Okul arkadaşlıklarıyla gelişen insan ilişkilerine ağırlık verilerek yaratılan dizilerin boy gösterdiği ekranlar bir kez daha lise yıllarından birbirine sıkı sıkıya bağlanmış yedi arkadaşı ağırlamakta.
Gani Müjde’nin ‘Pis Yedili’siyle zengin-fakir zıtlığındaki gençlik hallerine güldürüp bu eğlenceli atmosferden yollanan mesajlarla gündemin çarpıklıklarını iğneleyen televizyon dünyası, birkaç haftadır bambaşka bir yedilinin, ‘Yedi Güzel Adam’ın şiir yüklü hayatı üstünden aktarılan mesajlara tanıklık ettirmekte. Hem de, insanları kaderci ve uslu olmaya yönlendirdiği eleştirilerine açık olacak biçimde…
ŞAİRLERİN ÖYKÜSÜNÜ NASIL YORUMLAMALI?
Adil Erdem Bayazıt, Cahit Zarifoğlu, Nuri Pakdil, Akif İnan, Ali Kutlay, Rasim ve Alaadin Özdenören’in Kara Lise’deki günleriyle, gelecekteki hallerini iç içe geçmiş biçimde işleyen diziye doğru düzgün yorum getirebilmek için her şeyden önce şiirsel saptamalarına ve yaşamsal gerçeklerine tarafsız gözle bakmayı, yanı sıra eleştirilecek ayrıntılarını da abartmadan vurgulamayı bilmek gerek!
1958’in lise ergenliğinden 1974’ün yetişkinlik yıllarına gel gitlerle yol alan ‘Yedi Güzel Adam’ın en kayda değer özelliği, muhafazakâr edebiyatın önemli isimlerini eserleriyle birlikte izleyiciye tanıtırken bir yandan da birlik, beraberlik gibi tüm insanlık için değerli olan kavramları vurguluyor olması.
Ne var ki, ölüm olgusunun olanca gerçekliğiyle her an varlığını hissettirmesine karşın insanın en büyük zararı yine ölümü hiçe sayan insandan gördüğünü dillendiren… Acıyı güzele, kötüyü iyiye çevirmenin en etkili yolu olarak da sanatın ölümsüzlüğünü işaret eden ‘Yedi Güzel Adam’ın ekranın sevilen yüzleriyle ortaya koyduğu bu gerçekleri körü körüne dalga geçerek karşılayanlar da olabilir.
Bu noktada yanaklara, bıyıklara, saç örgüsüne odaklanmaktan şiir dünyasının güzelliğini es geçenler… Ve dahi Bora Cengiz’in canlandırdığı Cevat karakterinin endamından bir garip hislere dalanlar ya da ‘Kara Lise’ lakabının oluşumunu, duvara sürülen zifte bağlayacak kadar gerçeklerden bihaber, dizi yorumuna at gözlükleriyle dâhil olanlar çıkabiliyor karşımıza.
Dalga geçmek kolay nasılsa… Her bölümü, her sahneyi gerçekten hak edip etmediğine bakmaksızın topyekûn karalar, yerli yersiz ‘ti’ye alırsın olur biter.
Oysa 70’li yıllarda erkeklerin çoğunlukla hangi ideolojiyi takip ettiklerini yansıtmak için özellikle bıraktıkları bıyıkların niteliğiyle uğraşmaktan vazgeçip, şiirler ve acılar memleketi Maraş’ın şairleri vasıtasıyla işaret edilen değerleri görebilmek bu kadar basit değil.
O nedenle, Kara Lise’nin adının siyaha boyanan bir duvardan değil de 17. Yüzyıl’da Maraş’ın büyük bir kısmını yıkan deprem sonrası geride kalan eski yerleşim bölgesine verilen Kara Maraş adından geldiğini öğrenmek ve ‘Yedi Güzel Adam’ı eleştirirken sapla samanı birbirinden ayırmaya hassasiyet göstermek lazım.
ŞİİRLER, MESAJLAR TAMAM DA…
Tıpkı ‘Kelebeğin Rüyası’ gibi şairlerin yaşamlarına ve edebiyat dünyasına açılarak mevcutlardan farklılaşan ‘Yedi Güzel Adam’ın muhafazakâr yapıya sahip içeriği farklı unsurları bir arada barındırmakta…
‘Biz birlik, beraberlik, kardeşlik için neler yapıyoruz. Şu olanlara bak’ söylemi ve ‘Ders çıkartırız da yarınlarda daha beterini yaşamayız’ temennisiyle verilen 80 öncesinin çalkantılı döneminden yansımaları, konferansa gelen Üstat(Kenan Bal) ile ülkenin geleceğine ilişkin nasihatçiliğe bağlayan ve tüm bu sahneleri Kahramanmaraş’ta yaşananları işaret etmekte kullanan ‘Yedi Güzel Adam’ın bu fikir yönlendiriciliğinin içinden süzülüp benimsenmesi gereken mesajı, öncelikle birbirini dinleyip anlamanın gerekliliği!
Bu mesaj, tekme tokat girişilen öfke patlamalarına sıkça rastladığımız, farklı seslere tahammül gösterilemeyen günümüz gerçeğinde ne kadar çok önem kazanıyor değil mi?
