Kazanmak, rakiplerini yenerek öne çıkmak… Yaşam boyu her alanda sürdürülen devasa bir mücadelenin içine sürüklüyor bizi. Bu öylesine bir mücadele ki, çoğu zaman büyük hataları da getiriyor beraberinde. Galibiyete odaklanan zihinler, yozlaşmanın ve değer anlayışındaki değişimlerin önünü açabiliyor maalesef.
Her ne kadar Fatih Sultan Mehmed ‘Gerçek fatih, ülkeler kazanan değil, gönüller kazanandır’ sözüyle zaferin gerçek mantığını göstermiş olsa da günümüz anlayışında bu mantığa yer yok. Dilde gönül olayına vurgulamalar mevcut ama rekabetin özünde birtakım dayatmacılıklarla şekillenen galibiyetlerin yükselen değer oluşu var.
Nitekim her daim kendini sorgulatmakla birlikte kazananı belirlemede söz sahibi olmayı sürdüren reyting olayına endeksli dizi savaşı da bu doğrultuda… Gönülleri kazanandan ziyade reytingi yüksek gelen ‘ekran fatihi’ olmakta! Yazık ki ne yazık.
Öte yandan ekran savaşında hüküm süren bu haksızlığa fazlaca müsait tabloyu, ‘Don Kişot olmak için yola çıkan pek çok insan evine Sanco Panco olarak döndü’ şeklindeki bir İspanyol atasözüyle de ifade etmek mümkün.
Zira büyük umutlarla çekilen ve ünlü kadrolarıyla başarı iddialarını destekleyen yüksek bütçeli yapımların ekran maceralarında beklenmedik hüsranlar yaşanıyor sıkça. Yeni dizilerin bazıları, Don Kişot’luk iddiasıyla girdikleri reyting savaşındaki hızlı mağlubiyetlerle, Sanco Panco’dan beter hale dönüşüyorlar.
Kuşkusuz bu dönüşümde, reyting karmaşası kadar taktiksel ve içsel hataların da payı büyük. Lakin bu ayrıntıları görmemekte, kendilerini güçsüzleştiren hususlarla yüzleşmemekte direnenler ve bu nedenle hak etmedikleri yenilgileri tadanlar kervanına sürekli yeni işler eklenmekte.
Nasıl ki, altı bölümde vurgun yiyen ve izleyiciyi hiçe sayan biçimde ‘Bundan sonrasını herkes kafasındakine göre şekillendirsin’ diyerek yani sonlanmamış bir hikâyeyle zoraki finale giden ‘Vurgun’ bu hatalar kombinasyonunun son harcananı oldu. Diziyi bu yola sokup reyting kıyımının elini kolaylaştıran sebepleri daha önce detaylarıyla vermiştim. Hem harcanıp gidenin ardından defalarca ağıt yakmak da nafile zaten.
Buna karşılık henüz yolun başındayken erken final söylentileri medyada boy göstermeye başlayan ‘Yüzleşme’nin yüzleşmeyi bekleyen gerçekleri orta yerde durmakta. Dolayısıyla biz de en baştan ilgimizi çekip umutlandıran… Ancak reytingleriyle Sanco Panco olma sürecine girdiğini gösterip hüzünlendiren ‘Yüzleşme’nin gerçekleriyle derinlemesine yüzleşelim dedik.
‘YÜZLEŞME’ NEDEN UMULANI VEREMEDİ?
Çiçeğin gonca halindeyken sır sakladığını, zamanı geldiğinde açtığı saptamasıyla hikâyenin henüz bir gonca olduğunu… Yavaş yavaş açarak içindeki sırrı ortalığa dökeceğini vurgulayarak özündeki derinliği gösteren ‘Yüzleşme’yi masaya yatırırken belirtmek istediğim ilk husus, tıpkı ‘Vurgun’ gibi, bu dizinin de aldığı düşük reytingleri kesinlikle hak etmediği gerçeği olacak.
Zira ilk bölümü Total’de 2.68 reytingle 17’incilikta kalan dizi, AB grubunda 3.87 reytingle altıncı oldu. Bu oran ve sıralamalar, özellikle de Total izleyicinin ilgisizliği başlangıç için hayli olumsuz bir gösterge sayılsa bile, fark edilmeme ihtimalinden dolayı, ikinci bölüm için umut vardı.
