Yüksek Sosyete’de dengeler şaştı!

Yüksek Sosyete’yi nasıl bilirsiniz diye sorsalar, ilk cevabım ‘‘1956 yapımı ‘High Society’nin şahane müzikal komedisiyle’’ şeklinde olur.

Anibal Güleroğlu Yazar guleranibal@yahoo.com

Uyarlamalarla özgün senaryoların denge noktasında ağırlığın hangi yana kaydığını tam belirleyemediğimiz günlerdeyiz. Herkes bir ucundan tutmuş kendince çekiştiriyor. Ekranlar, dışarıdan devşirme işlerle doluyken başarı hususunda tüm yük, oyun kurucuların göstereceği performansa kalıyor. Tabii kurulan oyunun, yazılan senaryonun mantık açısından iler tutar tarafının bulunması da çok önemli. Zira oyuncular kendilerine verilen görevi ne denli layıkıyla yerine getirmiş olursa olsun en başarılı kurgu; mantık boşlukları yaratmamaya özen gösterip gerçekçiliğe önem veren ve bu yolla inandırıcılığı sağlayandır!

Bu hakikate karşılık senaryolar yazılırken, kendi iç dinamikleriyle çelişen; karakterleri aniden dönüştüren mantık sapmalarına sıkça düşüldüğü de kesin. İzleyici konumundakiler de bu gibi mantıksızlıklar karşısında şaşıp kalıyor haliyle. Hani sonradan gelen tepkilerle durum değerlendirmesi yapanlar, bozulan dengelere kılıf yaratmaya çabalıyorlar ama yaratılan soru işaretleriyle, akılcı izleyici için izlediği kurgunun değeri büyük ölçüde zedelenmiş oluyor.

Sezon işlerinden yaz yapımlarına, her çalışmada bu olumsuzluğa rastlamak mümkün. Ne var ki, özellikle yaz işlerinde daha bir göze batıcı oluyor. Çünkü yaz aylarının rehaveti bitince başlayacak olan ayakta kalma savaşında galip gelebilmek için mantık temelinin sağlam kurulmuş olması lazım. Dolayısıyla başlangıçta gelişigüzel gidişatla dengeleri şaşırtanlar uzun ömürlülük konusunda kendi kendisini çelmeler hale gelebiliyorlar rahatlıkla.

Biz de bu nedenle, dengeleri şaşırtıp ‘Darbenin her türü kötüdür. Aslolan milletin demokratik gücüdür’ dedirten yoğun ve iç acıtan gündem görüntüleriyle dolu ekranlarımızın eski bölümler ve filmlerle geçiştirdiği yayın akışında, yeni bölümüyle zirveye kurulup bize malzeme yaratan ‘Yüksek Sosyete’ye ilerisi için sakıncalı olabilecek hatalarını gösterip birkaç uyarıda bulunalım dedik. Hayatın acılarına ve bozulan dengelerine dayanabilmek için kurguların dünyası da lazım sonuçta. ‘Moralimiz bol olsun’ temennisiyle ‘Yüksek Sosyete’nin olumlu yönlerinden söze başlayalım…

‘YÜKSEK SOSYETE’ DEDİĞİN NEDİR?

Yüksek Sosyete’yi nasıl bilirsiniz diye sorsalar, ilk cevabım ‘‘1956 yapımı ‘High Society’nin şahane müzikal komedisiyle’’ şeklinde olur. Bing Crosby, Grace Kelly ve Frank Sinatra gibi unutulmaz isimleri buluşturan başarılı bir yapımdı. Sosyeteden bir kadının kendine âşık üç adamdan birini seçme aşamasında, kendi kendini keşfetme sürecini anlatan Amerikan filminin dışındaysa… 2015 yapımı olup 16 bölüm süren Kore işi dizi gelir akla kuşkusuz. Çünkü zengin olmasına karşın gıda marketinde part-time çalışmaya başlayarak, parası için değil kendisi olduğu için onu seven erkeği bulmaya uğraşan bir kızın öyküsünü anlatan dizinin uyarlaması, romantik komedi olarak hâlihazırda ekranlarımızda. Üstelik tüm gidişatıyla olmasa bile özünde orijinaliyle neredeyse birebir yol alan ve ‘Yüksek Sosyete nedir ki? Hepi topu yalanlar üstüne kurulu hayatlar ve aileden ziyade çıkarlarını önemseyerek yaşayan kelli felli insanların yozlaşmanın dibine vurduğu ilişki zincirlerinden ibaret’ dedirten türden!

