‘Tüm mutsuzluklar yokluktan değil, çokluktan gelir’ demiş Tolstoy. Gerçekten de yoklukta elindekiyle idare etme yoluna gidilirken çok bulma durumunda tercih kararsızlığı ve maymun iştahlılık baş gösterir. Bu meyanda da gerçek güzellikler arada kaynayıp gider. Dolayısıyla bolluk, yokluktan daha çok bunaltır insanı.
Nitekim günümüz ekranları aynı sorunu yaşatıyor izleyiciye. İnternetle birlikte yol alan dizi yayıncılığı öylesine bol seçenek sunuyor ki, insan hangi birine bakacağını şaşırıyor… Diziler arası maratonda kimin daha iyi olduğunu layıkıyla değerlendirme fırsatı bulamıyor. Dahası bazı zamanlarda aynı gün, kalite açısından birbirine üstünlük taslayamayacak işler rekabete tutuşunca hangisine öncelik verileceğini seçmek tam zorlaşıyor. Farklı kadınsal öyküleriyle karşı karşıya gelen ‘Ufak Tefek Cinayetler’ ve ‘Kadın’ dizileri de, işte bu ruh haline soktu bizi.
Salı gününün yayın kuşağında yer alarak ilk adımı birlikte atan bu iki yapım, dizi kalitesi adına öylesine denkti ki, önceliği hangisine vermem gerektiğini bir türlü kestiremedim. Ne ‘Ufak Tefek Cinayetler’den vazgeçebildim, ne de ‘Kadın’dan. Ancak izleyiciye hitap noktasında başa baş güreşen her iki yapımın kendilerince olumsuz yönleri bulunduğu da bir gerçekti. Tabii henüz ilk bölümleri olduğu için tam anlamıyla kesin hükümler vermek yanlış. Bu nedenle peş peşe izlediğim dizileri birlikte ve temel olumsuzluklarıyla ele almayı daha doğru buldum.
UFAK TEFEK CİNAYETLER’DE NE BULDUK?
‘Her yaralı ruhun metruk arka bahçesinde, işlenir her gün böyle ufak tefek cinayetler’ diyen Fırat Ağacık’ın parçasıyla özünü dışa vuran ‘Ufak Tefek Cinayetler’, en sinsi silahların mutfakta piştiğini vurgulayarak kadınların iç dünyalarındaki ölümcül kötülük ve kıskançlıklara odaklanan bir başlangıçla çıktı karşımıza.
Herkesin imrendiği evdeki partide yaşanan ölümle açılışını yapıp polis soruşturmasıyla karakterlerini ve atmosferini tanıtmaya geçen dizi, iyiden-adaletten yana olan Oya’nın kızlarını okutmayıp evlendirmeye niyetli babalara mesaj mahiyetindeki intihar girişimini önlemesini izlettikten ve ikinci kattan atlamayla ölünmeyeceği bilgisini verdikten sonra geçmişte sıkı arkadaş olan dörtlüyü yeniden bir araya getirme sürecine geçti. Oya’nın okulun canavar müdürünün cenazesine gitmesiyle başlayan süreçte, bir yandan görgü tanıklarının anlatımı, bir yandan da sözde arkadaşlık tabloları sunuldu izleyiciye. Devamına değinmeye gerek yok. Zaten izleyenler biliyor. Diziye yönelik eleştirileri de şimdilik bir yana bırakıyorum. Zira kopya-çalıntı vs gibi ithamları, detaylı yazımda bilahare ele alacağım. Şu an üstünde durduğum şey, dizinin bende yarattığı ilk izlenim.
Bu yaklaşımla söze devam edersek… ‘Ufak Tefek Cinayetler’ gerek karakterleri, gerek içerik dili, gerekse mekânlarıyla fark yaratan bir çalışma. Ekranda bilmem kaç kez yer almış aşk üçgenlerinden ve yöresel şivelerin hâkimiyetindeki hikâyelerden soyutlanmış… Dahası varoşluktan eser olmayan ışıltılı ve Amerikanvari dünyasını Arctic Monkeys grubunun ‘Do I Wanna Know?’ parçasıyla taçlandırmış. Hal böyle olunca da, uzun zamandır ekranlarımızda özlemini çektiğim havayı soluttu bana! Tabii bu etkide kurgunun ve senaryo akışının dinamikliğinin, mekân seçimlerindeki incelikli özenin ve temelde birbirine çok denk düşen karakterlerdeki başarılı oyunculukların payı da büyük. Tebrikler.