Biz de bekledik. Ancak devamı daha vahim geldi. AB’de 2.85 reytingle 11’inci olan dizi, Total grupta 2.37 oranla 21’inci sırada yer alarak en yakın rakibi ‘Halka’nın gerisine düştü. İşte bu sonuçlar ‘Yüzleşme’nin kırılma noktasıydı ve aklı-gözü olan herkesi için ‘İnsaf’ dedirten türdendi.
Biz de sergilenen bu ölçüsüz haksızlığa karşı ‘İnsaf’ dedik zaten. Yani ipe sapa gelmez kurguların sergilendiği programların, defalarca oynamış filmlerin bile bundan yüksek reytingler alması hangi değerlendirme ölçüsüyle, hangi kalite algısıyla izah edilebilirdi ki?
Aynı ‘İnsaf’ tepkimiz ‘Vurgun’ ve hakkı yenen her dizi için geçerli kuşkusuz. Bu durum, reyting garabetinin ötesinde, olsa olsa bilinç yozlaşmasıyla bağdaştırılabilir ancak. Artık gerekçesi her neyse, hak yemeler devam ediyor her şekilde.
Hal böyleyken çekim atmosferinin göze hitap eden dokusuyla, karakterlerinin çeşnisiyle ve senaryosunun çok yönlülük potansiyeliyle kendisine reva görülen sonuçlardan misliyle fazlasını hak eden ‘Yüzleşme’nin neden umulanı veremediği konusunu irdeleyecek olursak… Önceden dediğimiz gibi, bu noktada yapımların taktiksel ve içsel hataları giriyor devreye.
Şöyle ki; ‘Masal Çiçeği’ adıyla yeni dizi gündeminde yer alıp ‘Yüzleşme’ye dönüşen yapımın isim değişikliğine gitmesi taktiksel hatalardan biri. Her ne kadar bu değişimin içeriğe daha uygun düştüğü görüşünde olsam bile, isim değişikliği yaparak medyaya malzeme olan işlerin çoğunun ekranda umduklarını bulamadıkları bir gerçek.
Çünkü bu durum izleyiciye ‘güven’ sorunu olarak yansıyor. Yani ‘Dizi, içeriğine-rekabet gücüne güvenmiyor ki ismiyle oynuyor. Daha ismine karar kılamamış bir işten ne hayır gelir’ düşüncesi gelişiyor insanlarda.
Nitekim isim ve vizyon tarihi değişikliğine giderek beyazperdeye çıkan filmlerin gişe düşüklüğünde de bu olgunun payı görülüyor. Bundan dolayı proje aşamasında enine boyuna düşünerek kesin kararlar alınması gelecek adına önemli bir nokta!
‘Yüzleşme’deki bir diğer taktiksel hata, yayına sokma tarihi… Ki, bu hata çok önceden medyada yer alıp ekrana çıkması sürüncemede bırakılan tüm işler için bir risk teşkil etmekte. Sezon başlamadan hazır olmalı o dönem ekrana çıkacak yapımlar. En önemlisi de atı alan Üsküdar’ı geçmeden rekabete girişmeli.
Aksi takdirde izleyicinin mevcut dizi alışkanlığına karşı mücadele vermek daha zorlu hale geliyor. Dahası şayet ille sezon ortasında yayına sokulacaksa o vakit de yine yeni rakiplere karşı avantaj sağlamak için elini çabuk tutmak lazım.
Peki, ‘Yüzleşme’ ne yaptı? ‘Kadın’ın ve ‘Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz’ dizilerinin tekrarlarıyla bile üst sıraları parsellediği bir günü kendine seçme cesareti göstermekle kalmadı, rahatça rekabet edebileceği ‘Halka’nın da kendisinden çok önce yayına girmesine fırsat tanıdı. Böylece göz göre göre ‘Sona kalan dona kalır’ mantığına mahkûm edildi.
