Kuşkusuz bu değişimde talepkârlığın artması, seçeneklerin çoğalması gibi ayrıntıların yanı sıra özensizliğin yaygınlaşması, nabızlara göre şerbet veren basitliklerin kaliteden daha üstün tutulması gibi faktörlerin de payı var.
Hal böyleyken insanların karşılarına çıkan işlerde verilen emekten ziyade başka unsurlara dikkat etmeye başladıklarını söyleyebiliriz. Bu da işi üretenlerin başarısızlık riskini artırıyor sonuçta. Nitekim bu olumsuzluğun en kolay işlevsellik kazandığı alan, diziler.
Ekrana hevesle çıkıp verilen emeğin karşılığını alamayarak harcanma potasına giren yapımların sayısı her sezon artmakta. Nasıl ki bu yıl da yeni dizilerden bazıları ünlü isimleri bünyesine topladığı halde beklediği karşılığı izleyicide bulamadı. Star’ın ‘Sevgili Geçmiş’i de bunlardan biri. Peki, başlangıç sıralamasıyla uzun ömürlü olamama ihtimalini akıllara düşüren dizi harcanır mı?
Senaryosu Funda Alp tarafından kaleme alınan, yönetmen koltuğunda Aydın Bulut’un oturduğu ‘Sevgili Geçmiş’in aldığı sonuçlara bakacak olursak… İlk bölümüyle 3.96 reytingle Total’de dokuzuncu sırada, 4.73 ile AB’de beşinci olan dizi devamında Total’deki reytingini 4.55’e yükseltip AB grubunda da 4.21 alarak her iki grupta sekizinci oldu.
Genel itibariyle orta karar bir tablo. Yani şu an için çok batık değil ama ilerisi için rehavet hissettirecek bir pozisyonu da yok. Doğruyu söylemek gerekirse bu kritiklik ‘Sevgili Geçmiş’in harcanma olasılığını güçlendiriyor. Şayet eksiğini gediğini düzeltmezse bu olasılığın kısa sürede gerçeğe dönüşmesi kaçınılmaz. Hele ki ‘Güvercin’ yarışa girmek için gün sayıyorken!
Şimdi bu doğrultuda dizinin çekiciliğini örseleyen detaylara değinelim.
İzleyicinin çoğundan ilk etapta tepki alan ‘Sevgili Geçmiş’in geride kalmasına sebep olan aksaklıklar öyle atla deve cinsinden şeyler değil. Ancak sineğin de küçük olduğu halde mide bulandırdığını hatırlamakta fayda var. Dolayısıyla büyük küçük demeden aksayan yönleri saptayıp düzeltmeye çalışmak şart. Bunların neler olduğunu sıralamadan önce gelin başlangıca kısaca bir göz atalım.
‘Sevgili geçmiş bana öğrettiğin her şey için teşekkürler’ diyerek ve gece vakti mezar kapatan üç kadının görüntüsüyle açılışını yapan ‘Sevgili Geçmiş’, İpek’in Güneşli Bahçe’deki güzel günlerine gidip ailenin hikâyesine daldı. ‘İnsan hayatında aileden daha önemli bir şey yoktur’ diyen baba nasihatiyle büyüyen İpek, öylesine mutlu bir havada uçuşuyordu ki ortalıkta onun dayak mağduriyeti yaşadığı aklımıza gelemedi.
Derken, annesinin karşı çıktığı düğününün öncesinde kimden geldiği belli olmayan bir mektupla tüm hikâyesinin yalan olduğunu öğreniverdi… Ve ‘Benim hayatım konu değil’ isyanıyla anne bildiği kadını bir güzel haşlayıp kardeşi olduğu söylenen kızlara davetiye yolladı. Böylece hikâyenin İstanbul ayağı girdi devreye. Girdi de ne oldu?
Davetiyeyi yeni bir dolandırıcılık yöntemi sanan ama gerçek anne bildiği kadın tarafından yüzüne söylenen Deren, hastane sahibi zengin bir ailenin evlatlığı olduğunu öğrendi. Şok yaşadı mı ya da bu duyguyu bize hissettirebildi mi? Kesinlikle hayır. Bir tek Aras doğduktan sonra kendini hep dışlayan annesinin bunu niye yaptığını anladı bu sayede. Bir de garip kazaya imza atarak Kenan’la tanıştı.
