Sesi Çok Güzel bu hatayı nasıl yaptı?

Mesela Diyarbakırlı yarışmacının ses kalitesini ve sahne performansını ön plana çıkartmak yerine onun hüzünlü okul-çalışma hayatının üstüne gidilmesi, en baştan hata oldu.

Anibal Güleroğlu Yazar guleranibal@yahoo.com

Herkesin keşfedilmeye hakkı vardır, mantığı yetenek avcılığının özünü teşkil edince insan ister istemez gerçekten farklılık sunabilecek bir şeyler bekliyor. Yetenekleri değerlendirme olayının ‘ihbar’ gibi kötücül bir derinlik taşıyan kelimeyle buluşturma olumsuzluğu bir yana, FOX’un yeni ses yarışması olan ‘Sesi Çok Güzel’ de bizi bu beklentiye sokanlardan. Ancak başlangıç itibariyle ortaya çıkan sonuç, bu beklentinin şu aşamada boşa olacağını hissettiren nitelikte. Biz bu tabloya zaten aşina değil miydik?

Kısa süre önce farklı kanallarda ses bulan yapımlar büyük umutların büyük hayal kırıklıklarını yaşadılar-yaşattılar. Star’ın ‘Ve Kazanan’ı Kenan Doğulu ve Şebnem Ferah’a, farklı formata rağmen ilgi çekemedi… Tüm dünyada reyting rekorları kıran ünlü ‘X Factor’ yarışmasının Kanal D ekranındaki soluğu da uzun olamadı… ‘En Sevdiğim 3 Şarkı’nın ATV’deki ömrüyse üç bölüm sürdü. Sevilen işlerden olan ‘Yetenek Sizsiniz Türkiye’ ve ‘ O Ses Türkiye’nin de eskiye oranla kan kaybettiği malum. Anlayacağınız bu durumda yarışma çıkartmak kolay değil.

Dolayısıyla jüri üyelerini Türkiye’nin gözde isimleri arasından seçerek Sibel Can, Sertap Erener ve Gökhan Türkmen’i reytingleri artırma kozu olarak görüp işe koyulan ‘Sesi Çok Güzel’in kritiğine geçmeden, bu tür programların genel mantığına kısaca değinmekte fayda var.

YETENEK ŞOVLARI AĞLAMA DUVARI MI?

Reality Şov formatındaki yetenek yarışmaları niye yapılır? Elbette ki katılımcılardan en iyi olanı seçip bu yeteneği topluma kazandırmak için. Ancak bu hedef yabancı örneklerde daha çok geçerli. Bizdeyse durum biraz farklı. Yarışma programına soyunanların önceliği yetenekte değil, katılımcının dokunaklı öyküsüyle ne kadar getiri sağlayabileceğinde.

İzleyici açısından böylesi yarışma programlarına baktığımızdaysa, bu ışıltılı dünyadan kendince pay çıkartma hevesi yatmaktaydı başlangıçta. Zira halktan insanları bu renkli atmosferde toplayan ve televizyondaki şöhret olgusunun bir parçası haline getiren reality şovlar sınırları olmayan bir özgürlüğün, katılımcılığın da kapısını açmıştı. Neticede yarışmacı ve izleyici kombinasyonundan çıkan sonuç, sınırsız abartı oldu!

Mesela Meksika formatı ‘Singing for a Dream’den uyarlanan ‘Hayalin için Söyle’ diye bir yarışma vardı geçmişte. Orada jüri olan İbrahim Tatlıses’ten üstündeki kıyafeti isteyen dahi çıkmıştı, ekran başındaki izleyiciler arasından.

Bu tarz izleyici ilgisi kuşkusuz jüri üyeleri ve daha da önemlisi programın yapımcısı adına hoşa giden detaylar. Böylece popülerlik artıyor ne de olsa. Tamam, yabancı formatlarda da yarışmacıların özeli saçılıyor ortaya. Zaten bu formatların çoğunun orijinal özünde de fakir kişilerin dramatik yaşam hikâyeleriyle ses yarışmasını bütünleştirme mantığı yatmakta. Ama bizdeki kişiselliğe yönelik söylem üslubunda işi acıklı hale getirme durumu onlara kıyasla çok daha ağır basıyor. Buna bir de yöresel sahiplenme halleri eklendi mi format tam anlamıyla deforme edilmiş oluyor… Ve bu ayrıntıların fazlaca öne çıkartılması yüzünden değerlendirme aşamasında yetenekler öteleniveriyor. Yani ‘abartma’ olayının avantajı, bizim yetenekçilerin yeteneğinden ziyade öykülerinde ve rekabetçiliklerinde gösteriyor kendini. Böylece acının dozu, şovun özüne dönüşüveriyor.

Yıllar boyu ekranlarımızdaki ses ve yetenek yarışmalarında işte bu süreç izletildi bize. Yetenek yarışmaları ‘Ağlama Duvarı’na çevrildi. Damardan acıyı hissetme meraklısı izleyici tarafından da baş tacı edildi hep. Peki, starları yarışma sonrası kayıp giden bu Türk usulü yetenek avcılığına rağbet nereye kadar sürebilirdi?

