Urfalıyam Ezelden, mantığım gitmiş elden..

Gerçi Urfa’nın bu dinleri bütünleştiren geçmişinin hoşgörüsü ve kültürel zenginliği, namus adına kadın öldürme başta olmak üzere haberlere malzeme yaratan çeşitli suçlarla ara ara gölgeleniyor ama… Eminim bunlar da zamanla insanların, daha doğrusu erkeklerin kafalarını güncellemelerini sağlayan eğitim bilincinin gelişmesiyle...

Anibal Güleroğlu Yazar guleranibal@yahoo.com

Her şekilde ‘Urfalıyam Ezelden’ derken…

Şanlıurfa, halkın dilindeki eski adıyla Urfa, şimdilerde sınırındaki Suriye’de yaşanan IŞİD terörünün olumsuzluklarına hedef olsa da, Dünya’nın en eski mabedinin bulunduğu, İbrahim Peygamber’in ve Peygamber Eyüp’ün doğum yeri kabul edilen, farklı uygarlıkların egemenliklerinin izlerini taşıyan tarihi değerde bir şehir. Dolayısıyla Balıklı Göl’ünden Harran’ına… Gizli cennet kabul edilen Halfeti’nin Karagül’ünden türlü lezzetleri sunan mutfağına… Urfa kültürü bir hayli renkli ve bereketli.

Gerçi Urfa’nın bu dinleri bütünleştiren geçmişinin hoşgörüsü ve kültürel zenginliği, namus adına kadın öldürme başta olmak üzere haberlere malzeme yaratan çeşitli suçlarla ara ara gölgeleniyor ama… Eminim bunlar da zamanla insanların, daha doğrusu erkeklerin kafalarını güncellemelerini sağlayan eğitim bilincinin gelişmesiyle gerileyecektir.

Nitekim bir süre önce Şanlıurfa’da, kurumların da desteği alınarak, suç önleyici bir projenin adımı atılmıştı. Şehirdeki suç oranını düşürmeye yönelik olan ‘Denetimli serbestlikten yararlanan mahkûmları, meslek edindirmeyle, topluma kazandırma’ girişimleri ve çözüm süreci hız kazanmışken, aynı süreçte ekranlarda da Urfalı diziler peş peşe belirmeye başladı.

Daha önce işaret ettiğimiz gibi, saklı cennet Halfeti’nin doğa harikalarını sunarak bölgenin turistik yüzünü yansıtan ‘Karagül’… Tüm taş fırınlıklarına rağmen Urfa erkeklerinin sevimli yönlerinin de bulunabileceğini komedi ağırlığıyla göstermeye çalışan ‘Küçük Ağa’… TRT 6’da yayınlanan ve Türkiye’deki ilk orijinal seslendirmeyle çekilen Kürtçe dizi özelliğini taşıyan ‘Can u Ceğer’… Samanyolu ekranından yayınlanıp yöredeki kızların küçük yaşta evlendirilmelerine, eğitimlerinin aksamalarına dikkat çekmeye çalışan ‘Küçük Gelin’… Hâlihazırdaki örnekler. Urfa’nın dizi yıldızını parlatan yapımlar zincirine eklenen son halka ise şehrin müzikal değerleri üstüne yoğunlaşan‘Urfalıyam Ezelden’.

KADINLARI, ‘EMANET MAL’ GÖSTERME GELENEĞİ

Şarkıcılıktan oyunculuğa geçiş yapan Öykü Gürman’ın ilk deneyimi olan ‘Urfalıyam Ezelden’, öyküsü Bülent İnal ve Sinan Tuzcu’ya ait bir yapım…

Sesiyle İMÇ’yi inleten Ceylan karakterini canlandıran Öykü Gürman’a koçluk yapan ve eşi Sinan Tuzcu’nun ortaklaşa yarattığı hikâyede Selva’yı oynayan Dolunay Soysert’i uzun bir aradan sonra ekrana döndüren dizi, işlenişiyle öyle bir havaya sahip ki sanki ‘Şimdilerde Urfalı konular iş yapıyor, bir de bu çeşidi olsun’ mantığıyla yaratılmış hissi uyandırmakta.

Bu doğrultuda, ‘Düşte Gör’ gibi uzun havaların-türkülerin desteğindeki ilk bölümüne çok şey sığdırarak ve silahları patlatarak, devamını da kan davası hesaplaşmasıyla getirerek Pazar’ın gözdeleri kervanına katılan yapım, kadına bakış açısında, benzerleri gibi baltayı taşa vurdu.

