Pers mitolojisinden günümüze, çeşitli efsanelerde varlığını gösteren… Firdevsi’nin ‘Şehname’siyle güçlenen… Orta Doğu kültüründe Kaf Dağı’na yerleştirilen… Harry Potter maceralarında Phoenix olarak önemli bir yer tutan Simurg nam-ı diğer Zümrüdü Anka, şimdilerde töreli-konaklı FOX dizisiyle karşımızda.
Peki, tarihler boyu mistik varlığını sürdürmeyi başaran Zümrüdü Anka’nın özelliği nedir de bu denli revaçta? Çoğunluk bilse de kısaca açıklayalım bir kez daha.
Karanlıkta parlayan tüylere, iyileştirici gözyaşlarına sahip olduğu şeklinde efsaneleştirilen bir varlık oluyor kendisi. Genellikle dağların zirvelerinde yaşadığı varsayılan, göz alıcı görünümle resmedilen Zümrüdü Anka kuşunun en önemli yanıysa, yaşam döngüsünün sonuna geldiğinde kendiliğinden yanıp kül olmanın ardından küllerinden yeniden doğup tazelenmesi. Yani Zümrüdü Anka kuşu demek, ihtişam ve sonsuz yaşam-ölümsüzlük demek!
Şimdi bu mistik varlık tanımını alıp FOX ekranındaki Zümrüdü Anka tablosuyla karşılaştırsak… Dizinin adına temel teşkil eden Zümrüt karakterinin ve genel gidişatın, efsanevi Zümrüdü Anka kuşunun özellikleriyle bağdaştığını söyleyebilir miyiz? Kesinlikle hayır. Neden peki?
Öncelikle, ‘Kuzey Yıldızı’ hariç ciddi rakibin bulunmadığı Cumartesi akışında yer alma akılcılığı sayesinde reyting avantajı yakalayan dizideki Zümrüt karakterinin canlandırma zorlaması baş sorun çünkü! Sonrasında, senaryonun ekranda iş yapan ne kadar klişe varsa bünyesinde toplama zorlaması var ortada. Dahası, tüm bu zorlamaları daha da görünür kılan içerik mantıksızlıklarının da dizinin doğal olamayışında payı büyük.
Kısacası; Total’de ikinciliğe yükselip AB’de dördüncü gelen ‘Zümrüdüanka’, aldığı sonuçlarla görünürde başarılı sayılsa dahi, özünde ‘‘Zorlamayla ‘Zümrüdü Anka’ olunmaz ki!’’ dedirten türden bir yapaylıkta yol almakta. Gelin şimdi detaylara inerek netleştirelim eleştirimizi.
Çaputlu ağacın altında oturan Zümrüt’ün, küçüklüğünde dedesinin anlattığı Zümrüdü Anka kuşunun masalını tekrarlayıp en zor durumda bile bu kuş gibi küllerinden yeniden doğma öğüdünü dillendirerek açılışını yapan senaryo, ardından bir alt yazı ile 2019 yılının Suriye’sine götürdü bizi.
Karşımızdaki tabloda savaş ortamından ziyade dağda bayırda gezmeye çıkmışçasına yürüyen askerlerin baskına uğraması vardı. Peki, ne oldu burada? ‘Bu hikâye başlarken ben öldüm, yanıp küle dönüştüm’ diyen Serhat komutan ile arkadaşı bu baskında sağ omuzlarından birer kurşun yiyerek yığıldılar yere. Arkadan şehitlikteki hüzünlü anlar verildi ve ‘Babası sakat’ diye kaba bir vurgulamayla Zümrüt’ün ailesinin sefaletini açıklayan Adil amcanın mezar başı aşk itirafı izletildi.
Boş mezarın taşıyla konuşup ona dileğini söyleyen Adil’den, kuzusu kesilen küçük Songül’ün hüznüne geçtik birden. Böylece yoğun Ülfet gürültüsüne ve açgözlülüğüne maruz kaldık hepten. Sonrası malum zaten… Zümrüt’e musallat olup ‘İmanınız para’ diyen Vahap gereksizliği… Abbas’ın tacizciliği… Ülfet’in sefaletten sıyrılma dümenciliği. Gayri ne geliyorsa aklına koyuver gitsin.
Şimdi dizinin bu çok çeşnili başlangıç evresinden yola çıkıp geneline bakacak olursak… Bin düşünüp bir tepki verme hali sergileyen Zümrüt’teki performans sorunu geliyor ilk etapta! O ağacın altındaki yapay duruşu için çok düşünülmüş mü acaba diye sormayı geçtim, bakışlarında ne hüzün var ne de özlem. Öyle uzaklara hülyalı hülyalı bakıp duruyor.
Zaten izlediğimiz her durumda aynı bakış ve mimiksiz yüzle çıkıyor karşımıza. Mesela, kuzucuğun kesildiğini öğrenmenin ardından onu yemek için masaya oturması ve kardeşinin tepkisiyle sözde annesine kafa tutması… Bağırtıdan başka bir şey yoktu Zümrüt’ün jetonunun geç düştüğü bu sahnede.