Nitekim Burak Sağyaşar’ın Bi-Yapım’ı tarafından izleyicimize kazandırılan ‘Yüksek Sosyete’yle ilk karşılaştığımızda gördüğüm tablo, dizinin orijinalinden daha samimi ve hoş bir dizi olacağı yönündeydi. İlerleyen bölümleriyle de bu görüşüm perçinlendi. Dizinin sıcaklığı tamdı! Aslında bu detay, önceden izlenen uyarlamadan ötürü zaten konusu bilinen yapımlarda her daim önemli. Çünkü yabancıdan devşirilen diziye izleyiciyi çekebilmek için olayı, orijinalinin ötesine taşıyabilmek gerek. Star’ın dizisi de bu açıdan avantajlı. ‘Fakirken asla mutlu olamazsın’ diyenlerle, zenginliğe rağmen mutlu olamayanların dünyasını buluşturan ‘High Society’, Kore dizileri arasından kopup televizyonumuza gelirken edindiği ‘Yüksek Sosyete’ kıvamıyla bunu çok güzel başarmış. Bu açıdan yerli malı ‘Yüksek Sosyete’yi değerlendirirsek…

Orijinalinde, bir kâhinin sözüyle başına gelen tüm olumsuzlukları ve evliliğindeki aksaklıkları küçük kızına bağlayarak ona kötü davranan… Yerlisindeyse, ‘Her şey senin yüzünden uğursuz’ demenin ötesinde bu öfke ve sevgisizliğin köküne henüz inemeyen marjinal anne Süreyya karakteri, diziye özellik katanların başını çekiyor. Emektar şoförünün gözünde ‘Küçük Hanımefendi’ olan… Kendisini aldatan kocasının gözündeyse değerli hediyelerle susturulabilecek kadın konumunda bulunan… Çocuklarının her birine farklı davranırken, vakıflarla kendini yücelten yüksek sosyetenin içinde ailesinin birliğini korumak için yapılması gerekeni yapan özverili kadın imajı çizen… Kan kusup kızılcılık şerbeti içtim dercesine dışarıda gösterişli ve dik duruş sergilerken, tüm acısını tek başına yaşamayı başaran Süreyya karakteri, kayda değer bir tip. Zuhal Olcay’ın hırçın ve hüzünlü performansıyla canlanırken, izleyiciye de ‘Yüksek Sosyete’deki kadın ve aile mantığının içyüzünü mükemmel biçimde yansıtıyor. Süreyya’nın, para avcısı olup evli-zengin erkeklere sülük gibi yapışarak sosyetede yer edinmeye çalışan fırsatçı kadın tipinin yüzeyselliğini alabildiğine temsil eden Işıl(Ceyda Tepeliler) karşısındaki vakur ve küçümseyici tavırlarına özellikle bayıldım.

Paranın sahte dünyalar yaratamaya gücünün yettiğini, buna karşılık bu dünyalarda yaşayanların ne denli mutsuz olduğunu bir kez daha hissettiren ‘Yüksek Sosyete’nin bu olumlu yönünün ötesinde neyi var derseniz… Şahane bir dörtlüsü var derim.

