayın, bahçelerde maydanoz kısmını geçip lacimor bölümüne geliyorum.
OYUNCULUK NE DEĞİLDİR?
Yeni sezon hevesi ortalığı sarmışken, oyunculuk işi yine bir numara… Gerçi çoğu yapım şirketi belli isimlerle başrolleri doldurmayı seçmekte ama… Geriye kalan pozisyonlar için yarış devam etmekte. Artık biten dizilerden boşta kalanlardan mı istersiniz, yoksa Japon askeri gibi dizilmeye hazırlanan yapımlara ‘oyuncu’ yetiştirmek için harıl harıl(!) çalışıp az biraz(!) da kulis yapmayı seçen oluşumların kataloglarında kayıtlı olanlardan mı? Seçmekte sıkıntı yok. Nasılsa oyunculuğa talip olanlar bol. Tabii aralarından kaçında gerçekten oyuncu kumaşı mevcut; bolluğun sanata katkısı var mı? Bu rekabetçi ortamda oyuncuların rol seçme şansı mevcut mu? Bunlar da ayrı bir konu. En son ‘Karadayı’ ile ekranda olan ve sektördeki çalışma şartlarını eleştiren Kenan İmirzalıoğlu’nun kendisi için yazılan iki senaryoyu beğenmeyerek dizide oynamayı reddetmesi, oyunculuğumuzun gelişim süreci adına umut verici bir davranış olsa dahi, yeni isimlerin bu noktada söz hakkı ve rol seçme şansı olmadığı kesin.
Neyse efendim… Gelelim meselemize. Şimdiye dek Spencer Tracy’nin ‘Zamanında işe git, rolünü ezberle, dekora çarpma’ şeklinde kestirmeden tarif ettiği oyunculuğun ne olduğu, oyuncunun ne gibi vasıflar taşıması gerektiği yönünde laf sokuşturduk durduk. Ama mevcut duruma bakacak olursak, oyunculuğun ne olmadığını saptamak gerekliymiş asıl. İşini profesyonelce yapan veya yapımcıdan haklarını almak için ses yükselten oyuncular bir yana… Kaş-göz hatırına iki günde oyuncu olup kolay kazanılan şöhretten başı dönenlerin bunları özümseyip uygulaması zor ancak yine de üç başlık altında sıralamakta fayda var.
-Oyunculuk, sette aşk başlatıp reklam yapmak değildir
Bizim dizilerimizde sıkça rastlanan bir olay… Rol arkadaşıyla duygusal yakınlaşma başlatmak yani sevgili olmak veya öyleymiş gibi davranmak. Yabancılarda da görülüyor böylesi ilişkiler ama bizdeki gibi hemen her dizinin olmazsa olmazı kıvamında değil. Ciddi ciddi birbirlerini sevip aşklarını nikâh masasında noktalayanlara sözümüz yok. Ama bir de bu işi, dizide avantaj yakalamak veya medyada gündeme gelip ilerisi için reklam olarak gerçekleştirenler var ki, asıl sorun onlardan kaynaklanıyor. Çoğunluğu da oyunculuk yolculuğunda yeni isimler oluyor.
Dizi dünyasında henüz deneyimsizken birdenbire yıldızlaşınca felekleri mi şaşıyor nedir? Bir bakıyorsunuz dizideki partnerleriyle anılıp ‘büyük aşk’ anonsuyla magazindeler. Sonra dizi bitiyor, büyük aşk ‘addaaa…’ uçup gidiveriyor. Bu esnada dizideki bayanlar arasında kıskançlık gelişmesi, ‘Onun değil, benim sevgilim’ manasına gelebilecek resim ve mesajların sosyal medyadan paylaşılıp atağa kalkılması da muhtemel… Devamında takipçi küstürülmesi ve dizi içi huzursuzlukla finale sebep olunması veya kendi sonunun hazırlanması kaçınılmaz. Bu durumu Güneş’i Beklerken dizisinde yaşamıştık nitekim. Başka örnekler de mevcut tabii.
Sözün kısası; Oyunculuğun, sette aşk başlatıp reklam yapmak olmadığını anlayan kazanıyor. Bu yolla kendini öne çıkartmaya çalışan da kısa süreli şöhretin ardından avucunu yalıyor. Yapımcılara önerim, anlaşmalara ‘Dizi ekibiyle aşk yaşamak yasaktır’ maddesi koymaları! Böylece kendileri de rahat eder, diziler de aşk yaygaralarına kurban gitmez.
