Şeffaf haberciliğe itham gelince…
Değer yargıları değişiyor da biz mi demode kalmaya başladık, diye sıkça sorgular oldum son günlerde. Çünkü insanların çoğunun tepkilerine bakıyorum bir anlam veremiyor, şaşıp kalıyorum. Bilinçsizlik ve umursamazlık nasıl da yerleşmiş, olumsuzluklar kabul görür olmuş. Bu çarpıklaşmayı gözlemlemek için en kestirme yol, medyanın haberleri görüş biçimine dikkat etmekten geçiyor. Özellikle de olağanüstü durumlarda…
Aslında uzun zamandır FOX TV’nin Çalar Saati’nde bayrağı devralan İsmail Küçükkaya’nın haberciliği üstüne bir yazı yazmak istiyordum. Ancak farklı konular araya girdiğinden hep ötelenmişti. Başka ülkelerde olsa hükümeti toptan götürebilecek ağırlığa sahip operasyonun ardından ‘Dizileri hep yazıyorsunuz ama toplumu kışkırtan haberciliğin kötülüğünü görmüyorsunuz. Niye acaba?’ diye başlayan satırları alınca, hem şeffaf habercilik anlayışına, hem de Küçükkaya’nın sunumuna değinmek için fırsat doğdu bana da.
Operasyonla ilgili hak yenilerek, yanlı haber yapıldığı görüşüne sahip olanlardan Yasin isimli izleyici, hem ‘Çalar Saat’e takılmış hem de ‘Fatih Portakal ile Türkiye’nin Trendleri’ne…
‘İkisini de izliyorum ama çok kızıyorum. Niye hep suçlarmış gibi yorum yapıyorlar. Sanki sürekli birilerinin belli fikirlerini halka zorla kabul ettirmek istiyormuş gibiler. Operasyonu ballandırıyorlar. Karşı görüşleri kısacık veriyorlar. Siz bu taraflı haber şeklini hoş karşılıyor musunuz?’ diyen mailin devamı daha var ama içeriğin özünü göstermek için bu kadarı yeterli.
***
Her şeyden önce belirteyim ki, özgür medyadan bahsedilen yerde taraflı yayıncılık kesinlikle tasvip edilecek bir durum değildir. Ancak bu programları ben de izliyorum ve ortada ne fikir kabul ettirme gibi bir gayret görüyorum, ne de ağır basan bir taraftarlık. Dolayısıyla kimsenin savunuculuğunu yapmadığımız gibi hakkını da yememek lazım…
Bu nedenle, her iki programda da yapılan şeyin, gündemi olabildiğince perdelemeden ve haberleri çarpıtmadan görmenin ötesinde olmadığını gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Ama işte insanımızın bir kısmında değerlendirme yetisi farklı çalışıyor.
Peki, bu nasıl bir algı türüdür ki olanı biteni kestirmeden geçenlere, üstünü kapatanlara, görmezden gelenlere alkış tutuluyor da, kokuşmuşlukları ayrıntısıyla ortaya koyanlara, her görüşten konukla durum değerlendirmesi yapanlara ‘taraflı yayıncılık’ ithamında bulunuluyor?
Üç medya maymunu gibi birbirlerini taklit edercesine suskunlaşan-körleşen-sağırlaşanlara inat, delilleri ve durumları irdeleyerek yolsuzluk operasyonunu izleyiciyle paylaşmak halkın yararına değil midir? Pandora’nın, pardon ayakkabının kutusundan fırlayanları halka sunmak mı taraflılık oluyor? Bilemedim.
Bu yozlaşmışlığı mazur gösterme alt mesajları taşıyan yöndeki eleştirileri gördükçe, değer yargılarımdan şüphelenir hale geldim.
ÇİFTE STANDARTÇILARIN HABER ANLAYIŞI
Şimdi bir bakalım… Nedir bizdeki haber ve yolsuzluk kavramı?
Elin Letonya’sında süpermarket çatısı çöküp vatandaşlar ölünce Başbakan istifa eder. Japonya’da ödediği kredi yolsuzluk iddiasına konu olan Vali, halkın aklında kendisiyle ilgili şüphe kaldığı için özür dileyerek görevi bırakır.
Bizim, dört bir tarafta, bakanların alacağı rüşvetin minimuma inmesi yönünde temennileri dile getiren gafçılığı baş tacı eden habercilik anlayışımız tüm bu incir çekirdeğini doldurmayacak kusurları ballandıra ballandıra sunanları takdirle izler de, kendi ülkemizdeki dolandırıcılıkların takipçisi olup gözün gördüğü gerçekleri dile dolayanı haksız mesajlarla marizler.
