Seviyor Sevmiyor, ne oluyor?
Zaman zaman üzerimize çöken kara bulutları dağıtmanın, sorunlarımıza çare bulmanın, memnuniyet hissetmenin en etkili yollarından biridir sevmek. Çünkü sevgi, hoşgörüyü geliştirip sorunları halletmek için ortak yollar bulmaya yönlendirir kişiyi. Boşa dememiş ünlü yazar Dostoyevski, ‘Sevginin bulunmadığı yerde akıl da arama’ diye. Anlayacağınız sevgi ile akıl bir arada yol alınca akan sular duruyor.
Buna karşılık akan suları durduracak sevgilere imza atmak da öyle herkesin harcı değil. Kıytırık ilişkileri sevgi diye yutturmaya heveslenenler… Karakterleri icabı, fitne fesadı sevgiye tercih ederek ortamın sevgisizliğinden kargaşa yaratıp nemalanmaya çalışanlar gani gani. Birbirini sevgiyle kucaklayıp ayrı gayrı yaratmamanın en elzem olduğu zamanlarda bile nifak tohumları ekmeyi marifet sayanlara da sıkça rastlıyoruz. Böylesi sömürücülerin ne sevgiyle, ne de sevgiyi anlatanlarla işi olmadığı kesin. Onlara yönelik sözümüz de ünlü yazar-senarist Boris Vian’dan gelsin… ‘Seni sevmeyene asla sabır gösterme. Çünkü sabrının adı yüzsüzlük, fedakârlığın adı eziklik, sevginin adı kişiliksizlik olur’!
Gerçek şu ki, sevgi her ne kadar insanoğlu için nimet olsa dahi günümüzde sevgiye bakış tarzı bir hayli değişti. İnsanlar dün sevdiklerine yarın ‘tu kaka’ diyebiliyorlar. Ya da hesaplara dayalı şipşak sevgiler-sevgisizlikler gelişebiliyor. Bu çiğ durum gerçek hayatın ötesinde, popüler kültüre çanak tutan romantik komedilerin de vazgeçilmez sevgi anlayışına dönüştü. Sonları, çoğunlukla baştan belli olduğu üzere mutlu bitse bile, senaryolardaki bölümler boyu göze sokulan sevgi olayının Boris Vian’ın tanımından farklı olduğunu iddia etmek oldukça güç. Özellikle sevginin kadın ayağında yüzsüzlük, eziklik had safhada. Neyse ki arada sırada aklı başında sevgi öyküleri ve gururlu kızlar çıkıyor da karşımıza… Sevgi olayının ve kadın gururunun hepten dibe vurmadığına şükrediyoruz. İşte Güney Kore dizisi ‘She Was Pretty’den, Hakan Bonomo ile Aksel Bonfil kalemiyle uyarlanan ve şimdilerde ‘Ne oluyor’ dedirten ‘Seviyor Sevmiyor’ dizisi de bize bu duyguyu yaşatanlardan.
FELAKET TELLALLARI ‘SEVİYOR SEVMİYOR’ İÇİN İŞBAŞINDA
‘Seviyor Sevmiyor’un dizisel özelliklerine geçmeden önce bir noktaya yine ve yeniden değinmek istiyorum… Felaket tellallığı! Sevgi zor iş dedik ya… Tıpkı sevgisizlikten beslenenler gibi toplumda bir de felaket tellallığını marifet sayanlar bolca mevcut. Bunların işi, olur olmaz dedikodu üretip insanları yanlış yönlendirmek. Pek çok konuda işbaşı yapan bu tiplerin laf yaymakta meraklı oldukları alanlardan biri de, diziler. Nitekim en son felaket tellallığı, ‘Seviyor Sevmiyor’ için devrede.