-Oyunculuk, birbirinin kuyusunu kazmak değildir
Dizi setlerinin cadı kazanı gibi kaynadığı malum... Gerçi her iş ortamında yaşanır didişmeler, arkadan iş çevirmeler. Fakat diğer işlere kıyasla çok daha yakınlaşarak ve rekabete girişerek çalışma durumunda kalan oyuncular arasında iyiden iyiye su yüzüne çıkar hırslar. Ondan sonra gelsin ‘rol’ çekişmeleri… ‘Ben daha çok sahne isterim’ kavgaları ve bu doğrultuda ortalıkta laf çevirmeler, kayırmacılık sağlamak için elden gelenin ardına konmaması… Ve tabii çekişmeci taraflardan hangisi ağır basıyorsa, yapımcı-yönetmen nezdinde kimin kredisi fazlaysa onun galip gelmesi. Diğerinin payına da senaryo gereği ölmek veya uzak diyarlara gitmek düşer. Bu durumun en yoğun örneğini ‘O Hayat Benim’de ikide bir yaşanan kayırmacı ve kavgacı tutumlar sonucu gördük. Rol çekişmesinden, iftiracılık restleşmesine ve dahi özenli sahne çekmenin aşk torpiline… Kuyular süreli kazılırken ekip değişti durdu dizide. Demek ki neymiş? Oyunculuk, birbirinin kuyusunu kazıp iş çevirmek değilmiş! Kulak verene…
-Oyunculuk, ‘rol yapmak’ değildir
Ölü Ozanlar Derneği’nden ilhamla, oyunculuğu, normal insanların tek hayat yaşama şansı varken onlarca hayat yaşama olanağı tanıyan bir iş olarak tanımlarsak… Oyunculuğun, ‘rol yapmak’ değil, ‘anı yaşamak’ olduğu gerçeğine varıyoruz. Daha net ifadeyle, talimatlarla ve metinlerle ‘rol kesen’ olmaktan sıyrılmak; sanatçılık yolunda ilerleyebilmek için kendi kişiliğini, karakterin duygu ve düşüncelerine adapte etmeyi bilmek gerekir… Ki bu da beyin ve kalple oynamak demek. Dolayısıyla kafasında kırk tilki dolaşanlar; beyni ve kalbi başka şeylerle meşgul olup anı yaşayamayanlar sadece rol yapıp yıldızlaşamaz! Sadece oynarlar. Ne kadar tutarsa artık.
Yanı sıra oyunculuğun karakter taklidi olmadığını; gerçek insanlarca sergilenen bir ‘gerçeklik’ olduğunu da akıldan çıkartmamak lazım. Yani dış etkenlerle şekillenmeyen, onun bunun şişirmeleriyle gelişmeyen, abartılı mimiklerden uzak tamamen doğallıkla ve gündelik yaşamdaki doğal insan formuyla icra edilebilecek bir meslek, oyunculuk. Bunu başarmak için de önce ‘insan’ olmak ve kendine, karşısındakilere, canlandırdığı karaktere saygı duymak lazım. Tabii izleyicilere de…
Sonuçta; Şımarık havalara bürünüp gerçek hayatta da rol yapmaya başlayan ‘oyunculuktan uzak’ buldumcuk oyunculara duyurulur… Oyunculuk, oynamak değil yaşamaktır! Yaşam nasıl ki zincirleme etki-tepki sürecinde gelişiyorsa, oyuncu-yapım denklemi de karşılıklı iletişimle ve huzurla yol alır. Bu nedenle ekip içinde yaşananlar, en az reytingler kadar dizilerin ekran yolculuğundaki performansını etkileyen bir faktör konumunda ve her kim ekip bütünlüğüne zarar verme triplerindeyse, bilsin ki yer aldığı proje kadar kendi kendini de çelmelemekte.
‘Şahane Damat’la oyunculuğa bakışımızı noktalarken, oyunculuğun ne olmadığının anlaşılması ve kavgasız gürültüsüz dizi setlerinden çıkan işlerin yer aldığı yeni bir sezon temennisiyle… Oyunculuğun, ne olmadığını bilenlere selam olsun.
Anibal GÜLEROĞLU
HYPERLINK "mailto:guleranibal@yahoo.com" guleranibal@yahoo.com
HYPERLINK "http://www.twitter.com/guleranibal" www.twitter.com/guleranibal