Maraş şairlerini anarken farklı düşünenlere tahammül etmeyi ve önyargıları kırmayı öğrenme yönündeki olumlu mesajlarıyla dikkat çeken… İnsanların kavgacı dünyasına ideolojilerden ziyade şiirin duygusal bilgeliğiyle yaklaşmaya ağırlık veren ‘Yedi Güzel Adam’, bunu hem baba-oğul, hem sağcı-solcu, hem de kadın-erkek ilişkileri üstünden yapmakta. Geçmişten bugüne cümle hırslı yüreğe, dinginlik ve sağduyunun güzelliğini işaret edercesine…
Kadınlara kuvvetli olup kendi ayakları üstünde durmayı öğütlerken Yıldız Çağrı Atiksoy’un canlandırdığı Zehra karakterini ön plana çıkartan yapım, içeriğindeki eski ve yeni lise aşklarını da ‘Hayata seyirci olmamak, kendine güvenerek içine girmek lazım’ cesaretini aşılayıp edebiyatın ebedi zarafetini hissettirmek için kullanmakta. Şiirin sıcak ve insani dünyasından koptukça ruhları boşalan modern insanların duygusal eksiğini kapatmak istercesine…
Dizinin bu olumlu manevi ayrıntılarına karşın sırıtan yönleri de mevcut elbette…
Asıl meselesini ‘anlatmak’ üstüne kuran ve yöresel-kültürel değerlerimizin gün gelip toz çorbaya dönüşebileceğini, bir tas soğuk çorbayı edebiyatın sıcaklığıyla bütünleştirerek sunup ‘özümüzü koruyalım’ diyen senaryoda, dozu kaçmış dayatmalar pek yer almasa da, fikir ve şükür konularındaki söylemlerin aktarımı biraz sorunlu… Bunların dizi akışına kaynaştırılmanın ötesine geçip ders verme sürecine dönüştürülmesi, yapımın herkes tarafından kolayca kabul edilebilir olmaktan uzaklaşmasına yol açmış. Bu baş olumsuzluk, böylesine güzel bir konuya rağmen dizinin izlenme oranının düşük kalmasında büyük etken!
Ayrıca hayli yavaş temposuyla ve gereksiz yere uzatılan sahneleriyle de izleme şevki kırılmış durumda… Beyazdan beyazı sıyırmak elde değil ama gereksiz söylemlerin durgunluğuna girmeden ‘Yedi Güzel Adam’ı canlandırıp daha fark edilebilir kılmak mümkün.
Öte yandan ‘Analı Oğullu’ dizisinde de karşımıza çıkan büyücülük konusu ise üstünde düşünülmesi gereken önemli bir sorun. Zira bunları izleyen kimi aklı evvellerin aklında ‘Aman biz de büyü yapalım, yaptıralım’ merakı uyanabilir ve zaten toplumda var olan bu saçma tutku iyice körüklenebilir. Gerçi büyücülüğün yasak olduğu söylemi var ama yine de dikkat!
İlaveten dizideki idam olayının cereyan edişine de takılmamak elde değil. Hassasiyeti ve hissiyatı güçlü olması gerekirken, bir şairin küçük çocuğu o ortamda tutma duyarsızlığının fütursuzca verilmesi, sanki ‘Hak edene idam müstahaktır’ mantığının diktesi gibi.
Kimin neye müstahak olduğu ve maneviyata yönelik ölçüsüz söylemlerin ters tepki ihtimali bir yana, dizide sahne mantıksızlıkları da göze çarpmakta.
50’li yıllarda Anadolu’nun her kentinde insanların giyimlerine bugünkünden daha fazla özen gösterdiği gerçeğinde, kimileri gibi ‘Böyle güzel kıyafetler o devirde ne mümkün’ diyerek giyim kuşama takılmasam bile, beyaz gömleklerle siyah boya sürülmesini ve tek bir kirlilik belirtisi olmamasını da, gerçekçilik adına mantıklı bulamadım. Tıpkı bazı aksiyon dizilerinde içerideki adam vurulduğu halde arabanın camının kırılmaması gibi bir şey çünkü…
Aynı şekilde, konağın hizmetini görürken abartılı biçimde oradan oraya koşturarak komikleşen besleme Emine’yle yaratılan ümitsiz aşk ve bedduacı nefret tablosu da hiç inandırıcı değil… Hele büyü uğruna çıkan yangını söndürme aşamasındaki gayreti, akılları zorlayan türden bir amatörlük!
Herkes teneffüsteyken matadora saldıran boğa edasıyla gelen müdürün okul gazetesindeki şiirde Zehra adının geçmesinden dolayı Erdem’e posta koymasıysa tam bir gereksizlik… Sanki odasına çağırıp konuşamazmış ve Maraş’ta tek Zehra varmış gibi.
Sonuçta; geçmişten günümüze sarkan ‘Bana milliyetçiler adam öldürüyor dedirtemezsiniz’ mantığı ne kadar yanlı ve iticiyse, sırf TRT dizisi olduğu ve içeriğinde muhafazakâr sayılan şairlerle perçinlenen görüşleri barındırdığı için ‘Yedi Güzel Adam’ı külliyen tu kaka şeklinde değerlendirmek de o denli yanlış.
Unutmayalım ki, her daim sözü edilen kardeşlik ve bütünlük yolunda, yalnız geceyi değil ağaran tan yerini de görebilmektir önemli olan!
Anibal GÜLEROĞLU
guleranibal@yahoo.com
www.twitter.com/guleranibal