Vatanım Sensin kendini tekrara geçti

Ne yazık ki gözyaşından prim yapmak üstüne kurulu olan ‘Kanatsız Kuşlar’ın gerisinde kalan ‘Vatanım Sensin’ de aynı dertten muzdarip yeni sezonunda.

Anibal Güleroğlu Yazar guleranibal@yahoo.com

Yeni yapımlardan bazılarının büyük hevesle yola çıkıp tersyüz olduğu ekranlarda hayli yoğun dizi trafiği yaşadığımız malum. Kanallar birbirleriyle yarışı abarttıkça abarttı.

Kanal D’nin ‘Ver Elini Aşk’ı misali kimi diziler bu abartıda oradan oraya savrulup varlık savaşını sürdürmeye çalışırken, eski işleri taklit ederek bir yerlere varmaya niyetlenenler geçmişin ekmeğini yeme mantığına tutunamıyor.

Tabii bileti kesilenlerin yerlerine gelecek olanların bu saatten sonra ne yapacağı, Japon askeri gibi piyasaya sürülen dizilerin özgün ve ilginç içerikleri yaratmasının ne denli mümkün olacağı da meçhul. ‘Dolunay’dan vazgeçip zifir karanlıkta kalma ihtimali gibi! Ama işte bizdeki ‘Ya tutarsa’ kafası sağ olsun… Kanallar sürekli yeni işlere talip olmakta.

Öte yandan mevcut işlerin elini zayıflatan en önemli aksaklığın ‘kendini tekrar’ olduğu bir gerçek! Önceki sezonda başarı kazanan yapımlar devamında senaryo ve aksiyon açısından yineleme sürecine giriyorlar adeta. ‘Devran dönüyor Ertuğrul.

Kuru gürültü değil, akıl galip geliyor’ diyen ve imrendirici çift haneli reytinglerini her hafta müthiş bir başarıyla stabil tutmayı beceren ‘Diriliş’ de dahil olmak üzere bu sorun sıkça çıkıyor karşımıza. İçerik ilerler gibi görünmekle birlikte eskinin havasını solutmaktan ve bölüm doldurmak adına başvurulan akış yavaşlığından kurtulamıyor. Velhasıl ekranda ayakta kalanların ortak sorunu ‘dejavu’ duygusunu yaşatmak. Ne yazık ki gözyaşından prim yapmak üstüne kurulu olan ‘Kanatsız Kuşlar’ın gerisinde kalan ‘Vatanım Sensin’ de aynı dertten muzdarip yeni sezonunda.

Önceki yazımızda ‘Vatanım Sensin’in söylem değişiminden bahsetmiştik detaylarıyla… Şimdi de senaryonun kendini tekrara nasıl düştüğüne ve yeni sezonun başlangıcından bu yana sergilenen mantıksızlıklara bakalım birlikte.

Bu noktada ‘‘Vatanım Sensin’i ilgi çekici kılan, izleyiciyi motive eden en önemli detay nedir’’ diye sormak isterim size… Öne çıkan cevap ‘Halit Ergenç-Bergüzar Korel çifti’ olacaktır büyük ihtimalle. İzleyici, bir türlü kavuşamayan Cevdet-Azize aşkına ve onların arasına giren Tevfik’in tutkusuna odaklandı çoğunlukla. İlaveten Leon-Hilal aşkı doğdu, Ali Kemal-Yıldız ile de iki arada bir derede sevda halleri sunuldu. Zira vatan kurtarma meselesi İzmir sularına sıkıştırılmıştı bu senaryoda. Daha doğrusu bu bir Kurtuluş Savaşı belgeseli olmadığından, izleyici ilgisine vatan aşkı başta olmak üzere aşklar üstünden hitap edilmek istenmişti… Ki bana göre de güzel bir seçimdi bu. Ne de olsa insan sevmeyi bilmeyen vatanını sevemezdi!

Nitekim Tevfik’in ihanetiyle sırtından vurulup esir düşen, Osmanlı üniformasından Yunan’a geçiş yapmış bir subay olarak huzura geldiği anda ‘vatan hainliği-vatanseverlik’ tartışmalarını başlatan Cevdet’in aşkla özveriyi harmanlayan öyküsü de hayli keyifli gelmişti. Ne olacağını, nasıl gelişeceğini merak eder olmuştuk. Ancak açıkçası bu sezon aynı merakı duyduğumu söyleyemem. Çünkü karakterler ve içerik eskinin yolundan yürütülmekte.

