Ne çok şeye ‘Yeter’ diyesimiz var, değil mi? Yılbaşını kutlamamak için ‘kim daha beter bir yılbaşı gecesi düzenler’ yarışmasına tutuşarak hem ekstra giderden kurtulan hem de adeta ‘Yılbaşı kutlamak günahtır’ abesliğine çanak tutan kanallara, yayıncılık ve yeni yıl anlayışımızı ileriye götürmek yerine yıllar öncesinin gerisine taşımalarından dolayı alkışlar sunarak başlamak istiyorum mesela... ‘Büyük ölçüde insanları yılbaşı ekranından soğutmayı başardınız. Yılbaşı gecesini yok saymaya ramak kaldı. Artık yeter’ demek geliyor içimden.
Bu meyanda TV 8’e de ‘Tebrikler’ diyorum. Çünkü ‘O Ses Türkiye’ reytingde birinci olurken, televizyon karşısındaki çoğunluk yeni yıla TV 8’deki ‘Hoş geldin 2016’ ile girmiş. Bu da gösteriyor ki, tüm dayatmalara karşın halk yılbaşı gecesi müzikli kahkahalı saatler geçirmeyi tercih ediyor. Zaten türlü sıkıntılarla her Allah’ın günü anası ağlayan insanların yeni yılı karşılarken, ağlayacak ya da kös kös oturacak hali de yoktu. Ancak kanalların hatası bir tek bu değil… Yeni dizi yarışında öne geçmek için çabalarken bazen öyle anlamsızlıklar yapıyorlar ki, kendi elleriyle yeni dizilerini zora sokuyorlar. Hani bu durumda ‘Kadın kocasını isterse vezir, isterse rezil eder’ atasözünü hatırlayıp, ‘Kanallar dizilerini isterse vezir, isterse rezil eder’ diyebiliriz rahatlıkla… Hele ki ATV, buna uyan en yeni örneği sergilemişken!
ATV’nin vezirlikle rezillik dengesindeki kurban adayı, ‘Dizileri keyfe keder kararlarla heder etmeniz artık yeter’ dedirten türden bir yayıncılığa malzeme olan ‘Yeter’ dizisi. İlk bölüm ardından genelde yorum yapmamaya özen gösteririm. Ancak bir yapım haksızlığa uğradı mı da duramam. Yerden yere vurularak köşelerden ipi çekilen ‘Yeter’ için de aynı durum geçerli. Dolayısıyla Sezar’ın hakkı Sezar’a deyip girişmek şart oldu.
‘YETER’ DİKKAT ÇEKİCİ BİR İŞ AMA…
Artık çoğunluk öğrenmiştir… ‘Ama’ ile bir söze başlandı mı mutlak ardından bir bit yeniği çıkar. ‘Yeter’ dizisi için de durum aynı. Dikkat çekici, ilgi görmeyi hak eden bir iş ama… Klişelere alışkınlar için özümsemek, hazmetmek biraz zor. Nasılına, niyesine gelince…
İlk bölümüyle geride kalan ‘Yeter’ tekrarıyla her iki grupta 11’inciliğe yükseldi. Peki, bu başlangıç dizinin suçu muydu? Cevabım; Kesinlikle ‘Hayır’. Görünen köy kılavuz istemezmiş. Yılbaşı gecesi başlangıç yapmanın akıl kârı olmadığını henüz dizi yayınlanmadan yazdığım yazıda, ‘‘İlginç ve cesurca bir taktik. Zira herkesin kendi havasında olduğu Yılbaşı’nda merhaba demek her babayiğidin harcı değil. Bu riskli yiğitliği ne derece kazanç sağlayacak göreceğiz’ diyerek, işaret etmiştim. Kısacası; ‘Yeter’in ilk bölümünün çok düşük sonuç alması tamamen dizileri kör yoluna savaş meydanına süren yayıncılık hatası! Ölen ölür kalan sağlar bizimdir denmekte sanki. Yazık değil mi başarılı yorumculuk emeğine?
Yanı sıra bu başlangıçta destek eksikliğini de göz ardı etmemek lazım. Başka diziler bangır bangır ortalıkta duyurulurken, Koliba yapımı ‘Yeter’e sanki bu kadar tanıtım yeter denmiş gibiydi. Hani Wilma Elles ile röportaj da olmasa, proje sürecinde hayalet dizi gibi. Kaldı ki diğer oyuncuların adlarına da magazinde de öyle cafcaflı biçimde rastlamak güç. Yani ‘Yeter’in ön reklamı diğerlerine kıyasla yetersizdi. Bu da izleyiciyi yönlendirmek adına eksiklik.