Öte yandan her hikâyede olduğu gibi varoş kesimi mevcuttu kardeş kanadında… Ki burada da hamileliğini öğrenme kaygısı taşıyan yetimhane çocuğu Çilem ile arkadaşı şarkıcı Azra bulunuyordu. Telefon mesajıydı, zampara yapımcıyı soymaktı, cinayetti, kovalamacaydı, derken tüm bunların orta yerinde ‘Bir daha sana asla el kaldırmayacağım’ sözünü veren damat Tekin’in psikopatlığı sokuldu gözümüze. Zaten öykünün temeli de bu psikopatlık üstünden yürütüldü ilk bölümde. Sonra hapisteki Cahide ve ona evlilik teklif eden kaynı Cemal çıktı ortaya, tabii ailenin nasıl dağıldığı da!
Dizinin genel tablosu böyleyken gelelim aksaklıklarına…
Asıl gelişimini Ece Uslu’nun ve Emre Kınay’ın olaya ağırlığını koymasıyla yapacağını düşündüğüm ‘Sevgili Geçmiş’in en baba aksaklığı ilk bölümde, konuk oyuncu Yurdaer Okur tarafından canlandırılan, Tekin’in sergilediği kadına şiddet olayı! Bunun kalıcı bir aksiyon olmayacağı, açılış sahnesinden belliydi ama acele karar veren izleyici kesimi bunu tam kavrayamadığı için ‘Yine mi şiddet’ mantığıyla ilk elden kaçıverdi. Kaldı ki Tekin karakterinin sahnelerinden çok daha ağırını sergileyen işlerin baş tacı edilmişliği vardı hesapta. Ama yine de bu başlangıç diziye negatif bir etki yaptı büyük oranda.
Bunun dışında İpek ve diğer kızların tavırlarındaki tutarsızlık da diziyi aksatan yönlerden oldu. Şöyle ki; ailesinin başkaları olduğunu öğrenen İpek, yaşamaya mecbur bırakıldığı hayattan dolayı kendisini evlat edinenleri suçlarken aynı zamanda annesinin karşı çıktığı Tekin’le sırf babası bildiği adama söz verdiği için evlenme ısrarcılığını sürdürdü. Yani her açıdan kendiyle çelişen bir tavır sergiledi İpek karakteri. Keza kendisinden 25 yaş büyük şiddet meraklısı Tekin’in malında mülkünde gözü olmadığını söylerken, bu evlilik sayesinde büyüdüğü evi ve toprakları geri alma hevesi taşıması da ayrı bir çelişkiydi.
Deren karakteri de bu açıdan İpek’ten geri kalmayan bir tablo koydu ortaya. ‘Güzel çocuktun onun için seni aldık’ diyen kadına ‘Çocuk bu çocuk. Elbise değil’ tepkisini gösteren İpek sonrasında hiçbir şey olmamış gibi davrandı aile bildiği kişilere karşı. Hatta kendisine türlü hakaret eden kadının lafını dinleyerek kardeşinin ilaç dolandırıcılığı suçunu bile üstlenip hapse girmeye niyetlendi. Bu tavırlar mantıkla bağdaşmayan çelişki değil de nedir? Annesi yerindeki Müjgan’ın psikolog sıfatıyla yaptıklarının hiç uyuşmadığını da belirtelim bu arada.
Çilem derseniz… Silahlı kişilere aptalca kafa tutup kendini öldürten nişanlısının ardından intihara niyetlenen Çilem, kendisini nasıl gökdelenin tepesinde bulduğu belli olmayan amcası tarafından kurtarıldıktan sonra bir anda hiç tanımadığı kardeşlerine karşı intikamcı düşmana dönüşüverdi.
Sahi Cemal, Çilem’i o gökdelenin tepesinde nasıl buldu? Şayet takip ediyorduysa Okan ve adamları onu kaçırırken neden polis çağırıp engel olmadı? Dahası bu gökdelenlerin tepelerine çıkmak böyle kolay bir iş miydi? Azra’nın Çilem’in telefonuna bıraktığı mesaja ne olmuştu? Neyse… Bunları bırakalım şimdi.
Hikâyede bir de Çilem’in yerine geçen Azra bulunmakta ya... Onun baş falsosu da istemeden dâhil olduğu olaydan kaçarken Okan’ın parasını ve malını çalmak! Madem paketi çöpe, parayı da yetimhaneye bırakacaktın niye götürdün yanında? Konuyu geliştirmek için bu yol seçilmiş ama mantığa hiç uyamamış.