***
Kabul, iyinin ve doğrunun kıymeti pek bilinmez. Lakin doğrudan yana olan her bilinç de, bu rezalet karşısında sorgular. Ne yapılmalı yani? İmam Hatip okuluna toplandığı savunmasıyla aklanmaya çalışılan paraların niye banka kasasında değil de ayakkabı kutularında saklandığının gerçeği umursanmamalı mı? Akla karayı birbirinden ayırmak yerine, adeta ‘Helal olsun’ diyecek türden konuşanlara topyekûn alkış mı tutmalı?
Yok, arkadaş. Ben bunu yapamam. Onun yerine, penguenci kanalların haberciliği tek tipleştirip boyunduruk altına sokmasına karşı, gerçekçi bilgilendirme yolunu takip eden FOX’un ‘Çalar Saat’iyle ‘Fatih Portakal ile Türkiye’nin Trendleri’ni (Bu arada Kanal D’nin Ana Haberlerinin de hakkını vereyim) alkışlarım.
Çifte standartçıların haber anlayışını değiştiremeyeceğimiz meydanda. Ama biz yine de hatırlatalım… Aksini isteyenler dürüstlüğün ve haberciliğin anlamını unutmuş demektir!
Hem nasılsa her yolsuzluğa bağış parasıydı, baş göz sadakasıydı, Ganalının gani gani altınıydı türünden delilli-ispatlı bir kılıf bulunuyor. Olmadı ‘hastalık’ acındırması yaratılıyor. İlerisini garantilenmek için de soruşturmaları yapanlar yönetmelikle kısıtlanıyor. Yani bir iki objektif programdan korkmaya, gocunmaya gerek yok. Öyleyse bu telaş niye?
KÜÇÜKKAYA’YI DA PORTAKAL KADAR SEVDİM AMA…
Şeffaf haberciliğe yersiz ithamda bulunulunca böyle döktük içimizi. Gelelim, Akşam’dan ayrılıp sabah haberciliğine kayan İsmail Küçükkaya’nın sunum kritiğine… Aslında ne yalan söyleyeyim Küçükkaya’nın hitabetini başta bir parça yadırgamıştım. Gözüm, kulağım Fatih Portakal’ın sunumunu aramıştı belli bir süre. Zira Portakal’la kıyaslandığında cümlelerinde bir kesiklik, tavırlarında bir tutukluk, bocalama vardı. Konular arasındaki geçişleri de, bütünlüğü bozan türden, falsoluydu.
Ama kısa süre sonra hem onun sunumu açıldı, hem de bende alışkanlık oluştu. Hele bu son birkaç gündür epeyce gözüme girdi. İfadeleri daha net, anlatımı daha doyurucu. Buna karşılık Küçükkaya’nın en göze batan yanı, el kol hareketlerini aşırı kullanması. Tamam, beden dili hedef kitle algısında etkilidir, söylenenin gücünü perçinler fakat fazlası da rahatsızlık verir.
Küçükkaya’nın sunumundaki bu olumsuzluk özellikle işitme engellilere hitap edilen anlarda daha da göze batıcı oluyor. Zira yan planda işaret dilini kullanan sunucuyla, Küçükkaya’nın hareketleri birbirine karışıyor. Öyle ki, ekranda meydana gelen tablo birbiriyle hareket yarışına giren el koldan ibaret oluyor. Hele bir de kamera Küçükkaya’yı yakın plandan verince ortalık tam çorba hale geliyor.
Tabii bir de diğer sunucunun hareketlerinden haberi okumaya çalışan vatandaşların Küçükkaya’nın geniş açılı el-kol sallamalarından dolayı yaşadığı negatifliği de dikkate almak gerek.
Bir ufak hatırlatma da, sık sık gazetecilik günlerindeki tanışlıklardan bahsetmemesi yönünde olacak. Zira bu da bir süre sonra, bir zamanlar ağızlara yapışan ‘‘Ben Almanya’dayken’’ veya ‘‘Ben Avrupa’dayken’’ söylemi kadar itici gelebilir.
Bunlar dışında, sürü güdüsündekilerin yoluna sapmadan gerçekleştirdiği haberciliğinden dolayı beğeniyle izlediğim ve hep böyle kalmasını temenni ettiğim ‘Çalar Saat’te her şey tıkırında.
Anibal GÜLEROĞLU
www.twitter.com/guleranibal