Sevgi, insanla özdeşleşen ve insanlık kadar eski olan; üstüne çokça konuşulup yerli yersiz değerlendirmeler yapılan bir duygu. Herkes kendince yorum getirmiş sevgiye çağlar boyu. Freud, sevginin her türlüsünün temelinde cinsellik yattığını söyleyip sevgi gibi çok yönlü bir duygu birikimini hormonal basitliğe indirgemiş…
Dostoyevski de ‘Başkaları için kendinizi unutursanız, o zaman sizi daima hatırIayacakIardır’ sözüyle, sevgiyi fedakârla buluşturup yüceltmiş mesela. Herkes sevgiyi kafasına göre değerlendirirken hangi yaklaşım gerçek sevgiyi izah etmekte diye sorgularsak… İnternetin ve hızlı yaşamın yarattığı sahte-çıkarcı düzende, çoğunluğun sevgi anlayışı Freud ile paralel yansıyor. O kadar ki, anne-babaların çocuklarını dahi menfaatlerine kurban edebildiklerini görüyoruz sıkça. Dolayısıyla cinsel hesapçılığın ‘sevgi’ ambalajıyla sunulduğu böylesi ilişkilerde fedakârlıktan söz etmek boş.
Bu yaşamsal gerçeğe karşı, kurgu dünyasında sevgi adına yapılan fedakârlıklarla oluşturulan öykülerin haddi hesabı yok. Mevcut dizilerimizin de bu konuda maşallahı var.
Kimi kocasını korumak için şantaja boyun eğip başka erkekle birlikte oluyor… Kimi sevgilisinin kariyeri zarar görmesin diye işlemediği suçu üstlenip mahpusluğu göze alıyor. Ailesini sefaletten kurtarmak için evlendiği zengin adamdan çocuklarını saklayanı da var… Sevdiği adamdan umut kesip başkasıyla evlenme hatasına düşenler de. Bozdur bozdur harca.
Kısacası ‘kadın’ kanadının ağır bastığı sevgi eylemleri, senaryoların baş malzemesi. ATV’nin ‘Seven Ne Yapmaz’ı da yeni örneğimiz. Ozan’dan kazık yiyen Nazlı’nın aşk ve intikam öyküsü olarak gösterdi yüzünü ama… Sevgiyi kanırtırcasına gelişen fedakârlık halleri sergilemek ve mantıklısından mantıksızına cümle ataklarla ‘Seven Ne Yapmaz’ demek de sanıldığı kadar kolay değil ki! Öyle, ‘Nasılsa kurgu dünyası’ kafasıyla kadını sevgi girdabının içinde alabora etmemek ve bu meyanda sevgiyi paçozlaştırmamak şart. Yani gerçeğinde çok nadir rastlanan fedakârlığa, intikamcılığa dayalı sevgilerin kurgulardaki oluşumu da özen istiyor sonuçta. Bu saptamayı en baştan yaptığımıza göre, geçelim ‘Seven Ne Yapmaz’ın ilk yorumuna…
SEVEN NE YAPMAZ’DA EKSİK OLAN…
Uyarlamalarla hazıra konmanın, kafa yorarak öykü yaratma emeğinin önüne geçtiği dizi âlemimizin yeni kaynağı, Yeşilçam’ın iz bırakan filmleri. Güney Kore dizilerine rakip olan Yeşilçam filminden uyarlama hevesi, yaz komedisi olarak gelip giden ‘İki Yalancı’nın ardından yeni sezon işi niyetine ekrana çıkartılan, ‘Seven Ne Yapmaz’ ile devam etmekte… Ama nasıl?
‘Güllü’ niyetiyle çıkılan yolda ‘Seven Ne Yapmaz’a dönüşen yapım, Yusuf Çim ile Seren Şirince’nin başrolünde çıktı karşımıza. Lakin ne yalan söyleyeyim yıllar önce Türkan Şoray ile Ediz Hun’u buluşturan ‘Güllü’nün verdiği tadın yanına dahi yanaşamadı. Çünkü ‘Meryem’in ardından Total’de ikinci olup AB’de beşincilikte kalan dizide eksik olan bir şey vardı… Ruh!
