Siyah Beyaz Aşk iyice karalaştı!

Siyah Beyaz Aşk iyice karalaştı!

Anibal Güleroğlu Yazar guleranibal@yahoo.com

Güzellikleri bozmak, fark yaratanları sıradanlaştırmak… Olumsuz sonuçlar doğuracağı bilindiği halde, bu davranış biçimleri kimileri için vazgeçilmez bir alışkanlık adeta. Hele de kurgu dünyasında! Kim ki mevcutların ötesine yelken açmaya soyunuyor, mutlak surette bir şekilde baltalanıyor. Ya içerikte yer alan meslek gruplarıyla ilgili sahnelerden dolayı topa tutulup çark ettiriliyor… Ya işe gelmeyen mesajcılığa sahipse yerli yersiz eleştirilere maruz bırakılıp senaristleri yıldırılıyor… Ya da senaryonun izlediği yol, klişeler sunmayı marifet sayanlar tarafından beğenilmeyip içerik yeni kalemlere teslim edilerek başlangıç şirazesi kaydırılıyor.

Gerçek şu ki güzellikleri bozup fark yaratanları sıradanlaştırma konusunda en vahim durum, iyi başlayan bir işin başkasına devredilmesi! Zira ‘Her yiğidin bir yoğurt yiyişi var’ demiş atalarımız. Dolayısıyla yeni gelenin bir başkasının başlattığı işi, öykünün-karakterlerin özünü hissederek yürütmesini ve içerikte aynı güzel çizgiyi tutturmasını beklemek nafile… Dahası bu değişimin, eski kalıp birilerinin hoşuna gitmediği için gerçekleştirildiğini, yeni gelenin de haliyle fark yaratmaktan ziyade klişelere uyma yoluna gideceğini hesaba katmak lazım. Yani mevcutların dışına çıkanları sıradanlaştırmak ve rutine boyun eğmek, işi devralmanın şartı gibi! Hal böyle olunca da başlangıç tablosuna dayanarak izleyici çeken yapımlar, yeni gelenin yarattığı basitlikleri ve karakter bozulmalarını kaldıramıyor. Senarist ve yönetmen değişimleriyle çizgisinden sapan diziler kalite yönüyle kan kaybederken, izleyicisi de azalıyor tabii. Bu ise reyting kaygısına düşen yapımın senaryosunun kendini kurtarmak için ekstra yersizlikler yaratıp bocalamasına ve gittikçe dibe batmasına sebep oluyor.

Nitekim aynı olumsuzluk Kanal D’nin farklı bir tat sunmayı başaran işlerinden olarak ekrana çıkan ve zorlu rakiplerine karşı kendi kitlesini oluşturmayı başaran ‘Siyah Beyaz Aşk’ dizisinde de kendini gösterdi. Aşkta ve değer yargılarında asıl önemli detayların griliklerde gizli olduğunu hatırlatarak yola koyulan ve siyah ile beyazın harmanlanarak yarattığı griliğin güzelliğini hissettiren ‘Siyah Beyaz Aşk’, yaşadığı değişimlerin ardından her geçen bölüm eskisini aratır hale geldi. Bile isteye karartıldı adeta.

SİYAH BEYAZ AŞK’IN DÖNÜŞÜM SÜRECİ

Aşkın gri tonda kurgulanmış halinde, kötülüğün siyahlığıyla iyiliğin beyazını buluşturup bu kavramların derinliklerini sorgulatma yolunda ilerleyerek varlığını gösteren ‘Siyah Beyaz Aşk’, kötüyle iyinin arasındaki ince çizginin varlığını ve bu ikisi arasındaki geçişin ne denli kolay olabileceği gerçeğini hatırlatan nitelikte içeriğe sahip bir yapım olarak doğmuştu. Ama kendisini doğuranların elinden gidince gelişimi aynı nitelikleri taşıyamadı ne yazık ki! Nasıl mı? Buyurun bakalım birlikte.