İlk sezonda Cevdet, vurularak ayrı düşmüştü ailesinden. Sezonun bitiminde de yine yaralanarak ayrı düştü Azize’sinden... Geçen sezon Yunan ordusundaki varlığını sürdürmek için ailecek yakınlaşmakta sakınca görmediği Komutan Vasili’yi Eşref’in elinden kurtarıp güvenini tam kazanarak casusluğuna devam etmişti… Bu sezon da, Londra’dan küllerinden doğarak dönmenin ardından tam Yunan üniformasını çıkartmıştı ki, Vasili’nin kaynı Filippos’u Dağıstanlı’dan kurtarıp aynı şekilde güven kazanarak devam eder oldu vazifesine. Yani Vasili gitti, Levent Can’ı izleme keyfi yaşatan Filippos geldi. Geçtiğimiz sezonda Vasili, Cevdet’i Eşref Paşa’nın peşine takmıştı, şimdi de Filippos’un emriyle Dağıstanlı’yı yakalama macerasında.

Azize-Cevdet kavuşması yine mevcut değil. Geçen sezon öldü bilinen Cevdet evinden-ailesinden ayrı düşmüştü… Şimdi ‘Ayşe Hanım’ olarak gizlenen Azize’nin öldüğü sanılıyor. Cevdet kızlarıyla birlikte yaşarken Azize, kocasını korumak için aile hasreti çekip vatan mücadelesine soyunmuş halde. Onu gören Tevfik’in de yine boş durmayacağı ve ilk sezondaki gibi tehditkâr hallere kalkışacağı kesin.

Tevfik demişken… İlk sezonda Kuvvacılara karşı mücadele veren Mirliva Tevfik, olmuş mu sana Yanık Efe… Vatansever görünümüyle ikili oynayan işgal kuvvetlerine yardım eden komutan konumundaydı. Şimdiyse, dillerden düşmeyen Yanık Efe olarak Dağıstanlı’nın hanesine daldı ve vatansever havasında, Yunan komutana casusluk edip efelerin arasına nifak tohumu serpiştirmekle meşgul. Yani bu karakterin yol haritası da kendini yineledi!

Halit Ergenç’le sahneleri artınca ‘Muhteşem Yüzyıl’ın anılarını daha fazla canlandırmaya başlayan Okan Yalabık’ın Charles’ı deseniz… Geçen sezon gözlemci sıfatıyla geldiği İzmir’deki gizli faaliyetleriyle Yunan işgaline destek çıkıp Kuvvacıların ve dost göründüğü Osmanlı’nın altını oymakla meşguldü. Bu sezon Mustafa Kemal ile işbirliğine dalmış. Bu kez Yunan’a dost görünüp arkasından iş çevirerek Cevdet’e ve Ankara Hükümeti’ne yardım etmekte. Anlayacağınız karakterin takla atmasının dışında, fiilen değişen bir durum bulunmamakta.

Ali Kemal’i, ensest ilişki tepkilerini durdurma uğruna yollama marifeti gösteren yapım, onun yerine, yabancı topraklardaki kalıcı işgalin silahla değil ‘ticaret’le olacağı gerçeğini ortaya koyan Aleksi’yi getirerek Yıldız-Aleksi macerasına kapı açtı. Bu meyanda, Aleksi’nin hediye ettiği kolyeyi görünce gözleri parlayıp, Leon’la olan geçmişini hatırlatan Yıldız da bir kez daha istemeden nikâhlandırıldı. Şipşak evliliklerin kurbanı haline gelen Yıldız’ı ilk sezon annesi zorla koca sahibi yapmıştı, bu kez da babası Yakup’la ayaküstü nikâhladı. Ne diyelim… Yakup’un sonu da, Yıldız’ın muhbirliğine kurban giden eski kocaya benzeyebilir mi? Neden olmasın!

Senaryonun dönüşüm geçirterek karşımıza getirdiği bir diğer karakter, Leon… İlk sezon başlattığı vatan hainliği misyonunu, sırtından çıkarttığı üniformayı yeniden giyerek ve babası yerine dayısının emrinde bulunarak sürdürmekte. Ancak bu kez motivasyonu, Hilal aşkından ziyade, ülkesinde esen Bolşevik rüzgârları! Aşkı da o rüzgârın yelkeni. Bakalım nereye kadar şişecek o yelken?