Yani oradan buradan detaylarla doldurulan dizi, kendine ait bir ruha sahip değil. Dahası ‘Güllü’nün yol haritasından doğan senaryonun ilk bölüm sonrasındaki tabloyla ‘İçimdeki Fırtına’nın versiyonu gibi durma ihtimali de kuvvetle muhtemel. Dolayısıyla içerik dokusu, yamalı bohça gibi! Hal böyleyken ‘ruh’ eksikliği yaşayan ‘Seven Ne Yapmaz’ın yolculuğunu sekteye uğratabilecek ‘yapılamayan’ yönlerini detaylandırmakta fayda var.
SEVEN NE YAPMAZ’IN YAPILAMAYANLARI…
ATV’nin yeni dizisinin temel eksiği ‘ruh’ dedik ya… Bunun açılımında, ilk andan itibaren hissedilen ‘eğretilik’ hali başı çekmekte. Sanki başkasının kıyafetini giymiş de üstüne birkaç beden büyük gelmiş özentiler gibi desek, yapımın geneli için daha iyi anlaşılır sözümüz belki. Esasında dizinin yapılamayan yönlerini algılamak için çok söze de gerek yok. ‘Güllü’ ile kıyaslamak yeter de artar bile ama izlemeyenleri veya unutanları da hesaba katmak lazım.
Şimdi efendim… Pilava kaşık saplayıp şeker veren uşağın evlenme teklifi yaptığını sanan ve adet gereği dama çıkıp miyavlayarak erkeğe cevabını veren Güllü ile kendini Ahmet olarak tanıtan zengin gencin hikâyesini, Karadeniz gelenekleriyle donatarak sunan ‘Güllü’ bugünün şartlarında hayli komik duran bir araba kazasıyla başlıyordu. Ancak yapımın geneline hâkim olan tarz, zaten komedi olduğundan bu sahne de doğal akışın içinde kaybolup gidiyordu. Üstelik ağacın dalına fırlayan Fikret’i ağaçtan toplayıp annesiyle yaşadığı eve getiren Güllü karakteri de o denli yöresel bir saflıkta yaratılmıştı ki, seyirci, Karadeniz insanını tüm yönleriyle yansıtarak başlayan filmin dokusunu ve gidişatını kolayca benimseyebiliyordu.
Bu filminden esinlenilerek yaratılan ‘Seven Ne Yapmaz’ın başlangıcına baktığımızdaysa, koskoca holding başkanının oğlunun sorumsuzca ortaya salındığı, Japon iş ortaklarının kızına sarkıldığı bir sulu sepkenlik çıkıyor karşımıza. Hadi bu sözde modern sahnelerin dandikliğini, Cihangir Atölye Sahnesi’ni kurup eğitmenliğe başlayan usta oyuncu Muhammet Uzuner’in konukluğuyla ve Samuray şovla tolere edelim de, devamındakiler ne olacak?