Konu malum… Yayından kaldırıldı mı, kaldırılmadı mı? Bir hafta ekranda olmayınca hemen söylentiler yayılıverdi gündeme… Kanal diziyi kaldırdı, diye. Pes yani. Bu dedikoduları üretenlerde hiç mi mantık yok? ATV ekranını izleyenler bir parça kafayı çalıştırsa, sürekli demokrasi nöbetlerinden ve darbe kalkışmasından görüntüler verdiğini görüp kanalın normal yayın akışında olmadığını şıp diye anlar. Dahası, olağanüstü günlerin tüm dizilerin yayınına sekte vurduğu da bir gerçek. ATV, televizyoncular için dizi bölümünden avantaja geçmeyi sağlayan bu süreci diğerlerinden uzun tutunca ve ortak yayınla abartınca… Akışın rayından çıkması, dizinin yeni bölümünün gecikmesi gayet doğal. Üstelik ‘No:309’ ile çekişen ‘Seviyor Sevmiyor’un ekrana gelen bölümleriyle yayından kaldırılmayı gerektirecek düşük reyting almadığı da ortada. Henüz çok yeni olan dizi kâh zirveye oturuyor, kâh ilk dört içinde yer alıyor. O halde kalkıp bayramdı, darbe kargaşasıydı derken bir yığın ötelemeyle karşılaşan bir işi ‘Kaldırıldı’ fesatçılığıyla gündeme getirmek niye?
Cevap çok basit… Zira ‘güvensizlik’ had safhada. Felaket tellalları en ufak bir aksaklıkta ‘kaldırılma’ hususunda çığırtkanlık yapabiliyorlarsa, henüz ekrana çıkmamış yapımlar için bile dedikoduculukta ellerini ovuşturabiliyorlarsa bunun baş müsebbibi kanalların izleyiciye yeterli güveni telkin edememesi ve dizi kıyımcılığını moda haline getirmiş olmaları!
Sözün kısası; Her şeyin temeli ‘güven’. Gittikçe daha çok birbirine benzeyen diziler, kendi performanslarına güvenmez… Kanallar, dizilerinin başaracağına güvenmez… İzleyici, kanalın diziyi yayında tutacağına güvenmez… Bu döngü böyle sürer gider. İnsanlar güven duymadıkları konularda aldanmaya ve aldatılmaya müsait olunca da, felaket tellallarına sık sık işbaşı yapmak düşer. Tıpkı gerçek hayattaki gibi.
‘SEVİYOR SEVMİYOR’DA UYARLAMANIN TADI
Uyarlama senaryolar dizi dünyamızın vazgeçilmezine dönüştü. Yaratıcılığı körelttiği için hoşumuza gitmese de gerçek bundan ibaret. Dizilere bu açıdan baktığımızda konu gidişatı zaten bilinen işlerden tat almanın zorluğu da aşikâr. Öte taraftan sayısız kez yayınlanan yerli filmlerin ve eski dizilerin halen izleyici bulduğunu düşünürsek, uyarlamaların bu zorluğu rahatlıkla aşması da mümkün oluyor. Hele bir de uyarlama, aslını aratmayacak biçimde yapılmışsa; karakterleri canlandıranlar vazifelerini layıkıyla yerine getiriyorsa… İlaveten bize has tatlar da diziye mantıklı biçimde eklenmişse… Uyarlama dizi, zorluğu aşmakla kalmayıp avantajlı hale bile gelebiliyor. Nitekim açılış sahnesinden itibaren her bölümüyle gayet keyifli dakikalar yaşatan ve müziğiyle can katan ‘Seviyor Sevmiyor’daki tablo tam da bu doğrultuda.
Yusuf Pirhasan’ın özenli çalışmasıyla ve renkli atmosferiyle, konusu bilindiği halde izlenme isteği uyandıran uyarlamanın bana göre baş özelliği, içeriğinden ziyade oyuncu sempatikliği! Zaten uyarlamanın orijinaliyle büyük ölçüde paralel yol aldığını düşündüğümüzde, oyunculuktan ve yönetimden ötesi pek de önem taşımıyor haliyle. Bu nedenle dizideki karakterleri özellikle vurgulamakta fayda görüyorum.