Yaşamın her köşesinden darbe yiyip bunalan, dizisel ağıtlardan iyice daralan izleyici, bunların üstüne bir de şovlardaki hüzünlü hikâye seanslarını çekemeyeceğini kavrayıncaya dek! O andan itibaren de acıklı öykülerle örülen ‘Ağlama Duvarı’nın taşları yerinden oynamaya, bundan medet umanların yeteneklerinin üstüne yıkılmaya başladı.

‘SEN DE İHBAR ET’ MANTIĞI NE GETİREBİLİR?

Gıcır gıcır, fırından yeni çıkmış bir program olarak huzura getirilen ‘Sesi Çok Güzel’in jüri dışındaki en iddialı yönü kuşkusuz formatı. Zira yarışmanın tarzı, herkesi çevresindeki yetenekleri ülkeye kazandırmaya teşvik etmek. Bunun için ‘Sen de ihbar et’ mantığı devrede… Sertap Erener’in de vurguladığı gibi ‘ihbar’ olgusunun ‘tatlı’sı olmayacağından, bu söylem kimilerinin hoşuna gitmeyebilir. Ama öte yandan oyunculuk dışında sunuculukta da hayli başarılı olduğunu ispatlayan ve sesinin çok güzel olduğunu öğrendiğimiz Emre Karayel’in de ‘ihbar’ edilmeyi beklediği programın, bu şekilde ‘dikkat çekici’ duruma getirilip fark yaratıldığı kesin.

Ancak burada önemli olan ‘Sen de ihbar et’ mantığının ne getireceği… Ne yazık ki bu çıkış noktasıyla yaratılan farkın etki alanı yapımın bütününü kapsayamamış. Yarışmacının ayağına giden program özelliğini sunan ‘Sesi Çok Güzel’in farkı, çıktığı yetenek avcılığıyla sınırlı kalmış. Gezi programcısı gibi dolaşan jüri üyelerinin heybesini gelen ihbarlarla doldurmasının ardından stüdyo sürecindeki gelişmelerde çekicilik, özgünlük yok. Eski tas eski hamam.

Her hafta yerinden yurdundan kalkıp gelen yarışmacıların performansları benzeri programlarda olduğu gibi yine öykülerinin gerisinde kalıyor. Gökhan Türkmen bu olumsuzluğa dikkat çekse bile durum değişmiyor. Baş sebep de, yine jürinin kendisi tabii!

Mesela Diyarbakırlı yarışmacının ses kalitesini ve sahne performansını ön plana çıkartmak yerine onun hüzünlü okul-çalışma hayatının üstüne gidilmesi, en baştan hata oldu. Yaşam sıkıntısına göre pozitif ayrımcılık yapıldığı izlenimi yarattı izleyicide. Gerçi her jüriye 12 hafta boyunca bir defa tanınan ‘altın kart’ hakkını baştan kullanan Sertap Erener birinci bölümde elenerek izleyicinin tepkisini çeken Giresunlu Melih’i alarak bu ayrımcılığı hafifletmeye çalıştı ama… Yarışma boyunca böylesi başka örnekler de yaşanacaktır kuşkusuz. Çünkü farklı hayat hikâyeleriyle karşımıza getirilen yetenekli sesler baştan öyle bir motive ediliyor ki, hem jüri açısından hem de halk oylaması bakımından, duygu istismarının avantajı da kendiliğinden gelişiveriyor. Katılımcılar da üstüne atlıyor.

Hal böyle olunca jürinin yedirmeye çalıştığı mizansen dâhilinde geliştirilen ve izleyiciden inanması beklenen ‘Sen de ihbar et’ mantığı koflaşıyor… Yarışmacının ayağına giderek fark yaratmaya soyunan yapımdaki seçme tercihleri de güvenilirliğini yitiriyor.

‘Survivor All Star’ da dâhil olmak üzere yarışmalarda yaşananlara, kaliteyle ilgili verilen sözlere güven olmayacağı örneklerle meydandayken ‘Sesi Çok Güzel’e güven olsa ne olur olmasa ne olur, denilebilir… Doğrudur da. Ancak bunun bir de reyting yönü var ki, kanallar bakımından asıl cevap da orada!

Bu doğrultuda yetenekleri değerlendirmek yerine insan manzaralarından medet umanlara cevabın; totalde 12’incilik, AB’de 11’incilikle yapılan başlangıcın ikinci haftasında totalde 22’inciliğe, AB’de 17’inciliğe gerilemeyle verildiğini hatırlatalım.

Sözün kısası; Sesi Çok Güzel yanlış başladı! Hani hayvan terli derler ya… Her an karşılaşılan acılara karnı tok olan izleyici bu duygu istismarlarını, arabesk söylemleri yemiyor artık… ‘Ağlama Duvarı’ yerine konmak istemiyor. Gerçek yeteneklerin sergilenmesini ve bunların topluma kazandırılmasını bekliyor. Gerisi, kendini kandırmaca ve hüsran.

Anibal GÜLEROĞLU

www.twitter.com/guleranibal

Tüm yazılarını göster