Ozan’ın sorumsuzluğuyla iş hayatında zora düşen babası Orhan tarafından ceza niyetine köye yollanmasındaki mantık külliyen yerlerde sürünmekte... Babası, evlatlıktan reddetmekle tehdit edip kredi kartları-araba gibi olanaklardan mahrum bırakıyor Ozan’ı ama adam zaten borç batağında olduğundan bu tehditlerin köye yollanma gerekçesi yapılması, diziyi baştan gelişen bir özensizliğin içine itmekten başka anlam taşımıyor. Hadi bunu da geçtik, Ozan ile Nazlı’yı karşılaştıran kazanın saçmalığını ne yapacağız? Uçak üstüne edebiyat yaparak baştan boşlaşan, kekemelik için bir çimdik otu şifa niyetine verip ‘Çok abartma ama’ diyen havalı Nazlı’nın aracıyla göz göre göre kaza pozisyonuna giren Ozan’ın arabası nasıl o hale geldi anlamak imkânsız. Ağacımsı çalı çırpıya çarparak haşat olma dandikliğindeki arabada hava yastığı şişmişken kaştaki yaranın nasıl olduğunu mu sorgulayalım yoksa ‘Hayatımı kurtardın. Sen olmasaydın…’ diyerek sanki ciddi bir şey yaşamış havasına giren Ozan’a mı takalım? Velhasıl; ‘Güllü’de yarış esnasında araba yoldan çıkıp ağaca çarptığı kazaya karşı ‘Seven Ne Yapmaz’daki kazalı karşılaşmanın fiyaskosu, 1971’deki kurgu anlayışının günümüzden çok daha ileride olduğunun ispatıydı adeta.
‘Seven Ne Yapmaz’daki diğer yapılamayanlar ise Nazlı ile Ozan’ın evliliğinden İstanbul ayağına geçişe dek her şekilde mevcut. Gördüğü her dişiye ‘av’ niyetine bakan, halasının kuzusu Ozan ile Nazlı’nın yakınlaşmasında yaşananlarda ruhtan eser yok. Yoldaki dereye giren ve arkadan dolanıp Nazlı’yı suya atan Ozan’ın kendisinin sebep olduğu boğulma olayında kızın sert tepkisine ‘İyilik de yaramıyor’ cevabını verme saçmalığından… Dört yapraklı yoncayı çerçeveletip iki gün önce tanıştığı Nazlı’ya hediye ederek ‘Sen benim hayatımın şansısın’ iltifatındaki sululuğa… Ozan’ın tüm yaklaşımları alabildiğine duygudan uzak. Hele kekeme Recep’e ‘Cevizci Şahap’ diyerek onun bu rahatsızlığıyla dalga geçmesi, Ozan karakterinin ruhunu iyice zedeleyen bir detay oldu. Ayrıca sinsi sinsi yaklaşmakta usta olan ve pervasızca Nazlı’nın odasına dalmakta sakınca görmeyecek kadar itici bir karaktere dönüştürülen Ozan’ın ‘Namus gitti. Rezillik, kepazelik’ yaygarasıyla Nazlı’ya yamanması hususunda da söylenecek çok şey var.
Nazlı’nın odaya gelen kadınlara ‘Bir şey olmadı’ dememesi ve durumu izah etmemesiyle köylü kızlarını ‘fırsat bu fırsat’ mantığındaki erkek avcısı konumuna düşüren dizide, şehirdeki kızların ‘tavşan gibi kucaktan kucağa atlayan’ şeklinde yorumlanması oldukça aşağılayıcı bir bakış açısının ürünü! Keza Japon kızı bir bakışta yatağa sokmak da yabancılara yönelik niyet.
Tavırlarıyla, ‘Hallederiz Ozan’a dönüştürüp Yusuf Çim’in karakter varlığını inandırıcılıktan uzaklaştıran derleme kurgu mantığındaki bir diğer yapılamayan konu, karakterlerin sunumu. Dizideki kişiler öylesine yüzeysel konuşmalarla varlık gösteriyorlar ki, sanırsınız laf olsun diye yaratılmışlar. İçlerinde en hoşuma giden, samimi oyunculuğuyla kendi farkını yaratan Recep oldu. Sertan Erkaçan’ın canlandırdığı Recep için ‘Dizideki yegâne ruhu olan ve gerçekçi duran karakter’ diyebilirim. Geri kalanlar şu aşamada hiçbir duygu aktaramadı bana maalesef.