Yönetmenliğini Faruk Teber’in üstlendiği dizi ‘Bende çalgıcıya verecek kız yok’ diyen ve Doğu erkeklerini sevgiyi-aşkı hiçe sayan yüzüyle gösteren Adanalı Duran Ağa’nın ‘Sevmek ne demek’ öfkesinin ardından bu yöreye yakıştırılan rutin ve mantıksız konu akışına geçen yapım, rutini kıramayıp, erkek egemenliğindeki kadın hallerini sergilemeye başladı.

Bizim tüp bebekçileri gölgede bırakacak kadar işinin ehli olup tek atışta bebeği peydahlatan senaristlerimiz sayesinde hamile kalan Selva’nın düğün gecesi kocasız kalmasına şahitlik ettiren ‘Urfalıyam Ezelden’, bu yönüyle mevcut diziler arasından ‘Emanet’i anımsattı.

‘Emanet’te düğün günü Halit’in ölüm haberini alan Zelal’i, kocanın ‘emanet’i olarak görüp kardeş Tahir’e gelin etmeye çalışılması gibi ‘Urfalıyam Ezelden’in aile büyükleri de Selva’yı ‘emanet’ sayıp Cemal’e karı yapıyor. Bu ne ‘emanet’ merakıymış böyle!

Dahası hani bu Selva Halil’i sevmiş, duvarları aşıp kaçmıştı? Sevginin ömrü 40 günlük müydü?

‘Ölen ölür, kalan erkekler kocalık sırasına girsin’ dercesine, kocanın 7’si çıkmadan gelinliği yakma âdetine aynen uyan Selva da, gelenek-görenek diye çıkılan yolda memnun mesut ilerlediğine göre... Bizim Urfa’daki gelin manzarasının gerçeği, kadının abiden kardeşe miras düşen bir mefhum olduğu!

Aslında ‘Sıra gecelerinde kadın solist olmaz. Adet değildir’ dayatmasını, konservatuar mezunluğunu sıfıra indirgeme sembolü Ceylan ile yıkma cesaretini dillendiren yapımda, gelenek-görenek diye uygulanan ‘emanet gelin’ durumunun Urfa’yla sınırlı olmadığı çok net… Zira ‘Emanet’, Nevşehir yöresinde geçmekte. Bu nedenle emanet olayı, yöreyle değil, doğrudan doğruya toplumun gelin edilen kadına bakışıyla bağlantılı.

‘Emanet’in yolundan giderken, bir aileye gelin gelen kadının o ailedeki her erkeğe helal olduğu mantığını sürdüren ‘Urfalıyam Ezelden’ ve dahi bu yolda yürüyecek tüm yapımlar… Sizlere soruyorum… Kadınlar ‘mal’ mıdır ki birilerine ‘emanet’ kalsın? Kocasını kaybeden kadını emanet ettirmeye merak saran bu içerikleri pişirip pişirip yedirmekle varmak istenilen nokta nedir? Bunların bilinçlendirmeyle uzak yakın ilgisi olmadığı kesin. Aksine bunlar sayesinde, kadınlarımızı ‘emanet mal’ gibi görme alışkanlığı topluma iyice sirayet etmekte!

Peki, niyedir bu ‘emanet’ düşkülüğü? İki gerekçe akla geliyor… Ya toplumda bu haller tahminlerden çok fazla yaşandığı için dizicilere ilham veriyor, cazip geliyor… Ya da nadiren uygulanan bu geleneksel zorlama rezilliğine, reyting toplayıcılığı üstüne oynanıyor.

Şayet reyting hedefliyse, kadınları ‘emanet mal’ konumuna sokarak senaryo yaratma halleri alıp başını gidecek. Bu çağdışı uygulamayı öyle ‘Kadın istemediği sürece elini sürmeme’ klişesiyle hafifletmeye çalışıp kabul edilebilir bir korumacılık şeklinde sunmak da imkânsız. Çünkü gerçek uygulamalarda kadın istemese de erkeğin elleri bir güzel değiyor kadına, hatta değmekle kalmıyor evire çevire dövüyor bile.

Çok yakında yöresel yapımların içinde, ailedeki tüm kardeşlere tek tek emanet edilen gelinin, kardeşlerin tükendiği yerde kayınpederine emanet edilmesine de rastlarsak hiç şaşmayalım. Ne de olsa yabancı yapımların yaratıcılığının aksine bizdeki tüm öyküler ‘kadın’ üstüne kurulu. Gerçek hayattaki yaşam algısı da farklı olmadığına göre, bu mantık noktalanmazsa, maazallah kardeşlerden kayınpedere bir köprü de her an kurulabilir dizilerde. Aman dikkat!

URFALIYAM EZELDEN, MANTIĞIM GİTMİŞ ELDEN

Önce büyüklerin hatırına eve buyur edip kahve sunan, arkadan küfreder gibi konuşarak kovalayan Adanalı Duran Ağa’nın densizliğiyle tetiklenen garip bir kız kaçırma sahnesinde yaşananlar, ‘Urfalıyam Ezelden’in Urfa’dan ziyade reytinge oynayış mantığının ilk ispatı...