Dizinin bu olumsuzluğu yenmesi için en doğru zamanlama, içerikteki parlak-renkli atmosferle daha uygun düşecek, yaz ayları ya da yeni sezon olurdu. Böylece pisipisine hakkı yenmezdi. Maalesef sezon başından beri diziler hususunda pek bir kaygısız davranan kanal bu gerçeği görememiş ya da dizi kıyımını dert etmeden ‘Ya tutarsa’ aklıyla hareket etmiş anlaşılan.
Taktiksel gerçekleri saptamanın ardından gelelim ‘Yüzleşme’deki işlevsel hatalara… Diyalogların ve müzik seçimlerinin yerinde olduğu yapımın bu noktadaki en önemli olumsuzluğu, entrika yüklü hikâyeyi izleyicinin ilgisini çekecek enerjiyle aktaramamış olması! Mesela, Gonca’nın Masal haline gelmeden önceki evresi geçmişin anılarıyla aralara serpiştirilmiş.
Ama bu serpiştirme, öyküdeki intikamcılığın özünü hissettirme hususunda yetersiz kalmış. Keza mazileriyle derinliğe sahip olduklarını hissettiren ve başarıyla yaratılan karakterlerin bu derinliğinin baştan verilememesi de izleyicinin olayların içine damdan düşercesine girmesine sebep olmuş… Ki, malumunuz bizim izleyici düz ve net anlatımlardan daha çok hoşlanmakta.
Gonca’nın tecavüze uğrayarak intikamcı Masal’a dönüşmesi derseniz başlı başına işin püf noktası! Bu olay daha çarpıcı yansımalarla sunulmalıydı. Mesela ‘Ben Masal’ diyerek başına gelenleri özetleyen Gonca’nın hayal meyal anılarını açılışta vermek yerine işin özü daha yüksek tondan verilmeliydi… Hani Fatmagül misali! Oysa dizi, intikamcılığa temel teşkil eden bu önemli olayı sadece açılışa sıkıştırıp toprak alıcısı rolündeki Masal ile Tunç’un restleşmesinden olaya dalmayı tercih etti.
Masal’ın, Tunç’u zehirleyerek 15 yıl öncesinin ödeşmesindeki ilk adımı çok basite indirgeyerek icraata koyulması da kestirmeden sunuldu. Böylece ilk bölümden yeterli heyecan pompalanamadı. Kısacası dizinin girişinde yaşananlar duygusallığı ön plana çıkartmak yerine daha kavgacı bir aksiyonla verilmeliydi. Ne de olsa yerli dizilerdeki başarı olayı kaliteli sunumdan ve sırların flulaştırılarak gizemli hale getirilmesinden ziyade kimin daha fazla yaygaracı bir dil kullandığına bağlı!
Tüm bunlara ilaveten Masal’ın fragmanlardan ve açılıştan yansıttığı intikamcı-güçlü kadın havasını, bölümlerin genel akışı içinde yansıtamaması da ‘Yüzleşme’deki aksaklıklar kervanında önemli bir yer tutmakta. Hande Doğandemir’in oyunculuğu karakterde sırıtmıyor ama sahnelerindeki hal ve tavırlarından, yıllar boyu acısını içinde tutan ve öcünü alma ateşiyle yanan bir kadın tablosunu da tam algılayamadık doğrusu.
Gözünü budaktan esirgememekte kararlı bir kadın değil de ürkek ve âşık bir kız havası soluttu bize. Karakterin sahnelerinde duygusallığın ön plana çıkartılması tıpkı Beren Saat’in ‘İntikam’ dizisinin başlarındaki hali gibi, intikam öyküsünün içine sokamadı izleyiciyi.
Yepyeni bir imaja bürünen Yeşim Ceren Bozoğlu’nun canlandırdığı Zümrüt’ün yönlendirmelerine rağmen, babasıyla ve Ömer’le karşılaştığı ilk anda yelkenleri suya indirecek gibi davranması işin özünü zedeledi ve çatışmacılığa meyilli izleyicinin beklentisini karşılayamadı. Bu olumsuzluk da Hande Doğandemir’in oyunculuğundan değil içeriğin yumuşak yorumundan kaynaklı.