Gelelim dizinin yayıncılık hatasından bağımsız, içerik potansiyeline… Fasa fiso eleştirilerle yıpratılmayacak derecede kapasiteye sahip bir içeriği var. Ama ilk bölüm sonrası bir yığın kulp takılmış diziye. Yani Anastasia olarak odadan çıkıp Beren Saat olarak huzura gelen Kösem’e alkış tutuluyor da, buradaki kısa geçişlerle verilen zaman kesitleri yetersiz bulunuyor… Veya sanki tüm dizilerimiz ve dahi yerli filmlerimiz çok özgün senaryolara sahipmiş gibi ‘Yeter’in benzeşmelerine laf ediliyor… ‘Kara Sevda’ ismine rağmen sevdanın değil intikamcılığın en karasını sergileyenlerin klişelerle boğulmuş aşk üçgenlerine övgüler diziliyor da, bu dizinin karakterlerinden duygu bulunamıyor ya… Bu tarz yorumlara ne demek lazım, bilemiyorum. İnsaf desek, az mı kalır?
CİLLOP GİBİ BİR DİZİ, ‘YETER’!
Şimdi efendim… ‘Yeter’in başına gelen eleştiri bombardımanı aslında çok bildik bir durum. ‘Şeref Meselesi’, ‘Tatlı Küçük Yalancılar’, ‘Görüş Günü Kadınları’, ‘Son’ gibi dizilere ve nicelerine de bu tarz muamele reva görülmüştü. Oysa daha ilk andan yersiz eleştirilerle yerin dibine sokulanların hepsi de sektördeki rutini aşan kaliteli işlerdi. Ama öylesine olumsuz hava pompalandı ki ortalığa, izleyici fikren dumanaltı oldu adeta. Halihazırda ‘Yeter’de aşk, empati vs. olmadığından yakınılmakta. Ne aşkı, ne empatisi? Bu kavramları birbirlerinin taklidi yeni nesil senaryolarda kim kaybetti de, bizler doya doya ekranda bulabildik ki?
Dahası… Olağanüstü tesadüflerle gerçek yaşamda asla göremeyeceğimiz birliktelikler sergileyenlerin aşklarına inanıp ‘Yeter’de öküz altında buzağı arayanlara şaşıyorum. Biraz amiyane bir söylem olacak ama içimden geleni söylemeden de edemeyeceğim… Yahu daha ne istiyorsunuz? Konuysa konu, karakterse karakter… Cillop gibi bir dizi, ‘Yeter’!
Gerçek şu ki; ‘Yeter’ derken, içselleştirmeyi dışsallaştırmayı, oradan buradan dem vurmayı bir kalem geçip olaya dosdoğru baktığınızda içeriğin kötü olduğunu söylemeniz imkânsız. Zira gerek hikâyesi, gerekse aile içi şiddeti vurgulama hedefi açısından sıradandan öte bir yerde durmakta. Zaten bu dizinin amacı da aşkı değil, erkeğin aşk adına kadını sıkboğaz edişini… Çalışmayan kadının da maddi yoksunluktan dolayı suskunlaşıp erkeğe mahkûmiyetini vurgulamak! Tabii ki bu amaçla, klişeleri yıkan bir bakış açısından dalınması gerekirdi olaya. ‘Yeter’ de bunu yapmış zaten.
İkilinin başlangıçtaki tablosuna takılıp, bunun Aylin’in gözünden masal olup olmadığına dair de bir çift sözümüz var. Evet, Aylin için bu bir masaldı… Evet, tam da olması gereken başlangıcı yaptı ‘Yeter’. Çünkü kendine hayal edemeyeceği bir yaşam sunan erkeğin parasına, kariyerine kanıp onun kişiliğini, yaşını başını sorgulamadan evlilik hayaline dalan genç kızlar tam da böylesi masalcılıkla düşüyorlar sorunlar yumağına. Dolayısıyla dizinin başı da gidişatı da konuya bakış açısı yaratmak adına çok doğru bir mantıkla oluşturulmuş.
Öte yandan telaştan eser bulunmayan anlatım dili de kendine has bir çarpıcılığa sahip… Yani sıradanın ötesinde… Adam önceden şuydu, kadın buydu; olaya şuradan geldik, buradan gideceğiz gibisinden kaygılar taşımıyor. Dizinin bu özelliği, yaratıcılık açısından kayda değer bir yorum şekli… Lakin romantik komedi zırvalarında, kocası kadar konuşan kadınların sulu sepken komediciklerinde bolca dolaşınca akıllar, bu tarz yapımların hazmı da güç oluyor işte!
Hem bir senaryoyu yaratırken şart mıdır, karakterlerin mazisine baştan dalmak? Değildir. Olmadığının ispatı Quentin Tarantino’nun ‘The Hateful Eight’ filmi. Karakterleri çarşaf gibi sermek yerine izleyicinin yorumuna bırakmak bana göre bir yapımı çok daha ilginç kılar. Karakterlerini az ama öz biçimde yansıtarak derdini daha en baştan layıkıyla anlatıp nasıl gelişeceği konusunda sürprizlere açık kapı bırakan ‘Yeter’ de aynı kıvamda. Ama düşünme ve anlayış tembelliğine alışılmış bir kere… Dön baba dönelim yapımlara övgülere devam.
