‘Aşk-ı Vatan’ isimli romanıyla ilk kadın yazarımız olan ancak başka eseri bulunmadığı için dikkate alınmayan Zafer Hanım’a rağmen, İslam coğrafyasının ilk kadın romancısı unvanına layık bulunan Fatma Aliye Hanım’ın ‘Muhadarat’ isimli eserinden uyarlanan ‘Yasak’, arka arkaya yayınlanan ilk bölümüyle izleyicinin huzuruna çıktı.
Ama ne yazık ki yapım aşamasında merak uyandıran dizi ‘Yasak’, eserleriyle pek çok ülkede dikkat çeken, hatta o dönemde Chicago’daki Dünya Kadın Kütüphanesi Katalog’unda sergilenmiş olan, buna karşın zamanla ülkemizde unutulan Fatma Aliye Hanım’ın ‘Muhadarat’ını utandırırcasına, umulanı veremedi.
Ekranların yeni fenomeni olması beklenirken, reyting sıralamasında ilk on içinde dahi yer alamayarak hüsran başlangıcını yapan ‘Yasak’, uyarlamanın çok, özgün dizilerinse yok denecek kadar az olduğu televizyon dünyasında yeterli heyecanı yaratmayı başaramadı.
Beykoz Kundura Fabrikası’nda set kurup Karaköy Limanı’nı yeniden inşa eden ve Osmanlı döneminin yaşam tarzını yansıtmaya özen gösteren prodüksiyon çabasına rağmen izleyicide izleme isteği oluşturamayan ‘Yasak’, gerek sunumu gerekse sonuçlarıyla, bu tarzın ekran şansının zorluğunu bir kez daha ispatladı.
YENİ BİR ‘AŞK-I MEMNU’ YARATMAK İSTENİLMİŞ
İşin doğrusu, uyarlandığı romanın geniş kapasitesini, içeriğindeki ilişkiler yumağının derinliğini bildiğimden ve kadrosu da oyunculuk yeteneklerini önceden ispatladıklarından, tanıtımlarındaki kimi eğretiliklerine rağmen, ‘Yasak’ta iş var’ diyordum. Yani bu uyarlamadan beklentim büyüktü. Ancak reytingler bir yana bıraksam da, dizinin ilk bölümü heveslendiğim güzelliği yakalamama olanak yaratamadı.
‘Rakiplerini şimdiden korkuttu’ şeklindeki söylemleri boşa çıkartıp, eserin hak ettiğinin çok altında kalan bir sonuçla bir hayli şaşırtan ‘Yasak’ta eksik olan neydi?
Özene bezene hazırlanılan ortamları, harici mekânları için inşa edilen köşk fasadları yani dış cepheleri ve dönemsel dekorlarının zenginliğiyle göz dolduran dizinin en büyük dezavantajı, ‘uyarlamaya özenen uyarlama’ tadını hissettirmesi!
Şöyle ki, öykünün, orijinalitesi arka planda bırakılıp popülerleştirilerek, ‘Aşk-ı Memnu’ benzeri bir iş ortaya çıkartma hevesinin yönlendiriciliğinin boyunduruğuna girdiği, bölüm genelinde fazlasıyla hissedilmekte.
İşin gerçeği, ‘Muhadarat’tan sonra kaleme alınan ‘Aşk-ı Memnu’, öykü iskeleti bakımından kendinden önceki romanla bir yere kadar benzeşir de... Ancak karakterleri ve vurguladığı tema ile ‘Muhadarat’tan hayli faklıdır.
Gel gör ki, bizim yasak aşktan nemalanma merakımız bu farkı kavrayamayıp, maneviyata ve kadın kimliğine yönelen ‘Muhadarat’ı da, Adnan Bey ile hayli popülerleşen ‘para tutkunu genç kadın-genç gelin hevesiyle boynuzlanan yaşlı erkek’ kıvamına sokmayı tercih etmiş.
Sonuç; uyarlamanın uyarlamasıyla yaratılan ‘uyarlayamama’ halleri!
ORİJİNALİN MANTIĞINI ANLAMAK GEREK
Bir uyarlamanın başarılı olması için öncelikle orijinal eseri kaleme alanın o yapıttaki mantığını iyi anlaması gerektiğini hep söylemişimdir. Bu doğru tespit edilmezse, romanın özünü vurgulamayı beceremeyen uyarlama senaryonun başarısı da hayli zorlaşıyor. Ancak çok ses getirecek tutarlı bir sunum, çelişkisiz içerik dizaynı ve çarpıcı performanslı oyunculuk olacak ki, uyarlandığı eserin mantığını gölgede bırakabilsin.
Murathan Mungan’ın ‘Son İstanbul’ adlı eserinin de kahramanı olan Fatma Aliye Hanım’ın ‘Muhadarat’ıyla, ATV’nin yeni uyarlama dizisi olan ‘Yasak’ı kıyasladığımızda karşımıza çıkan olumsuz manzara, senaryonun, her zaman olduğu gibi yazarın romanlarını hangi mantıkla kaleme aldığını es geçmiş olması.
Medeniyete giden yolun, Doğu’nun manevi değerlerinde bozulma yaşamadan Batı’nın teknolojik gelişimlerinden faydalanmak olduğunu düşünen Fatma Aliye Hanım, eserlerinde aile hayatını ve kadınlık problemlerini ön planda tutmuştur.
