Üç kadının öyküsündeki ortak dram!

‘Mother’ dizisinden uyarlanan ‘Anne’ isimli yapım, içeriğinde anne-çocuk-kadın kavramlarını derinlemesine işleyerek izleyiciye gerçekleri hissettirme umuduna sahip gibi duruyor.

Anibal Güleroğlu Yazar guleranibal@yahoo.com

Erkeklerin kahramanlık öykülerine, mesleki başarılarını nasıl elde ettiklerine dair övgülü anlatılara karşın kadın hikâyelerinin çoğunluğu dramatik olaylara veya cinselliğe dayalı çıkar karşımıza. Ne hikmetse bu kural gerçek hayatta olduğu gibi kurgularda da değişmez. Hatta öyle ki, kurguların söyleminde kimi erkek karakterler Hindulaşıp veya pamuklaşıp komedi yaratmaya kalkışsa bile erkek mantığı kadınlara oranla her daim ön plandadır. Öte yandan dramatik çatışmacılıkta kadınlar arasında çekişmeler sergilenirken de temelde kadınları mağdur edenler, erkeklerdir genelde. Velhasıl, toplumsal uyarıcılığının ötesinde, erkek orijinli kadın mağduriyetini işlemek dramalar için ana klişedir. Gerek dizilerde, gerekse sinemada bolca örnek mevcut zaten. Sözümüz, bu klişenin başarılı biçimde kullanılmasından yana!

Bu açıdan yaklaştığımızda ‘Mother’ dizisinden uyarlanan ‘Anne’ isimli yapım, içeriğinde anne-çocuk-kadın kavramlarını derinlemesine işleyerek izleyiciye gerçekleri hissettirme umuduna sahip gibi duruyor. Göreceğiz. Üç kuşak dişi figürünü nasıl sunacağını merakla beklediğimiz bu diziye karşılık vizyonda da evlilik-çocuk-seks üçgeninde kadın-erkek ilişkilerini sorgulatan bir yapım mevcut… Üç kadının öyküsünü kesiştirerek dramını yaratan ‘Trendeki Kız’!

KADIN ÖYKÜLERİ GÖRÜNDÜĞÜNDEN FARKLI OLABİLİR

Paula Hawkins’in 2015’te ‘çok satan’ olmayı başaran ‘The Girl on the Train’ isimli romanından aynı adla uyarlanan ‘Trendeki Kız’, kadın öykülerinin göründüklerinden farklı olabileceklerinin hafif gerilimli ve polisiyeli bir anlatımı. Ancak hemen belirteyim ki, yapımın bu yönleri içerikte öyle ciddi biçimde bir hâkimiyete sahip değil. Dolayısıyla ‘Gerilim-polisiye sevmem’ diyerek vazgeçmek hata olur. Bu açıklamayı yaptıktan sonra gelelim ‘Trendeki Kız’ın öyküsüne…

Üç farklı kadının ve erkeğin yer aldığı, duygusal dışavurumlarla bir cinayeti bağdaştıran öykünün başkahramanı, yapımın adından da anlaşılacağı üzere ‘Trendeki Kız’ yani Rachel… Hayal gücünün yüksekliğini dile getirip tren güzergâhındaki evlerde yaşayanlara dair varsayımlarını aktaran Rachel’ın trendeki meraklı görüntüsüyle başlıyor film. Kişisel sorunu olduğu her halinden anlaşılan kadının kaybettiği mutluluğa özlemini, olmak istediği her şeyi hayalle imgeleştirdiğini düşünüyoruz ilk etapta. Ama kısa sürede görülüyor ki, her gün aynı yere oturarak banliyöden şehir merkezine gidip gelen kadının hayal gücü, genele yaygın olmayıp sadece iki evle sınırlı. Zira bunlardan biri boşanmadan önce oturduğu ev, diğeri de aralarında büyük aşk olduğunu hayal ettiği komşularına ait. Yani hayalden öte, takıntı.