Şöyle ki; Hazal Ergüçlü ve Meriç Aral, pat diye önüne çıkan falcı bacının sözü ve simit kâğıdındaki ilanla işareti takip ederek market çalışanına dönüşen Cansu ile şirinlik muskası gibi ortalıkta dolaşıp patrona musallat olan, tersi düzü aynı okunan Ece karakterlerinde orijinalinden çok daha sevimli tipler çiziyorlar bize. İki arkadaşın uyumu harika. Onlara eşlik eden Engin Öztürk ile Ozan Dolunay da, Kerem ve Mert karakterlerinin hakkını başarıyla veriyorlar. Kendi rolleriyle denk düşen ve Kerem-Cansu, Mert-Ece halleriyle de, duygusallıkla kıpır kıpırlığı harmanlayan bu isimlerin birlikteyken yarattıkları atmosferin samimiyeti ve çekiciliği ortada. Hele kutlama yemeğindeki ortam çok şirin ve eğlenceliydi. Bu şahane dörtlü yazın parlayan yıldızları olarak not edilmeli!

Tüm bu saydıklarımız; orijinalindekini değiştirip şirketi ele geçirmek isteyen yönetici abi yerine, Mert’e iş hayatında fırsat tanıyan babaanneyi getiren… Cansu karakterinin abla sayısını bir eksiltip yan rolleri kendince şekillendiren ‘Yüksek Sosyete’nin olumlu yönleri. Başta işaret ettiğimizi gibi senaryo dengesini şaşırtan olumsuzluklardan nasiplendiği de bir gerçek. Şimdi onları sıralayalım.

‘YÜKSEK SOSYETE’Yİ ALÇALTAN MANTIKSIZLIKLAR

Her güzelin bir kusuru olabileceği gibi akıcı biçimde yol alarak keyifle izlenebilen işlerden olan ‘Yüksek Sosyete’nin de senaryo gidişatında çelişki yaratan hataları mevcut. Bunların başında, karakterlerin dengeleri şaşırtan dönüşümü ve mantıksızlıklar geliyor. Dizinin can damarı gibi duran Süreyya ile kocası Metin’den başlarsak…

İlk bölümde kocasının başka kadınlarla ihanetini değerli hediyelerle telafi etmesine yıllarca göz yumup sonunda evlilik dışı çocuğuyla karşı karşıya kalan Süreyya’nın boşanma isteğini ve isyanını dile getirişini izleten senaryo, bu aşamada Süreyya karakterini bir hayli ezik ve koca parasına muhtaç şekilde sunmuştu. Öyle ki kocaya baş kaldırmanın cezası olarak kartları iptal edilen ve parmağını kıpırdatamaz hale gelerek çaresiz boşanmaktan vazgeçip Işıl’ı ve çocuğunu sineye çeken bir Süreyya vardı karşımızda. Metin deseniz, gayet kendinden ve maddi gücünden emin bir tipti. Karısına para kısıtlaması yaparak gününü göstermeye niyetli haller sergilemesi, zenginlik kaynağının kendisi olduğu, Süreyya’nın da bu lüksten vazgeçemeyecek mağdur kadın konumunda bulunduğu imajını çizmişti. Oysa sonraki bölümlerde durum değişmeye başladı. Süreyya gittikçe daha güçlü bir kadına dönüştü. Cansu’nun şirkette hisse sahibi olmamasını isteyip bunu Metin’e kabul ettirecek konumda gösterilmeye başlanılan Süreyya son bölümde yönetim kurulunda imza yetkisine sahip biri oluverdi. Dahası, Metin’in zarar edip batmamak için ona nasıl yaltaklandığı da izletildi bize. Peki, madem bu kadın böylesine sağlam bir yere sahipti o zaman Süreyya’yı alabildiğine aşağılatan baştaki para kozu neden oynanmıştı? Yoksa birden bire piyango mu çıkmıştı, miras mı kalmıştı da Cansu’yu uzak tuttuğu şirketin yönetim kuruluna yerleşivermişti kendisi?