Dizinin gücü olarak gördüğüm Seren Şirince’nin de bu ruhsuz gidişatta hem yalnız bırakıldığını hem de yapaylaştırıldığını söyleyebilirim. ‘İlişki Durumu Karışık’ta Berk Oktay’ın partnerliğiyle mükemmel bir iş çıkartmış olsa dahi, şivesiyle daldan dala atlayan ve Kastamonu kısalından şehre inip İstanbul’daki holding patronluğuna konarak Gizem’leşen Nazlı’da aynı doğallık tadını bulamıyorsunuz. Köy atmosferindeki anlamsız cevvalliğini geçtim… Oktay’ı gece kulübünde bulmasından tutun da sokak ortasındaki silah çekme sahnesine… Külliyen benimsenmekten uzak bir tip olmuş Nazlı.
Oktay’ın ruhsuzluğunaysa hiç girmemek daha iyi! Lakin şu kadarını da söylemem lazım. Senaryolar niçin Yusuf Çim’e her işinde aynı tipi layık görüyorlar; yönetmenler-oyuncu koçları neden Yusuf Çim’in sürekli aynı tiple kullanılmasına göz yumuyorlar? Bilemiyorum ama kendisine tavsiyem acilen hem imaj değişikliğine gitmesi, hem de yüzüne oturttuğu klişe tebessümden ve her durumda aynı olan bakış ifadesinden kurtulması! Bence yazık ediliyor.
Öte yandan dizinin devamında ne getireceği konusu da ayrı bir ‘yapılamama’ sorunu doğurmaya gebe. Zira köylü kızı Nazlı’nın Ekinsoy Holding’in yeni patronu Gizem Hazinedar’lığa terfi ettiği devamı, yeni bir ‘İçimdeki Fırtına’ tablosu olmaya aday görünüyor. Hem zaten Yusuf Çim’e dikte edilen yorum tarzı da aynı. İki dizideki karakterlere baktığınızda bunu net biçimde görebiliyorsunuz. Dahası öykü gelişimi de yapımlar arasında benzeşme yaratacak türden olacak gibi duruyor. Bunun yorumunu da bir başka yazıda yaparız artık.
SÖZÜN ÖZÜ; ‘Seven Ne Yapmaz’ demenin günümüzde ne denli zor bir şey olduğunu, ATV dizisi layıkıyla ispatladı bize. ‘Mevsimini şaşırmış, geç kalınmış bir iş’ de diyebileceğimiz yapıma yönelik eleştirimiz, başlangıçtan karalama gibi alınmasın ancak… ‘‘O benum kocam idu’ diyen alabildiğine saf ve gerçek ‘Güllü’yü anlatan filmle, ‘Seven Ne Yapmaz’ arasında dağlar kadar fark olduğu ortada. Yeşilçam filminin yapım tekniği günümüze kıyasla zayıftı ama hiç değilse her yönüyle özgünlüğe, anlatım ruhuna sahipti. Dolayısıyla sahnelerin kurulması, adam gibi cümlelerden oluşan repliklerin içinin boş olmaması, köylüsünden kentlisine bütün karakterlerin sahnelerde eğreti durmaması gibi özellikler, o dönemdeki medyayı da yansıtan Yeşilçam filmini, günümüz insanı gibi sahte ve klişeler çeşnisi olarak duran, basit konuşmalarla yürütülen ‘Seven Ne Yapmaz’ın önüne geçirdi.
İster kabul edilsin, ister edilmesin durum bundan ibaret. Tüm bu yapılamayan detayların, düzeltilmemesi durumunda, diziyi çelmelemesi ve yeni bir ‘İçimdeki Fırtına’ hüsranına sebebiyet vermesinin kaçınılmazlığını hatırlatmak isterim. Hani Mustafa Sandal’ın bir dönem dillerden düşmeyen ‘Araba’ parçası, ‘Maalesef ruhu yok, onun için hiç mi hiç şansı yok’ diyordu ya… Ekim’de başlayacak asıl rekabetçilik evresinde ‘Seven Ne Yapmaz’ın karşı karşıya kalacağı durum da işte o hesap. Bizden söylemesi.
Anibal GÜLEROĞLU
guleranibal@yahoo.com
www.twitter.com/guleranibal