Kızlar cephesinde itici gelen bir diğer detay, yıllar sonra birbirlerini bulan kardeşlerin gerçeği ispatlarıyla öğrenmeden bir günde canciğer olup birlikte adam öldürecek kadar ileri gitmeleri! Buradaki tablo gerçeklikle pek bağdaşmadığından inandırıcı gelmesi de kolay olmuyor tabii.
Öte yandan kızlara denk düşürülmeye çalışılan erkek karakterlerin de falsoları mevcut. Seçkin Özdemir’in canla başla oynadığı Sinan Malik’e kafayı takan Refik mesela… Kâğıt toplayıcıyken hayatını kurtardığı Tekin’in has adamı olmuş, ona bağlı biri anladık da… Hem Sinan’ı arıyor hem de niye geldi diye hesap sorup üstüne suç yıkmaya çalışıyor.
Kaldı ki, Tekin’e karşı kendisini kollayan İpek’le diyalogları da haddini aşan türden. Sinan’ın her tarafı açık cipine yüzüğü atıp ‘Bu adam suçlu’ diye feryat ederek polisi devreye sokan Refik kanadında aklıma takılan bir detay da anahtarlar! Tekin’in talimatıyla İpek’e teslim etmemiş miydi de evin her yerine erişebiliyor bu adam? Hadi onu da geçtik.
İpek’e âşık olduğu halde olmadığını iddia eden Mahir’in pasifliği… Belde silah, bıçkın delikanlı havasında gezen finansçı(!) Kenan’ın yeni tanıdığı kız uğruna İzmir-İstanbul arası mekik dokuması… Derken şöyle tam manasıyla içimize sinen erkek karakter de yok gibi.
Tekin’in ölümü sonrası kızların onu apar topar gömmesiyse bir başka dev aksaklık dizi açısından! Yani bunlar adam öldürmeye o kadar mı alışıklar da rahatlıkla götürüp gömdüler? Deren’in boynunda izler dururken, İpek’in şiddet gördüğü emniyet amiri tarafından dahi biliniyorken, Sinan’ın annesinin Tekin’in uyguladığı şiddetten dolayı öldüğüne dair söylemi varken, bir de adam aşırı alkollüyken polis çağırmak ve düşüp öldüğünü söylemek çok mu imkânsızdı?
Afet Hanım’dan İpek’in dövüldüğünü öğrenen amir de ‘İpek sahipsiz değil’ dememiş miydi hem? Yani anlamsız yere gerilim yaratılmış bu gizlilikle. Tekin’in aracının Azra tarafından bir yerlere götürülmesi de bu süreçteki ekstra aksaklık. Onca kamera varken görülme riskini hiç mi düşünmedi?
Ayrıca Deren tarafından getirilen aile dosyasının uluorta masanın üstünde bırakılıp gidilmesi gibi sorumsuzluklar da mevcut dizinin aksaklıkları arasında. Yani bir bağrışma duyuldu diye bu denli önemli bir dosya kaderine terk edilebilir mi normalde? Benzer şekilde, Tekin’in telefonunun imha edilmeyip evin mutfağına getirilmesi de ayrı bir mantıksızlık. Say say bitmiyor anlayacağınız.
SONUÇTA; 24 yıl boş yere hapis yatan ve halen kendisini kurtaramamış avukata güvenme saflığı gösteren Cahide’nin kocasının ona göz koyan Cemal tarafından öldürülme ihtimalini çarçabuk akıllara düşüren ‘Sevgili Geçmiş’, kötü bir dizi değil.
Ancak aksaklıklarla dolu haliyle risk altında! Oysa çok yönlü ve ilgi çekici olmaya müsait yapıdaki konusunu daha akla yakın biçimde yürütse... Karakterlerin içini daha iyi doldursa ve akıştaki duyguları karakterleriyle daha etkileyici biçimde yansıtabilse… En önemlisi de şiddetten medet ummadığını izleyiciye anlatabilse bu riski kolayca bertaraf edebilir. Emeklerin de hakkı verilir böylece.
‘Emeksiz yazılan yazı, keyifsiz okunur’ demiş yazar Samuel Johnson. ‘Mantığa uymayan karakter ve senaryo detaylarının yarattığı aksaklıklar da dizileri keyifsiz kılıp izleyiciyi kaçırır’ diyelim biz de finalde! Emeklerin boşa harcanmaması dileğiyle…
Anibal GÜLEROĞLU