Kısacası; İzmir’den denize dökülen Yunan ordusunun nasıl bu denli güdük olacağını ve dağdaki çeteler üstünden yol alınırken Ankara’nın neden bu kadar ötelendiğini düşündüren ‘Vatanım Sensin’in yeni sezonunda durum, kendini tekrardan ibaret! Bu saptamayı yapmanın ardından gelelim dizide gözümüze sokulan ve tat kaçıran mantıksızlıklara…

‘VATANIM SENSİN’DE MANTIK ÇÖKTÜ MÜ?

23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışını ve Mustafa Kemal’in başkanlığa seçilişini vererek ilk sezonunu noktalayan ‘Vatanım Sensin’, General Cevdet’in boynuna muskasını takarak başlattığı eylemden nasıl sağ kurtulacağı ve bundan sonraki gelişimin ne yönde sergileneceği sorusunu akıllarda bırakarak gitmişti yaz tatiline. Cevdet’in sağ çıkacağı muhakkaktı ya, onun kurşunlardan ve patlamadan paçayı sıyırmasından daha önemlisi, konunun gelişim tarzıydı. Kurtuluş’un en ateşli ve önemli süreci nasıl yansıtılacaktı?

Dedikodulara sebebiyet veren uzunca bir bekleyişin ardından, 10 Kasım öncesi başlayan yeni sezon bu açıdan etkili bir giriş yaptı diyebiliriz. Yabancı mandasına kucak açan İstanbul delegeleriyle Ankara hükümetini karşı karşıya getiren Sevr’in imzalanmasıyla yapılan açılış bu anlaşmaya bel bağlayanlara yönelik etkili bir mesajdı. Gerçi, 23 Nisan 1920’den noktalanıp 18 Nisan 1920’deki Sevr’e nasıl geçiş yapıldığı muallâktaydı ama… Hiç değilse böylece ekran başındakilere de Sevr ile nasıl bir kaderin tayin edildiğini araştırıp öğrenme ve Lozan’ın değerini daha net görme fırsatı yaratılmıştı. Ancak dizinin vatanseverlik adına gayet yapıcı olan bu başlangıcının ardından sergilenenler için aynı derecede olumlu konuşmak mümkün değil. Çünkü senaryo, ilk sezonu tornistan edip karakterlerinden bazılarına takla attırmanın ve kendini tekrara geçmesinin ötesinde bir dolu mantıksızlık sergiliyor.

Şöyle ki; Halit Ergenç’in mükemmel oyunculuğuyla General Cevdet’in aramıza dönme sürecini yaşatan yeni sezonun ilk bölümünde bir hayli boşluk bulunuyordu. İzmir’deki patlamadan nasıl kurtarıldığını göremediğimiz Cevdet neden Londra’daki hastaneye getirilmişti mesela? Hadi onu iyi edecek fiziksel tedavinin Londra’dan başka yerde olmadığını varsayalım. Öyle olsa bile o zamanın ulaşım şartlarında İzmir’den Londra’ya gidiş sürecinde nasıl sağ kalabilmişti? Yani başlangıcı dolduran bu safhada mantık tam oturmuyordu.

Her yerde ve her şartta ortaya çıkarak Süpermen’i bile geride bırakan İngiliz Charles da, Yunan askerlerinden İngiliz devlet adamlarına ve dahi İngiliz hemşireye, çatır çatır Türkçe konuşma becerisi sergileten dizinin büyük mantıksızlığı haline getirilmişti. İlk sezon cümle katakullinin baş mimarı olan Charles birdenbire Mustafa Kemal’in güvenini kazanıp dava adamı haline gelivermişti… Üstelik kendisine ihanet eden Lucy’nin hain damgasıyla ortadan kaldırılmasının intikamcılığı bahane edilerek! Yahu insaf… Lucy’nin çantaları değişmesini yani Mustafa Kemal’e suikast oyununu (ki bu çanta değişimi de geçen sezonun mantıksızlığıydı) bozmasını Charles dışında kim biliyordu? Cevdet ve Yakup. Onlar İngilizlere söylemeyeceğine göre, Lucy’nin yaptığını açığa çıkartmada geriye tek Charles kalıyordu. Peki, bu durumda onun öldürülmesine tepki için taraf değiştirmesi inandırıcı mıydı? Tabii ki hayır. Bu bahane yerine asıl, Yunan’ın Sevr sonrası gelişen açgözlülüğü ve işgalciliğiyle antlaşmadaki yerlere konamayacaklarını anlayan İtalyanların Türklere destek çıkması gibi, Mustafa Kemal’in gücü karşısında değişim gösteren İngiliz politikası bahane edilseydi daha gerçekçi olurdu! Anlayacağınız ‘Zayiatsız muzaffer olunmaz’ diyen Charles ile Cevdet işbirliğini yaratmanın temeli fos çıktı… İşbirliğinin sonu, Süleyman’ın kıyımına uğrayan Pargalı’ya benzemesin de!