Durum çelişkisi yaratarak hafıza ve mantığımızı küçümseyen senaryonun Süreyya’ya verdiği güç bu kadarla da sınırlı değildi üstelik. Ayrı eve çıkmak isteyen Cansu’nun aldığı kararda son söz hakkı da babası Metin’in değil, Süreyya’nındı. Cansu’yu eve döndürmek için ‘Mirastan mahrum etme’ tehdidini savurduğuna bakarsak zenginliğin asıl sahibi Süreyya olmalıydı. Bu noktada mantığı zorlayan bir başka detay, kredi kartlarında yaşandı. Metin, ilk bölümde Süreyya’nın kartlarını iptal ettirebildiğine göre bunlar kocanın ek kartlarıydı veya şirkete bağlıydı! Yani Süreyya’nın şahsına ait değildi. O zaman nasıl oldu da Süreyya, Cansu’nun kredi kartlarını iptal ettirebildi? Ki, buradan da varılan nokta aslında maddi açıdan gayet güçlü ve yetkili olan Süreyya’nın baştaki mağduriyetinin havada kalması!

Gelelim Cansu ile Ece’nin muhabbetindeki mantıksızlıklara… Fakir kızı oynamak için kolları sıvayan ama üstündeki marka kıyafetlerden vazgeçmeyen Cansu’nun ‘çakma’ açıklamasını yiyen saf Ece’nin otobüse nasıl binileceği konusundaki söylevine mana vermek mümkün mü? Ece, bu kızın zengin olduğunu bilmediğine göre uğur böceğine o komik açıklamaları niye yaptı? Zaten her gün toplu taşım araçlarında canı çıkan ekran başındaki izleyici için mi? Bilemiyorum. Hadi bunu geçtik. Peki ya annesine anahtarı vermek için çantayı boca edip sonra toplama gereksizliği sergileyen Cansu’nun meyveci adamın zararını karşılama teklifine ne demeli? Adamın hiç tanımadığı birine banka numarasını vermesi bir yana, Kemal’in para konusunda hayli özgüvenle konuşan Cansu’nun durumundan şüphelenmemesi garip değil mi? Kore’de belki böyle hallere rastlanıyordur da bizde… Güldürmeyin.

Cansu’nun ve Ece’nin peşinde koşturan Kemal ile Mert’in piknik olayı deseniz… Neydi öyle? Adamlar ellerini kollarını sallayarak geliyor… Zengin patron beş kuruş harcamazken gariban tezgâhtar maaşına talim eden Ece, bir yığın yiyecek hazırlıyor… Cansu da etlerin, sucukların parasını ödemek için son model telefonunu satıp retro takılmayı göze alıyor. Bu tablo zenginlerin ne denli bencil ve sömürücü olduğunu, ellerini ceplerine atmaktan çekindiklerini göstermek için yaratılmışsa amenna… Yok, eğer bu düşünülmeden sırf Cansu’nun parasızlığa adapte ajitasyonu içinse, hadi oradan derim.

Sonuçta; Cansu’yu en başta otoparkta araba camından kendine çekidüzen verme halleriyle gören ve arkadaş hatırına kimlik değiştiren Kemal’in, Mert’le baba bir kardeş olmasına çocukluk anılarıyla göz kırpan ‘Yüksek Sosyete’de dengeler iyice şaştı! Işıl’ın abartılı müzayede cehaletinden, Cansu’nun havuzdaki garip boğulma denemesine… Habersiz teftişi akıl eden ama bir kişinin sözüyle duruma ikna olacak kadar saflaşan babaanneden… Hatalı ürün üreten şirketteki iş düzenine, ‘Yüksek Sosyete’de pek çok mantıksızlık mevcut.

Henüz yolun başında olan senaryo şimdilik durumu idare ediyor ama bunların devam etmesi halinde ilerisi için sakınca doğması kaçınılmaz. Şayet orijinali gibi az bölümlülük ve sadece yaza özgün bir iş olarak kalma hedefiyle yola çıkılmışsa o zaman mesele yok tabii… Yine de gönlümüz çok güzel bir dörtlü oluşturan ve pozitif enerji aşılayan ‘Yüksek Sosyete’yi alçaltan mantıksızlıkların bertaraf edilmesinden ve dizinin uzun ömürlülüğünden yana.

Anibal GÜLEROĞLU

www.twitter.com/guleranibal

Tüm yazılarını göster