Ferhat’ın sert ve acımasız kişiliğinin altında yatan duygusallığı ve merhameti adım adım hissederken Aslı’nın iyilikten ödün vermeyen kimliğinin bir anda nasıl değişebileceğini gözlemlemiştik, insanları göründükleri halleriyle değerlendirmenin ve iç dünyalarına girmeden kesin yargılamada bulunmanın yanlışlığını yansıtmaya odaklı akışta. ‘Güzel ve Çirkin’in öyküsü gibi, başkalarının günahını çekme durumunda kalıp çirkinleşerek güzellikleri kendine haram sayan adamla, en derin çirkinlikte-kötülük bataklığında dahi sevilmeyi hak eden bir güzellik bulunabileceği ümidiyle direnen kadının karakter mücadelesini sunan ‘Siyah ve Beyaz’, hayatta siyah ile beyazın arasındaki tonun varlığını ilmek ilmek işlemişti inceden. İbrahim Çelikkol ile Birce Akalay da mevcutların ötesine geçmeyi başaran bu karakterlerin hakkını veriyordu doğrusu. Ayrıca Muhammet Uzuner’in canlandırdığı Namık da senaryonun griliklerinden olarak kayda değerdi. Arzu Gamze Kılınç’ın üstlendiği Yeter’le geçmişte aşk yaşayan ve mecburiyetten dolayı onu karnındaki bebekle terk eden Namık, hem geçmişi hem de mafyatik işleriyle siyasete adaylığını birlikte yürüten hayırsever işadamı kimliğiyle siyah-beyaz ikileminde hayli derinlikli bir karakter konumundaydı. Kim bilir belki de karakter bu yönüyle sakıncalıydı! Velhasıl Eylem Canpolat ve Sema Ergenekon imzasını taşıyarak yol alındığı süreçte ‘Siyah Beyaz Aşk’ın tadı bambaşkaydı.

Gel gör ki, bu farklı öyküyü var eden kalemlerin işi devretmesiyle tüm özellikler tepetaklak olmaya başladı. Hem de, demir leblebi misali, yenilir yutulur cinsten olmayan saçmalıklarla!

Tavırlarındaki sertliği bakışlarındaki duygusallıkla yumuşatan, hayatını kurtarmak için evlendiği Aslı’yla arasına mesafe koymaya çalıştıkça aşk ateşine dalan ve kötü gibi görünürken aslında kötülere karşı mücadele veren biri olduğunu hissettiren… Kardeşi Yiğit’in üstüne titremesiyle de aile bağlarının ne denli güçlü olduğunu gösteren Ferhat’ın olayı, şimdilerde tam bir bilmece! Aslı’yla tekmil temiz bir hayata başlamak için silahını fırlatıp atarak artı puan alan Ferhat, magandalıkta zirve yapan konuşma üslubu bir yana, bir anda kuzen olarak bildiği Vildan’la ilişki yaşamış adam oluverdi. Tamam. Vildan’ın ona ilgi duyduğunu daha önceden görmüştük ama buna karşılık Ferhat’ın terslediğini ve hep mesafeli davrandığını da izlemiştik. Dolayısıyla Vildan’ın, yeni tanıdığı birine itiraf mantıksızlığıyla, ortaya çıkarttığı ‘Sarhoşken benimle oldu’ hikâyesi hayli gerçek dışı geldi bize. Ancak yeni kalemlere teslim edilen ve sürekli ekip değişimi yaşayarak helak olan senaryonun, Ferhat’ı ilkesiz ve ırz düşmanı konumuna düşürme hevesi bununla da sınırlı kalmamıştı. Bunca zaman Vildan’ın veya Cüneyt’in tek bir iması olmadığı halde Özge, pat diye Ferhat’ın tek atımlık günah gecesinin ürünü yapılıverdi. Kimin eli kimin cebinde gelişimler sunan dizilere heveslenilmişti zahir! Lakin Abidin’in Gülsüm’le kâğıt üstündeki evliliğini dahi öfkeyle karşılayan Ferhat’ın, Vildan’la sevişmesi akla mantığa sığacak bir şey miydi? Sığmadı da zaten. Bu çirkinliğin taçlandırılması da Özge’nin Ferhat’ın kızı çıkartılması oldu ki, böylece düzgün karakterler ve temiz aşklar görmek isteyen izleyici tam isyan ettirildi. Belli ki, erkekliğin şanı, tek gecelik ilişkilerle ve ardında gayrimeşru çocuk bırakmakla yaratılır mesajcılığı devreye girmiş bir kez daha. Ya da baş karakteri çirkinleştirme hedeflenmişti göz göre göre. Artık Ferhat’ı bu kıvama getirmenin ardındaki gerçek her neyse, sonuçta yazık edildi herkese.