‘Vatanım Sensin’in bu sezondaki büyük mantıksızlıklarından bir diğeri, Dağıstanlı karakterinde çıktı karşımıza. Milliyetçi yapımların içinde görmeye alıştığımız Ufuk Bayraktar rolüne cuk oturmuştu ama senaryonun ona çizdiği rolde mantık tam değildi. Mesela Mustafa Kemal’in emrini görmezden gelerek kaçakları sallandıran ve o güne dek her şartta abisi Refik Bey’i dinleyen Dağıstanlı’nın kimden geldiği belli olmayan bir mektuba, sırf ‘Eşref saati’ yazıyor diye itibar edip abisini öldürmesi olacak şey değildi. Manda yanlısı Refik, ‘Bu milletin kurtarıcısı Ankara zevatı değil, sensin’ deyip kendisini en tepeye layık görürken gıkı çıkmayan ve Ankara’nın düzenli ordu fikrini benimsemediğini açık eden Dağıstanlı ‘Eşref Saati geldi’ mesajına fit olmuştu ya… Bunun pekâlâ da bir casus tarafından öğrenilip Refik’in ortadan kaldırılması amacıyla kullanması da mümkündü. Yani Dağıstanlı’nın böyle bir ihtimali düşünmesi gerekirdi. Dolayısıyla derinliğini araştırmadan gerçekleştirilen infaz havada kaldı. Ayrıca Yunan askerinin Dağıstanlı’nın yerini bulamama konusu da masal gibiydi. Dağlardaki mağarada kalsa neyseydi de… İzmir’in burnunun dibindeki koca çiftlikti nihayetinde. Dahası Yakup’un, Cevdet’in mesajını Dağıstanlı’ya iletecek arabacıyı kolayca bulması da bu gizlilik söylemine tersti. Kısacası Cevdet’in Dağıstanlı ve cümle dağ çetesinin şeceresini okuma beceresi sergilediği ‘Efe’lik kanadının altı doldurulmamıştı.

Ve Azize’nin başına gelenler… Yeni sezon gelişimi için tam bir zorlama durumundan ibaret. Karnı burnunda bir kadın olarak Azize’nin şifacı hemşirelik hevesini sürdürmesi akla mantığa aykırıydı… Savaş yıllarında bile! Sanırsınız Azize’den başka hiç kimse yok yardıma koşturacak. Hadi gittin kumandanı iyileştirdin. Orada doğurmuşken kalkıp bir de ilaç yetiştirme hevesine kapılmak niyeydi? Sadece o tanıyormuş Charles’ı. Demek ki Azize gitmemiş olsa ilaçlar yollanamayacaktı. Komedi gibi! Tamam, kadınlarımızın Kurtuluş Savaşı’ndaki yeri büyüktü ve dizinin bunu vurgulamayı istemesi güzeldi de… Yani askerlere ilaç götürmek için güpegündüz bir tekne dolusu kadının denize salınması apayrı bir garabetti. Ortalıkta Yunan devriyeleri kol gezerken ele geçmesi kaçınılmaz olan bu sevkiyatı mantıkla bağdaştırmak imkânsızdı. Çünkü tekne kaptanı da rahatlıkla götürebilirdi, hepi topu birkaç kutu ilacı… Üstelik gece daha güvenli olurdu bu iş. Ama nedir? İlle de Azize’nin ve kadınların başına Yunan mezalimi musallat edilecek ve senaryo buradan dram yaratacak. Yunan mezalimi demişken…