Telefonu elinden kapılıp dışarıyla ilişkisi kesilen Selva’nın, duvardan tam isabet arabanın üstüne attığı çıkınlarla birlikte kolayca Halil’e kaçma saçmalığını yaşatarak güldüren senaryo, Urfa’da evden kaçmak ne kolaymış diye düşündürerek, bu konuda ‘Karagül’e rakip oldu. Hani ‘Karagül’de de cümle kadın gecenin bir vakti dingonun ahırı gibi girip çıkıyorlar ya…

Urfalı erkeklerin silah sıkmaktan başka şeye kafasının çalışmadığını bu kaçışla, ‘Karagül’den sonra bir kez daha yansıtan dizide, Halil’in ölüm sahnesinin mantıksızlığı tam bir komediydi.

Silah seslerinin davul vuruşlarına karıştığı, insanların neredeyse dünyadan bağını kopartmışçasına müziğin ritmine kapıldığı düğünde, keskin nişancıları imrendirecek bir atışla imkânsızı başaran ve hemen ortadan kaybolacağına salına salına yürüyerek adeta yakalanmayı bekleyen Recep, Halil’i vuruyor… Adam gelinin önünde yere düşüyor. Ama ne gelinden ne de çevredekilerden tık yok. Sanırsınız hepsi de kör olmuş… Kamera bir Halil’i bir çevredekileri görüntülüyor. Halil orta yerde ölüyor, düğün ahalisi de alkışı ve omuz titreterek tepinmeyi sürdürüyor. Hani adam kıyıda köşede vurulsa, görülmedi, diyeceğiz. Ancak herkesin önünde yaşanıyor olay. Silah sesi kargaşaya gitse dahi vurulup düşmenin ardından milletin harekete geçmesi için onca zaman beklenir mi? Bu durumda böylesi anlamsızlıkta ağır çekim tempoyla sunuma gerek var mıydı? Ama nasıl süre dolacak değil mi? Jandarmanın koşturmasıysa bir başka garabet… Onca silah sesi arasında onlara malum mu oldu adam öldürüldüğü de, daha önceden ortalıkta yokken bir anda çıkıverdiler. İnsaf, insaf, insafff…

‘Karagül’deki Urfalı erkeklerin rakı düşkünlüğüne yapılan eleştirilere cevap verircesine içkiyi kötüleyen ‘Urfalıyam Ezelden’in bir diğer mantıksızlığı, erkeksilikle masumiyeti buluşturma gayretinde olup peşindeki adamlardan tereyağından kıl çeker gibi kaçan Ceylan ve ‘Asıl kızın samimi bir arkadaşı bulunmalı’ klişesine uygun yaratılan ‘ev tedarikçisi’ İnci cephesinde! Bu karakterlerin ne diyaloglarında ne de sahnelerinde samimiyet yakalayabilene aşk olsun.

Kısacası babacan sertliği iş edinen Bülent İnal’ın Cemal’ini özverili erkek konumuna sokmayı hedefleyen, saf kardeş olarak ayak işlerine bakan Kadir’i yaratıp, Çetin’e ‘Silahsız Urfa işi çıkmaz’ felsefesine denk sertliği ve asiliği uygun bulan, Selahattin’i de gülen yüz olarak dâhil eden ‘Urfalıyam Ezelden’, ikinci bölümünde reyting çıtasını birinciliğe yükseltmiş olsa dahi, uzatmalar dâhilinde yaratılan gereksizlikler yüzünden, kurgusal mantığını yitirenlerden.

DİZİSEL YANSIMALARDA URFA YENİDEN Mİ KEŞFEDİLİYOR?

Altın Koza’da ‘Nergis Hanım’ filmiyle Jüri Özel Ödülü alan Settar Tanrıöğen, ‘Balık’ ile yarışmalarda beğeni toplayan Bülent İnal ve Meral Çetinkaya, Menderes Samancılar, Zuhal Olcay gibi deneyimli isimleriyle güçlenen ‘Urfalıyam Ezelden’in kadın mantığından sahne mantıksızlıklarına değinmenin ardından gelelim Urfa’nın kurgusal dünyaya sokulma olayına…

Son zamanlarda dizilere mekân olarak seçilerek ekranda adından sıkça söz ettiren Urfa, aslına bakarsanız 1950’lerden sonraki Türk filmleri tarafından çok önceden keşfedilmiş bir mekân!