Bu övgülerin ardından AY Yapım imzasını taşıyan ve devamının nasıl getirileceğini merakla beklediğim dizinin yumuşak karnı gibi duran yönüne gelecek olursak… Oya karakterinin yıllar sonra arkadaşlarıyla yeniden sıkı fıkı olma durumu akılları kurcalayan soru. Yani 96’daki olaydan günümüze kurulan köprünün mantığı ne? İzleyici Oya’nın, onu intihara sürükleyecek derecede vahim iftira atan ve onun geleceğiyle oynayan arkadaşlarının arasına yeniden karışmasını sorgulayabilir. Haklıdır da. Zira normalde hiç kimse kendisine kara çalan, çocuk sahibi olma yeteneğini elinden alıp hayatını karartan ve tüm bunları gözünün içine baka baka yapanlarla, sanki hiçbir şey yaşanmamış gibi tekrardan bir araya gelip öpüşüp koklaşamaz.
Ancak bu mantığa karşılık ‘Ufak Tefek Cinayetler’de karşımıza gelen yakınlaşma tablosunu kabul edilebilir kılan bir detay olduğunu da unutmamak lazım. O da iftirayı atan Merve, Arzu ve Pelin’in okuldan kovulma sonrasında Oya’nın başına gelenlerden haberdar olmadıkları! Öte yandan Oya’nın geçmişiyle yüzleşmesi ve içindeki intikam arzusunu tatmin etmesi için grupla yeniden bağlantı kurması da gayet makul. Zaten cenazeye gidişi bu yüzden. Edip’le konuşmasında da, evrenin adaletini dağıttığını görme isteğinden dem vuruyor. Dolayısıyla adaletin dağıtılmadığını görmesiyle içindeki intikamcılığın artması ve dışarıda kalıp yanmaktansa içeriye dalıp kuyu kazmayı istemesi mantık çerçevesinde bir davranış olmakta.
İlaveten okul müdürünün üç beş öğrencinin sözüyle Oya’yı okuldan atmasına takılanlar için sözüm… Müdürün asıl derdinin Oya’dan ziyade kendi yerine aday gördüğü Edip Hoca’yı diskalifiye etmek olduğunu belirtelim. Bu iftira da ekmeğine yağ süren bir nimet gibi kucağına düşünce adam fırsatı kaçırmadı tabii! Yani bu hususta da bir mantıksızlık söz konusu değil.
Velhasıl; Meriç Acemi’nin senaryosuyla ekrana gelen ‘Ufak Tefek Cinayetler’de bulduğumuz şey, her anlamda ölçülülükle yaratılan kalitenin güzelliği. Yapımın da dediği gibi… Bu hikâyeyi anlamanız için önce kadınları anlamanız lazım. Yani tüm mantık sorgulamalarında buradaki kadın karakterlerin iç dünyasına inebilmek… Kadınların en iyi göründükleri anların, en kötü zamanları olabileceği gerçeğini algılamak önemli! Hadi bakalım kolay gelsin.
‘KADIN’IN BAŞ OLUMSUZLUĞU NE?
İster esinlenme, ister yasal uyarlama… Dizi sektörümüzün içerik açısından yüzünü dışa çevirdiği aşikâr. Romantik komedi hususunda başa güreşen Güney Kore’den gerçekleştirilen uyarlamalardan sonra yeni içerik kaynağımız Japon dizileri. Çünkü adamlar dram yaratma konusunda usta. Bizim toplum da dram sever ya… Gelsin uyarlamalar. Son örnek, senaryosu Yuki Sakamoto’ya ait olan 2013 yapımı ‘Woman’dan uyarlanan Med Yapım imzalı ‘Kadın’…
Hande Altaylı’nın senaryosuyla Türkçeleştirilen ‘Kadın’ın ilk bölümüyle ilgili yorumum, süreyi uzatmak için yaratılan yan konular haricinde, orijinaliyle hemen hemen aynı tablo sunduğu yönünde. Geçtiğimiz sezon ekranı hıçkırığa boğan ‘Anne’ gibi burada da ilk bölümde nerdeyse replikler bile tıpkısının aynısı alınmış. Bunun devamında değişeceği ve dizinin kendi içerik dilini oluşturacağı muhakkak. Dolayısıyla sorun olarak görmüyorum.
Öte yandan ‘Kadın’ı orijinalinden ayıran ve bana göre baş olumsuzluk olan bir detay var… Abartı! Bu başlangıçta ilgi çekici bir avantaj olarak görülebilir. Nitekim duygusal abartılara prim veren Total’de ‘Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz’ın arkasından ikinci gelişi de bu görüşe destek yapılabilir. Lakin süreç içinde dengelerin değişebileceği muhakkak. Zira abartı için yaratılanların, orijinalinden bağımsız geliştirilen şeyler olduğunu ve gereksiz dramatikliklerin diziyi fazlasıyla arabeskleştirip mantıksızlıklara sürüklediğini görmek lazım.