Sevişkenliklerini fütursuzca sergileyen Megan ve Scott çiftinde mutlu aşk özlemini yakalayan Rachel’ın boşandığı kocasına ait olan eve karşı duygularıysa, aldatılmışlık ve çocuk özleminin acısıyla harmanlanmış. Tabii filmin bütün olayı Rachel’ın hayallerinden ibaret değil. İşin bir de gerçekleri var… Ki burada da, üç kadının yaşam kesitleri giriyor devreye. Çocuk özlemi çeken Rachel’ın tüp bebek başarısızlığı sonucu alkolik hale gelişini, ihanet edip boşanan kocasının yeni karısından olma bebeğiyle mutlu mesut yaşayışını hazmedemeyişine bağlayan öyküde, ilk bebeğinin ölümüne neden olan Megan’ın çocuk yapma korkusu ve erkeklere duyduğu hırsla Rachel’ın evinde yeni kadın olma keyfini doğurduğu bebekle sürüp komşusu Megan’ı bakıcı olarak çalıştıran Anna da var. Bir de, üç erkeğin farklı karakterleri.

Rachel’ın gününe ve ruh haline göre değişen hayallerini gerçeklerle buluşturup romandaki gibi zamanlar arası git-gellerle ilerleyen öykünün kırılma noktasıysa alkol ve gözetleme alışkanlığından vazgeçemeyen Rachel’ın mutlak aşk sembolü olarak gördüğü çiftten Megan’ın ihanetine şahitlik etmesi! O andan itibaren ters köşe yapma süreci başlıyor. Erkeklerin kadınlara nazaran arka planda bırakıldığı olayların düğümü ve çözümü filmin içinde. Romanı okumayanlar için verdiğimiz bu kısa özetin ardından gelelim ‘Trendeki Kız’ın analizine.

‘Trendeki Kız’ ilk etapta, bir şekilde hemcinsine karşı kıskançlık duyan kadınlar arasındaki çekişme öyküsü kıvamında. Ancak derinlemesine inildiğinde bu yüzeyselliğin çok ötesinde, erkek eliyle yaratılmış ayrı ayrı dramlar gizlediği çıkıyor ortaya. Bu yönünü üç ayrı kadınla ortaya koyan yapımda erkek karakterler alabildiğine düz olmasına karşın kadınların dünyası sorunlarla dolu ve karmaşık. Şöyle ki; dışarıdan bakıldığında seks sembolü gibi görünen kadınların içlerinde kocaman bir boşluk taşıyabileceklerini Megan karakteriyle yansıtan yapımda Anna’nın payına düşen, annelik şansı yakalayamayanlara karşı anne olmayı tadanların bunun değerini bilmek yerine anneliği yorucu bir iş olarak görebileceklerini resmetmek. Evliliğinde sorumsuzlukla suçlanıp kişisel çöküntüye uğrayan kadınların gerçekte bu hale nasıl düştüklerini basit ama gerçekçi anlatımlarla aktarmak da Rachel’ın görevi. Yapıma asıl özelliğini kazandıran da Rachel ve onu canlandıran Emily Blunt’ın müthiş inandırıcı performansı. Bakışları ve duruşuyla öylesine gerçek ki, filmin karakter kurgusu romanına göre basite indirgenmiş olsa bile, seyirciyi olayın içine çekmeyi başarıyor.

Öte yandan görünenlerle gerçeklerin farklarını aktarmada, yönetmen Tate Taylor üst üste yığdığı geri dönüşlerle bir parça boğuntu yaratmış. Okumayla izlemenin farkını bariz biçimde ortaya koyan bu olumsuzluğun dışında erkek karakterlerin kadınların hayatlarındaki rollerinin çok kısa geçişlerle verilmesi, kadınların geçmişlerine yaptıkları içsel yolculukların gerektiği biçimde işlenmemesi de filmin içindeki kadın öykülerine darbe gibi! Yine de ‘Trendeki Kız’ın kadını, seks ve çocuktan ibaret gören erkeklerin dünyasında ayakta kalma savaşı veren, aşkı ve mutluluğu aramaya çabalayan kadın öykülerinde görünenin ötesine geçebilmeyi başaran türden bir çalışma olduğunu söyleyebiliriz rahatlıkla.

Sonuçta; Kurgusuyla dikkatsiz seyircinin kafasını karıştırmaya müsait olsa bile her karakterin dünyasına pencere açıp olanları onların gözünden aktararak ‘kara film’ olayına katkıda bulunan bir yapım ‘Trendeki Kız’. Erkeklerin kadına-çocuğa yönelik şiddetinin-duyarsızlığının alabildiğine arttığı günümüzde, üç kadının öyküsündeki ortak dramla kadınların çekişmekten ziyade dayanışma içinde olması gerektiğinin altını çizme özelliği de cabası… İyi seyirler.

Anibal GÜLEROĞLU

www.twitter.com/guleranibal



Tüm yazılarını göster