YEKTA ÇOK DERİN BİR KARAKTER
‘Esaret mi, cesaret mi’ ikileminde başrolü üstlenerek bizi diziye bağlamayı başaran Yurdaer Okur’un karakteri, Yekta Harmanlı… Çok gerçekçi bir örnek. Erkekle kadının kişilik uyumsuzluğundaki evliliklerin nasıl sonuçlar doğurduğunu, her iki tarafı da mutsuzluğa ve kötülüğe ittiğini göstermek için birebir olan bu karakterin hakkı, gerek senaryo gerekse oyunculuk açısından layıkıyla verilmiş. Fakat bunu özümsemek için hem Yekta karakterinin hem de yoğun tempoda çalışan bir beyin cerrahının gözünden bakmak lazım.
Bir kere bu kişi öyle amaçsız kötülük sergileyen biri hiç değil. Karakterin çok derin bir altyapısı var ve kişilik analizi yapmaya müsait. Sandalye çekip iltifatlar yağdıran, sonrasındaysa ‘Evlen benimle, karım ol’ diyerek birlikteliklerini emir kipinde başlatan Yekta, dizinin her sahnesinde senaryonun amacını tam manasıyla koydu ortaya zaten. Düğünde ‘Koşulsuz sev, sorgulama, bana itaat et’ diyerek kişiliğinin rengini belli eden Yekta, aslında kötü bir de değil. Söylem tarzı yanlış ama baştan kendini açık ettiği için Aylin’i kandırmış sayılmaz. Yani üniversite öğrencisi Aylin kızımız ihtişamın büyüsüne kapılıp ünlü cerrahla nikâhlanırken Yekta’nın hiçbir gizlisi yok. Böylesinin karşısına onun kadar güçlü biri lazım. Adam seni seviyorum derken ağzını açmayan Aylin paranın peşine takılmışsa, adamın şartlarına da uyacak. Nitekim ameliyathanesini işini yaptığı mabet olarak görüp oraya kamera sokturmayacak derecede ilkeli olan Yekta, ‘Parayı ben kazanıyorum, kuralları da ben koyarım’ diyerek bu tarz evliliklerdeki rol dağılımını çok net özetlemekte!
Deniz kaplumbağalarını korumaya dair mesaj da veren Yekta’nın tek kusuru, mükemmeliyetçi kuralcı biri olması. Böyle tipler dolu çevremizde. Kaldı ki, başarı ve disiplin için olması gereken özellikler bunlar. Buradaki abartıda da yine ona ayak uyduramayan karısının suçu var üstelik. Yekta’yı gerçekten sevmiş olsa onun hassasiyetlerine özen gösterip kendini geliştirirdi. Ama evlenirken bunları görmeyen, sonrasında kendi hiçliğini fark eden ve kurallardan bıkan Aylin’in özürcü süs bebeği duruşunun dışında bir gayreti bulunmamakta. İyi bir anne olmadığı da ortada. Çünkü hangi iyi anne kızının başkasının elinde büyümesine izin verir? Babasının kural koyuşunu, ‘çocuktur’ mazeretiyle etkisizleştirerek Kaan’ın dengesizleşmesine ve ceza yemesine de sebep olan yine Aylin’in basit karakteri. Buna karşılık bebeğini babasından saklayacak, mücevherlerini satıp sahteleriyle değiştirecek derecede hinlik planlayabiliyor. İşin fenası sağlıkçı arkadaşları ve abisi de ona destek çıkıyor. İnce hesaplarla sözüm ona esaretini noktalama cesareti sergilemeye niyetlenen Aylin’i en doğru analiz eden kişilerse, yengesi Filiz ve ‘Seni tutan şey ne’ diye soran Uraz.
Sonuçta; Wilma Elles-İdil karakterinin iki kadın-bir erkek ayağını oluşturduğu hikâyenin bize vereceği çok şey var! Bunun için ‘Yaptığı her şeyin bir karşılığı olduğunu öğrenecek’ diyerek oğluna ders veren Yekta’nın derin karakterini iyi analiz etmek ve buradan hareketle evliliklerin para hesapçılığıyla başlatılmaması gerek diyerek bağlayalım sözümüzü.
Kim ne derse desin, derdini gayet güzel anlatan ‘Yeter’ dizisiyle ilgili yorumumuzu da hikâyenin asıl mağdur tarafı olan ve duygudan ziyade kuralcı mantık kefesi ağır basan Yekta’nın üslubuyla özetleyelim… Beyin insanın kara kutusudur. Doğru şifreleri bulursak, bütün sırlarını çözebiliriz! Biz çözdük darısı çözemeyenlere… Temennimiz böyle kapsamlı bir dizinin harcanmaması yönünde. Zira kadın ezilmişliğine olduğu kadar kalitesizliğe karşı da artık ‘Yeter’ demenin zamanıdır.
Anibal GÜLEROĞLU