Eski Urfa görüntülerini yansıtan ve Hüseyin Peyda’nın ‘Abdo Bey’ tiplemelerinden olan 1959 yapımı ‘Kaderim Böyle İmiş’ başta olmak üzere farklı örnekler mevcut. Lütfü Akad’ın ‘Hudutların Kanunu’, Yılmaz Güney’in ‘Yol’u, Şerif Gören’in ‘Kan’ı, Halit Refiğ’in ‘Leyla ile Mecnun’u ve niceleri, Yeşilçam sinemasında önemli gişe başarılarına imza atmış filmler arasında yer bulan Urfa’da çekilmiş yapımlar. Tabii olanca doğallıklarıyla ve gerçekleriyle.

Günümüzde ise Türk dizilerinin sınırları aşıp yabancılarla buluşma kapasitesini de göz önüne alacak olursak… Urfa atmosferindeki çalışmalar, bölge insanıyla yakınlaşmaya kapı açmanın ötesinde, yörenin tanıtımında rol oynama kapasitesine sahip olduğu hakikatiyle karşımıza çıkmakta. Öte yandan dizicilerin bu merakının, Urfa’yı yanlış aktarma eleştirilerine fırsat yarattığı da inkâr edilemez.

Urfa’dan göç sebebi olarak ‘kan davası’ olgusunu gösterip ‘‘İstanbul’da herkese yer var mı’’ diye sorgulatırken büyükşehir hayatının ‘Urfalıyam Ezelden’ diyeni korkutamayacağının altını çizerek bir nevi göç teşvikçiliği sergileyen yapımın, yöre nabzına göre verdiği şerbetle, Pazar çekişmesini çok çetin bir hale getirdiği kesin. Ne var ki bunu yaparken anlamsızlıklara da sahne olan dizinin doğrudan Urfa’yı öne çıkartmadığı meydanda.

Nitekim yöresel işlerde her zaman olduğu gibi şive bozukluğundan ötürü oklara maruz kalan yapım, izleyiciyle buluşur buluşmaz gerek Urfa’ya dair bir konuda Antep müziğine yer vermesi, gerekse senaryo bayatlığıyla çeşitli eleştiriler aldı.

Bize gelen mesajlar arasında ‘Doğu insanını sürekli adam öldüren, konuşması gerçeğe uymayan tipler olarak gösteren dizilerden bıktık. Bunlar insanları ürkütüyor. Bizi anlatacak başka konu mu yok? Urfa bu mu yani’ diyeni de vardı… ‘Urfa Antep gibi illerde çekilen diziler istiyoruz ama doğru dürüst yapsınlar. Gerçekte burası nasıl yaşıyorsa onu anlatsınlar. Yoksa bunlar bizi sadece küçük düşürüyor. Öyle bir iki yemek ismi sıralamak, bir türkü patlatmakla Urfa dizisi olmaz’ şeklinde tepki göstereni de. Bazılarıysa, ‘Urfa filan bahane. Buradaki dizilerin reyting aldığını gördüler ya asıl onun için bölgemize doluşuyorlar. Daha önce akılları nerdeydi’ sorgulamasını yapıyor, ‘Urfalıyam Ezelden’ dizisiyle ilgili olarak…

Peki. Bu serzenişler haklı mı? Bence Urfa veya başka doğu illerini diline dolayarak ekrana gelen yapımlar için bu doğrultuda düşünenlerin tepkisindeki haklılık payı oldukça büyük!

Çünkü başlangıç itibariyle Urfa’nın adından başka pek bir yerini kullanmayarak, hemencecik İstanbul’un müzik çarşısına ve Eminönü ortamına kapağı atan ‘Urfalıyam Ezelden’, kan davası-ölüm-emanetçilik bağlamında yaratılan konusunu taze ete duyulan yıldırım aşkla geliştiren bir iş vasfıyla çıktı karşımıza. Araya sokuşturulan Urfa müziğiyle Sıra Gecesi olayının düğünlerdeki icrası ve karakterlerin göze sokulan yarı bozuk şivesi de olmasa, Urfa’ya dair hiçbir özellik taşımayacak. Doğu böyle yansıtılır işte!

Sonuçta; dizi fabrikasyonundaki konuları, abartılı karakterler yaratarak Doğu halkıyla bütünleştirerek işleyip, İstanbul’dan Urfa’yı tanıtmak mümkün olamıyor ne yazık ki…

Her şekilde ‘Urfalıyam Ezelden’ diyebilmek için Urfa’yı, Urfa’nın sokaklarından, oradaki insanların gerçek dünyasından aktarmak; Batılıları Urfa’dan ürkütmeyen manzaralar resmetmek, bunu yaparken de komikleşen abartılardan kaçınmak gerek!

Bunun ötesi, Urfalı olduğu halde Ankaralılıktan medet uman Tırşik’in işine dönüyor. Uyanıklık edelim derken yöresel orijinaliteye yazık oluyor.

Anibal GÜLEROĞLU

www.twitter.com/guleranibal

Tüm yazılarını göster