Azize’nin uğradığını varsaydığımız tecavüz olayında da akla takılan ayrıntılar mevcut. Adam Azize’yi yere fırlatıyor. Ama biz görmeye alıştığımız yırtıcı Azize’yi bu esnada göremiyoruz. Yegâne tepkisi elini kıpırdatmaya çalışmak oluyor ki o hamle de kırbaç ve tekmeyle karşılanıyor. Boğazı sıkılırken baygınlıkla uyanıklık arasında bir hale geliyor Azize. Adam da üstündekileri çıkartmaya başlıyor. Sahne açılış kapanışlarının arasında tecavüz duygusu aktarılıyor izleyiciye. Buraya kadar tamam da sonrası biraz düşündürücü. Kulübede tecavüze uğrayan Azize’nin giysilerinin tamamının nasıl hiç ellenmemiş gibi üstünde olduğunu sormak isterim mesela. Saçları dağılan Azize’nin kıyafetleri nasıl olup da sanki hiçbir şey yaşanmamış gibi düzenli olabildi? Buradan hareketle, Yunanlı insafa gelip tecavüz etmekten son anda vazgeçti veya beceremedi ama Azize ve izleyici bunu bilmemekte diyebilir miyiz? Mümkündür. Aksi takdirde, Yunanlı, tecavüz sonrası Azize’nin üstünü başını düzeltmiş, durumu oluşmakta ki bu da bir saçmalık! Tabii bir de Azize’nin dudağındaki yaranın kumsala getirildiğinde yok olması var. Yani hiç gerek yokken yaratılan tecavüzün de inandırıcılığı güme gitmekte. Hadi bu tecavüzü geçelim bir şekilde… Ya kurşunu yemeden düşen kadınları haklayan Yunan askerinin canlı olduğu çok net görünen Azize’yi kurşunlamamasına ne diyelim? Kurşunu bitti mi? Hani tek bir kişi sağ çıkmayacaktı bu olaydan? Öyleyse kıyıya çok yakın yerde batan tekneden yüzüp kurtulması rahatlıkla mümkün olan Azize niye es geçildi? Azize olayıyla ilgili sorular o kadar çok ki…

Bebeğin kurtarıldığı ve büyük ihtimalle Charles tarafından saklandığı bu olayda Azize’nin Dağıstanlı’nın karargâhından kaçma eylemi de mantığı çökertenlerden… Onca adamın cirit attığı çiftlikte ne ara bindi arabaya, ne ara indi görünmeden? Cevdet’e seslendiği anda Charles tarafından bayıltılması derseniz bir başka mantıksızlık. Charles işi gücü bırakmış elde eterli mendil kuytularda mı bekliyor? Sonra Azize’yi Cevdet’ten uzak tutma bahanesi ne öyle? Şart mıdır tecavüze uğradığını söylemesi? Bunu savaş sonuna dek gizleyerek başına gelenleri aktarması gayet mümkün ama senaryo suni dram yaratmak için bu yolu izlemeyi seçmiş.

İzmir’deki Türk komutan olarak herkesçe bilinen Tevfik’i ‘Yanık Efe’ olarak kabul edip tanımayan Dağıstanlı’nın herkesten gizlediği mekânına gelirken ata binmek yerine araba tutmayı seçerek gizlilik özüne ters düşen Seher’in Azize’yi bir görüş bir bakış kıskanma abartısı da cabası… Velhasıl koskoca İzmir’de gece vakti Azize’nin bulunma becerisi de dâhil olmak üzere ‘Vatanım Sensin’de bir yığın akla aykırı detay mevcut. Mantıksızlıklarının bu kadarla sınırlı olmadığı, devamının geleceği de muhakkak.

SONUÇTA; Söylemini abartılı vurgulamalarla iticileştiren, Mustafa Kemal ve Ankara kanadını etkisiz eleman gibi bırakarak bir avuç Yunan askerinin komik kötücüllüğü ve Charles ile Dağıstanlı’nın maksadını aşan ağırlığıyla içeriğini yönlendirerek tecavüzden pay çıkartmak isteyen ‘Vatanım Sensin’de şu aşamada çok bir şey bulamadık.

Dolayısıyla ekranın kayda değer yapımlarından olsa dahi, kendini tekrarlayan gelişim açısından heyecan uyandıracak bir yenilikçilik yaratamadığı, beklentiyi karşılayamadığı kesin. Tek kayda değer yönü de, Halit Ergenç-Bergüzar Korel çifti başta olmak üzere Okan Yalabık, Onur Saylak gibi isimlerden oluşan etkili kadrosunun izlencesi… Ve Yıldız-Aleksi ikilisinin yaratabileceği ilginçliklerin merakıyla, Hilal-Leon aşkından çıkabilecek güzelliklerin beklentisi! Senaryoyu yaratanlar umarım oradan buradan gelen tepkileri tatmin eder biçimde şekillenen sezonda bu beklentiyi de boşa çıkartacak mucitliğe soyunmazlar.

Anibal GÜLEROĞLU

www.twitter.com/guleranibal


Tüm yazılarını göster