Doktorluk mesleğini ve insan hayatını her şeyden üstün tutmasıyla tanıdığımız, zorbalığı ilke edinmiş erkeklere karşı mücadeleci tavırlarıyla sevdiğimiz Aslı deseniz… O da senaryo yoluyla diziyi iflas ettirme sürecinde, kendinden emin üslubuyla aşkın eziklik olmadığını ispatlayan, dik durmayı beceren kadın rol modelliğinden uzaklaşıverdi. Ferhat’la didişerek gittiği hastanedeki işinden kopmanın ardından kadın dırdırıyla dolu konakta, obur ev kedisine döndürüldü desek yeridir. Hele hamileliğinin ardından Aslı tam anlamıyla yoldan çıktı. Senaryo uydurukçuluğunun ürünü olan Vildan-Ferhat ilişkisini ‘Aman, geçmişte yaşanmış’ havasında kabullenen ve sanki kafası güzel dolanıyormuş moduna giren Aslı, yemek yiyişinden konuşmasına şımarık çocuğa döndü adeta. Karakteri, gecenin bir vakti dağ çileği krizine sokup manavlar arası turdaki tavırlarıyla yansıtmak senariste göre reyting kazandırıcı şirinlik halleriydi belki ama… Bizler, romantik dizilerin şapşallıkla masumluğu birbirine karıştıran kızlarına taş çıkartan Aslı’nın başlangıç kişiliğine hiç uymayan bu dönüşümünü çok yadırgadık ve her işe maydanoz yeğenine karşı saflığını da hiç anlayamadık.

Namık’ın siyasete soyunma hevesini rafa kaldırıp Yeter’le mazisini, baştakinin aksine, karanlık hale getirişini izlemeye başladığımız ve her geçen bölüm bizi daha da soğutmayı hedefleyen dizide anlayamadığımız mantıksız dönüşümler bunlarla da sınırlı değil üstelik. Cem’in bir var bir yok tadında yer bulduğu diziden saçma sapan biçimde dışlanışını sindirememişken tombaladan bir yeğen çıkıverdi. Her şeyi didiklemeyi seven ve zeki kadınlığını her fırsatta gösteren Aslı, ne hikmetse bu yeğeni hemencecik kabulleniverdi. Üstüne üstlük sözde güvenlik bahanesiyle onu da kocasının evine soktu. İşte o andan itibaren arabesk dizilerin tüm klişelerini barındırır haldeki senaryonun saçmalama potansiyeli de tavana vurdu. Namık’tan Ferhat’a, İdil’den Gülsüm’e top çevirmeye çalışan ve her kapının ardında boy gösterip tüm konuşulanları hafiye gibi dinleyen Jülide’nin hedefi neydi, niçin var edilmiştir? Görevi, içine edilen dizinin tüyünü dikmek miydi? Anla, anlayabilirsen. En basitinden ‘Senaryoyu özünden saptıranların kalemi tükenmiş. Onun için bu saçmalıklar’ diyelim.

KISACASI; Ferhat’ın hapiste tanıştığı Azad Baba’nın hapislik olayının unutulup sokaklara döküldüğü, Yeter’e meftun hallerinin ardından her kötülüğünden sıyrılmayı başaran Cüneyt tarafından anlamsızca öldürülerek, tıpkı kızı Ayhan gibi, ‘O halde niye var edildi’ dedirttiği… Onca yıl sonra birdenbire hidayete erip Ferhat’ı ayartma hevesine kapılan Vildan’ın, Özge’yle ilgili olarak annesine kafa tutup ‘‘Sen, onun Ferhat’ın kızı olduğunu biliyordun. Onun için beni Cüneyt’le apar topar evlendirdin’’ şeklinde zırvaladığı ‘Siyah Beyaz Aşk’ta hiçbir şey eskisi gibi değil. Bile isteye karakterler de, öykü de kapkara hele getirildi maalesef.

İzleyiciye fark yaratan iş sunma becerisine sahip olamayıp klişelerden medet umanları esefle kınarken, ‘Yakında hesabı kesilir’ beklentisi yaratanlara da kına yakmalarını tavsiye edelim. Dizi sektöründe kaliteye değer vermeyen yaklaşım hâkim olduğu sürece… Güzellikleri bozup, fark yaratanları sıradanlaştırmaya devam.

Anibal GÜLEROĞLU

www.twitter.com/guleranibal



Tüm yazılarını göster