‘Muhadarat’ta 19. yüzyıl sonlarında Osmanlı’daki konak yaşamının ayrıntıları eşliğinde akrabalar arasındaki ilişkileri, aile baskısıyla yapılan bir evliliğin mutsuzlukla sonuçlanacağını ve kadının ilk aşkını unutabileceği temasını işlerken de, bu yazın mantığından ödün vermemiş, ‘Bir kadın ilk sevgisinden vazgeçerek yeniden sevebilir’ vurgusunu yapmıştır.
Romanda, konakla üvey çocuklarının tozunu attıracak bir cadaloza dönüşecek olan Calibe’nin amcaoğluyla ilişkisi ön planda gibi görünse bile, örnek gösterilen ve ahlaken odaklanılan kişi, aslında Calibe’nin üvey kızıdır. Onun inançlı ve babasına boyun eğen fedakâr karakteri üstünden mutsuz evlilik ve aşk konusunu irdeleyen yazar, kocasını melek rolleriyle kandırıp erkeklerle düşüp kalkan Calibe karakteriyle de adeta bir yerli ‘Madame Bovary’ yaratmıştır.
‘YASAK’ KARAKTERLERİN ÖZÜNÜ KAÇIRMIŞ
Orijinal karakter isimlerini değiştirerek öyküyü popülerleştireceğini en baştan ortaya koyan uyarlama ‘Yasak’ dizisinin mantığına gelince…
Kendini, klasiklikten soyutlayıp sözüm ona yeniden yaratarak yönlendirme modasına fazlaca kaptırması iyi olmamış. Zira karakterlerin özü kaçmış.
Annesini hor görüp onun hareketlerini dizginleyen, babasını ve erkek kardeşini parmağında oynatan, doktorluk eğitimini tamamlamak için giden Nejat’a telgraf çekmeyerek çıkarcı kurnazlığını baştan belli eden Calibe, dizi versiyonunda, her haliyle dönemine göre fazlaca özgür bir karakter olarak çıkıyor karşımıza…
Daha nikâh kıyılmadan konakta duvağı açık sere serpe dolaşan Gelin Hanım’ın sanki daha önce çok gelmiş de biliyormuş gibi evin bahçesinde fink atması da pek mantığa uygun değil… Nasıl ki Nazım Bey’in iki ay rötarla yeni dönen gemisine henüz tam tanımadığı halde ‘Calibe’ adını yazdırmış olması mantığı zorluyorsa!
‘Neden hep ben özveride bulunayım’ mağduriyetiyle kamufle edilmiş paragözlükle ve sadece kendi çıkarcı arzularıyla demir tüccarı Nazım Bey’i kabul eden Calibe’ye bakarken, ‘Yaprak Dökümü’nü ve ‘İffet’teki canlandırmayı hatırlatan ‘Yasak’ta, diğer karakter yapılandırmalarının da ‘Muhadarat’ın ciddiyetiyle bağdaşmadığı gerçeği çarpıyor gözümüze.
Nazım Bey’i ilk bölümden boynuzlayarak ekranın yeni Adnan Bey’ini oluşturup Calibe’yi de nikâh gecesi Nejat’la pervasızca öpüştürecek kadar ileri giden ‘Yasak’, aslı Firdevs iken Asude’leştirilen karakteri de, milletin ortasında babasına pabuç gibi dil uzatan bilmiş bir genç kız havasına sokuvermiş. Hele Calibe’nin erkek kardeşinin komedyen misali bir tip olarak ciddiyetsizleştirilmesi hangi aklın ürünü? Calibe’nin, aşkı hiçe sayıp, böyle görgüsüz ve yoksul bir aile ortamdan kaçma isteğini kabul edilebilir kılma mantığının mı?
Kısacası, derinlikli bir konuda, Bovary’nin zinalarını Calibe ile buluşturup Osmanlı’daki konak kültürüne ve iç içe geçmiş aile ilişkilerine yönelerek, kendinden sonraki ‘Aşk-ı Memnu’ya da ilham kaynaklığı eden ‘Muhadarat’ın oldukça kapsamlı, duygusal etkileşimli bir içeriği vardı. ‘Yasak’ta ise harala hurala içine düşülen bir düğün etabıyla yapılan açılıştan göründüğü kadarıyla, aynı etkiyi yaratacak bir atmosfer yakalamak imkânsız.
‘Yasak’ dizisinin senaryosu ileride bu kapsamlılığı nasıl işler bilemeyiz ama daha en baştan kendini televizyon mantığına göre ayarlayınca ortaya çıkan sonuç da, kalıplaşmış dizilerdeki içeriklerle aynılaşmış bir iş olarak yansıyor. Deniz Çakır’a, Fikret Kuşkan’a, Burak Yamantürk’e ve diğer tüm isimlere rağmen konunun sunumu da bundan dolayı hayli yavan kalınca… Gelsin hayal kırıklığı, gelsin başarısızlık. Dekorlar, kostümler farklı olmuş, prodüksiyon özenliymiş ne yazar?
Anibal GÜLEROĞLU
guleranibal@yahoo.com
www.twitter.com/guleranibal