Mesela… ‘Güneş dağların arkasında batarken’ şarkısıyla ve tren istasyonundaki tanışıklıkla başlayan ‘Woman’a karşılık şarkı ve araç değişimi yaparak yola çıkan ‘Kadın’daki evde atılma olayı içler acısı! Japon versiyonunda ‘Kadın’daki gibi çoluk çocuk batakhane semtine postalanma ajitasyonu mevcut değil. Ayrıca aidat isteyen ev sahibinin aşağılık tavırları yok. ‘Kadın’a baktığımızdaysa… Sanki İstanbul’da başka semt kalmamışçasına fuhuş ve her türlü pisliğin kol gezdiği Tarlabaşı’nın sakil ortamında yaşamayı kabul eden Bahar’ın içine düşürüldüğü garipliği görüyoruz. Hangi aklı başında kadın böyle bir ortamda yaşamayı kabul eder? Hele ev sahibinin evine temizliğe gitme önerisi tam mantıksızlık. Haberlerde de konu edildiği üzere, bir yığın temizlik firması mevcut. Üstelik üniversite öğrencilerinin dahi çalıştığı bu şirketlerde sigorta da var, dolgun ücret kazanma şansı da! Yani oradan oraya koşturan ve üç kuruş için çırpınan Bahar bu kadar mı dünyadan bihaber de, kötü niyeti belli olan ev sahibinin temizlikçiliğine girişiyor? Bu ne cesaret? Maksat tecavüz abartısı yaratmak olunca…
Babalarının saklanarak kendilerini izlediği söylemini orijinalinden daha ileri taşıyıp anlamsız vurgulamalarla dile getiren ve görünmezlik oyununu lunaparkta dahi sürdürecek kadar aşırılaştırıp çocuk gelişimini olumsuz etkileyecek türden mesajcılık yaratan dizide, bunlar dışında sosyal yardım olayında da orijinaline ters düşen aşağılamalar sergilenmiş. Bahar’ın başvurusundaki memurun tavrı neydi öyle? Dalga geçer gibi cümleler, manalı bakışlar… Orijinal dizide dosyası alınıp incelemeye tabi tutulan kadına kimse böyle davranmıyor. Kimseye avuç açtığı da yok. Her şey saygı çerçevesinde ve gayet sakin gelişiyor. Sadece ‘borç’ para istiyor. Bizdeyse mendilleri ıslattırmak adına, Bahar’a dilenci gibi avuç açtırılmış. Böylece göçmenlere gani gani verilirken, yardımdan sorumlu kaymakamlıkta adamı olmaya yerli muhtaca zırnık koklatılmayacağı imajı mı çizilmiş? Ne diyelim? Japonya’da öyle, bizde böyle…
Anlayacağınız lunaparkta çocuklara elma şekerinin verilişinden, batakhane atmosferini gözümüze sokarak adeta bu ortamın reklamcılığını yapma seviyesine ulaşan ‘Kadın’ın odak noktası, içerik açısından orijinalini geçer kalitede bir iş yaratmaktan ziyade abartıdan nasıl fayda sağlarım mantığı olmuş! Bu mantık, senaryonun devamında hangi seviyelere yükseltilir, hep birlikte göreceğiz de… Kazık kadar oğlunu kucağında taşıdığı halde elden düşürmediği pusetle(Bu pusetin varlık sebebi, yıllara yayılı süreci veren orijinalinin başında oğlan çocuğunun çok küçük olması), orijinaline fark atan ‘Kadın’ın ilk bölümünü gereğinden fazla ağırlaştıran sahneler baş olumsuzluk. Umarım bu nahoşluktan tez zamanda vazgeçilip güzelim senaryoya ve oyunculara yazık edilmez. Dahası yersiz eklemelerle cılkı çıkartılmaz.
SONUÇTA; ‘Ufak Tefek Cinayetler’ mi, ‘Kadın’ mı sorgusunda, şimdilik ibrem orta yerde durmakta. Zaten farklı beğenilere hitap eden yapımların ilk bölümlerine, derinlemesine analizlerini sonraya bırakarak, göz atmam bu sebepten. Her iki yapımın, kendi denklemleri içinde tek tek irdelenmeyi hak ettiği gerçeğinin altını çizerek noktayı koyarken aşırılıkların, olumsuzluk yaratacağı gerçeğini bir kez daha tekrarlamak isterim.
Aynı gün güreşen yapımlardan kimin galip geleceğini izleyicinin yaşam algısı ve dizi kriteri tespit edecek olsa bile gönlümüz ‘Ufak Tefek Cinayetler’in ve ‘Kadın’ın, reyting kaygısından uzak, hak ettiklerini bularak yola devamından yana. Bol şans her iki yapıma da…
Anibal GÜLEROĞLU