Güzelliğin hiç güvenilmeyecek bir kavram olduğunu, çirkin görünenin güzelleşebileceğini, güzel ve ulaşılmaz sayılanın da tam tersi bir hale gelebileceğini vurgulamayı hedefleyen orijinal senaryonun bu amacına dokunmadan yol alırken çirkinlikle bakımsızlığı birbirine karıştıran ‘Seviyor Sevmiyor’da, farklı işlerin başarısına katkıda bulunmuş isimlerin bir araya getirilmesi uyarlamanın kendine özgü tadını yaratmakta…
BOfis çalışanlarıyla ‘Go Flamingo’ dedirten, sorunlu aile halleriyle şimdilik pek tatmin edemeyen diziyi değerlendirirken başroller bazında konuyu ele aldığımızda… Sevgi duygusunun erkekler için görsellikten ibaret kaldığı gerçeğini, Deniz’i ‘güzellik’ olgusuyla eşdeğer tutan Yiğit’le işleyen yapımın, ‘Kocamın Ailesi’ dizisiyle izleyici üstünde hayli olumlu etki bırakan Gökhan Alkan’ın özelliklerinden alabildiğine faydalanmış olduğunu görüyoruz. Alkan; ukalalıkla çocuksuluğu, havalı duruşla hüzünlü iç dünyayı başarıyla harmanlayan bir karakter olarak Yiğit’i çıkartmış ortaya. Dışarıya dik dururken kendi kendiyle savaşan Yiğit tüm iticiliğine rağmen sevilen tiplerden.
Kardeşten yakın görülen arkadaşa bile güvenmemek gerektiği; araya aşk meşk girdiğinde arkadaşlığın güme gideceği konusundaki mesajlarını arkadan iş çeviren İrem karakteriyle veren dizide Gonca Sarıyıldız da ekranın sempatik yüzlerinden olarak üstüne düşeni yapmakta. Gerçi onun tansiyon sorununu tam çözemedim ve arkadaşına kazık atmasını hazmedemiyorum ama… Yine de erkek kapma sinsiliğiyle dostluğu buluşturan karakterin canlandırılmasının, Sarıyıldız sayesinde, dizinin kimyasıyla tam uyuştuğu görüşündeyim.
‘Eğlenceli ama aynı zamanda cool erkek nasıl olunur’ hallerini layıkıyla gösteren ve dizide favorim olan Tuna karakteri derseniz… İrem’le Deniz arasında lastik top gibi sekip duran… Muzurlukta sınır tanımayan… Ve gelişmelere göre ibresi İrem’den yana kayacak gibi görünse de Deniz’in doğal saflığına abayı yakacak olan Tuna, Yiğit Kirazcı’nın neşeli duruşu ve yaydığı çocuksu enerji sayesinde ‘Seviyor Sevmiyor’un orijinalini geçmesini sağlayabilecek büyük bir güç. Yeterince değerlendirilmesini tavsiye ederim.
Ve tabii ki Stajyer Deniz… Dizinin kendine güven problemi yaşayan, korkak aşk cengâveri! Saflığın, insanlara güvenmenin bu denli doğal sergilendiği bir başka karakter daha olabilir miydi? Zeynep Çamcı su gibi akan performansıyla harikalar yaratıyor, döküntü tarzıyla Maykıl’laşan Deniz rolünde. Öyle ki, Deniz’in klişe sakarlıkları dahi diğer dizilerdeki gibi itici gelmiyor izlerken. Ama en önemlisi, Deniz karakteri öteki romantik komedilerdeki kızların aksine gurursuzluk ve yapışkanlıkla yaklaşmıyor âşık olduğu adama. Yiğit’in karşısındaki utangaçlığı, elinin ayağına dolanması ve dahi nihayetinde emeklerinin kıymetini bilmeyen Yiğit’e posta koyması sadece Zeynep Çamcı’nın rol gücünün ispatı değil aynı zamanda Deniz’in romantiklerdeki kadın kalitesini yükselttiğinin resmi! Yürü be Deniz…
Sonuçta; ATV’nin nihayet normal yayın düzenine geçmesiyle ekranda yerini alacak olan ‘Seviyor Sevmiyor’da oyuncular sayesinde uyarlamanın tadı bir başka! Felaket tellallarının iştahını kabartan ekran ömrü, orijinali gibi 16 bölümle mi sınırlı kalır… Yoksa Flamingo’nun boynu gibi uzar mı? Bilemeyiz ama diziye şimdilik bir şey olmadığı ortada. Temennimiz, orijinalinin mantığını bozmadan ve işin suyunu çıkartmadan uzun ömürlü olmasından; bu kadronun neşeli uyumunu mümkün olduğunca ekranda yaşatmasından yana.
Anibal GÜLEROĞLU