Anlayacağınız… Dengeli senaryosunun, akıcılığının haricinde kasabanın ortasındaki çiçek dağının sırrı, kayıp ceset, Fikret’in baba yumuşaklığı ve kızını bulmanın sessiz coşkusundaki zarafet gibi fark yaratan detaylarıyla yerli dizilerin klişelerini yıkan güzelliklere sahip olsa bile…
Aynı sahneleri çiğneyip çiğneyip ağır tempodan servis ederek zamanımızı çalan, kısır diyaloglarıyla iç bunaltan veya silahları alabildiğine konuşturarak karanlık tipleri yücelten işler karşısında ‘Yüzleşme’nin iç dinamiklerinin izleyici algısına hitap gücü yetersiz kaldı.
‘YÜZLEŞME’NİN AKIBETİ NE OLUR?
Bu soru, ‘Yüzleşme’nin gerçekleriyle yüzleşirken, zurnanın zırt dediği yer aslında. Çünkü her konuda olduğu gibi insanlar klişelerin basitliğiyle ve ajitasyonla göz boyayanlara prim verdiği sürece, kaliteli ve farklı olanlar her daim kalıcılık problemi yani son dönemlerin moda deyişiyle ‘beka sorunu’ yaşayacaktır. İşte ‘Yüzleşme’nin hakkının yenmesinde asıl gerçek bu!
Diyeceğim o ki; Sadece Masal’ın intikamını değil, Zümrüt’ün Fikret’le olan derdini de bünyesinde barındıran… Her tarakta bezi olan Battal’ın, Halil’in, Yako’nun hikâyelerinden mafyatikliğe göz kırpan… Ömer ve Levent kanadından duygusallığa kayan… Gülder, Songül ve Seher ile hanım ağalığa el veren…
Seda Savcı üzerinden ortama adaletin sopasını sokan… Ve nihayetinde Fikret’in naif babalığını parfümün büyülü dünyasıyla harmanlayan… Senaryodan oyunculuğa; görsellikten yapımcılığa kaliteli bir iş olarak çıktı karşımıza, severek ve keyifle izlediğim ‘Yüzleşme’. Lakin çoğu iyinin karşılaştığı haksızlık gerçeğinden de kaçınamadı.
Durum böyleyken ekran yolculuğu nereye varır peki? Düşünmeden dizi harcamak alışkanlık haline gelmişken, ‘Zalim İstanbul’ ve ‘Yaralı Kuşlar’ı yakında devreye sokmaya hazırlanan Kanal D düşük reytinglere katlanır mı? Keşke katlansaydı diyeceğim ama… Zor görünüyor. Hele bir de ‘Erken final’ çığırtkanlarının internet medyasından gaz vermesi varken… Hem yapıma, hem emeğe, hem de kaliteden anlayan izleyiciye yapılan haksızlıklara bir yenisi daha eklenebilir kolayca.
Lakin ‘Çocuklar Duymasın’ gibi yıllanmış bir dizinin Kasım 2018’den bu yana reytingleri 3’ün altında dolanıp sıralaması da 23’üncülüğe kadar gerilemişken ona sezonu bitirme fırsatı tanınması, buna karşılık ‘Yüzleşme’nin defterinin kısa sürede dürülmesi de oldukça düşündürücü bir tablo yaratır açıkçası. Ama TRT dışındaki kanalların reyting tahammülsüzlüğü ve duyarsızlığı biliniyorken, bu çelişki ne oranda değer taşır, bilemem.
Dolayısıyla ajitasyona tenezzül etmeden derdini anlatmaya girişen ‘Yüzleşme’nin akıbetinin, tüm fark yaratma umudu uyandıran işlerdeki gibi, ‘Ekranda gerçek fatih, gönüller kazanan değil işini bilen ve reytingleri kapandır’ gerçeğine ermesi kuvvetle muhtemel! Tabii Kanal D’de noktalanma durumunda dizi, yolculuğunu sürdürecek başka bir kuruluş bulursa o başka.
‘Yüzleşme’nin kendi gerçekleriyle yüzleşip seyircisini yüzüstü bırakmaması temennisiyle…
Anibal GÜLEROĞLU