Hele Hatice Aslan tarafından mükemmel biçimde yorumlanan annenin şiveli konuşması da devreye girince öfkeden ziyade komedi havası hâkim oldu ortama. Keza nikâh sonrası Serhat’ı karşısında görme hali de duygunun dibe vurduğu bir canlandırmayla sunuldu. Yahu insan öldü bildiği sevgilisini dipdiri görünce bir şaşkınlık ifadesi oluşmaz mı yüzünde? Ne bileyim küçük bir çığlık veya gözlerin büyümesi-ağzın açılması…
İşte bir şekilde insanın şaşkınlığı anlaşılır yüzünden. Ama bizim Zümrüt kız, yoğun makyajla iyice ifadesizleşen yüzüyle put gibi durup boncuk boncuk bakmayı sürdürdü. Salondan kaçtıktan sonra da bu duygusuz performans aynen devam etti.
Zümrüt kuşumuz, makyajını bozmamak için olsa gerek, gözyaşı dökmeden ağlayıp ‘Ne yapacağım’ diye dert yandı… Hem de Adil’in evlilik teklifini hemencecik Zümrüt’ün anasına yumurtlayarak tüm bu durumun fitilini ateşleyen boşboğaz Gülsüm’e. Sonra da Adil’in elini tutup gitti rahatlıkla.
Arkadaş, aşkın en güzeli, sevdanın en ölümsüzü böyle mi yaşanır? Ha sahi… Zümrüdü Anka küllerinden doğdu Serhat gidince, sevgi göstergesi dibe vurdu onun için de! Geçiniz. Zorlama performans, sıfır.
Gelelim ikinci bölümdeki Zümrüt ve Anka kuşu gidişatına. Burada da değişen bir şey yok. Adil vurulmuş yerde yatarken bir kez daha dedesinin Zümrüdü Anka masalından pes etmeme söylemine dalan ve ‘Zümrüdü Anka sadakati, gücü, pes etmemeyi bir de aşkı temsil edermiş’ diyen Zümrüt, konağa geldikten sonra Azimet’in yaptıkları karşısında da aynı tepkisizlikte.
Hani ‘Kapı duvar’ deyimi vardır ya işte bizim Zümrüt kuşun yüzü ve duruşu da aynen böyle! Mimik diye bir şey vardır, gözleriyle-beden diliyle konuşmak diye bir şey vardır… Var olmasına vardır da… Namevcut, masaldaki özelliklerden kesinlikle nasiplenmeyen ve zoraki küllerinden doğmaya çalışan Zümrüt kuşta!
Zümrüdü Anka mantığıyla bağdaşacak bir pırıltı veya küllerinden yeniden doğma halini hissettirmeyen ve doğallıkta dibe vuran bu olumsuz performans yönünü daha fazla gömmeden bir yana bırakıp biraz da mantık zorlamalarına değinecek olursak…
Önceliğimiz Serhat’ın ölü bilinmesi ve dirilip gelmesi üstüne… Sağ omzundan vurulan birinin ölmesi pek olası değil. Ayrıca kapıya gelen askeri görevlinin ‘Künyeden başka hiçbir şey kalmadı geriye’ şeklindeki beyanını da anlamak zor. Yani bu künye nereden bulundu? İlla ki bir ceset olması gerekmez mi, o askerin öldüğünü kesinleştirmek için?
Cesetler havan topuyla parçalansa bile DNA testi diye bir şey var ki dizicilerimiz çok meraklıdır bunu kullanmaya. Yani ota püsüre DNA testi yaptıran senaristler, şehit askerin kimliğini tespit için niye gerek görmemiş diyeceğim… Ama o vakit de Zümrüt ile Serhat küllerinden doğamazlardı ki efem! Dizinin adına uymak lazım dermişim.
Neyse… Yalap şalap bir künye beyanıyla öldü kabul edilen Serhat’ın birliğinden geriye kimsenin kalmadığı söylenmişken ikinci bölümde bir de baktık saldırı öncesi sohbet ettiği asker arkadaşı da sağ salim kurtuluvermiş. Ah ahhh mantık ya da mantıksızlık işte…
Küllerinden doğmak meğer ne kolay işmiş. Ha bu arada düğünü sanki önceden biliyormuşçasına şıp diye bulan Serhat’ın ‘Esir düştüm. Neler çektim neler’ havasında çıkıp gelmesi ama bu esnada dış görünümü ve giyim kuşamıyla hiç de bir şey çekmiş gibi durmama mantıksızlığını da unutmayalım. Yersen.
Böyle şıpın işi bir mantıksızlık da Adil’in balayı mekânı olarak bağ evine koşturması. Onca zenginliğe sahip biri, otelde kalıp adam gibi balayı yapmak yerine Allah’ın ıssızındaki bağ evine niye gitsin? Tamam, oğlu gibi sevdiği Serhat dirilmiş gelmiş. Onun için balayı olayı güme gidiyor da…
Aralarındaki husumetten dolayı her tür kötülüğü yapabilecek hale geldiği açıkça görünen Abbas eliyle hazırlatılmış bir ortama üstelik koruma da almadan gidecek kadar saf olur mu insan? Hadi bunu da geç, tabanca çektiğini göre göre arabadan inip işten kovduğun Vahap’ın karşısına dikilmek neyin mantığı?
Belli ki niyeti kötü. Bas geç yandan. Ama yok, hikâyenin klişeler dâhilinde gelişmesi için, Adil’in Zümrüt’ü Serhat’a emanet edip ölmesi ve akabinde Zümrüt’ün itilip kakılması lazım. Sahi Adil’i vuran ve Abbas’tan alacağı parayla Zümrüt’e sahip olma hayali kuran Vahap niye sıcağı sıcağına Zümrüt’ü kaçırmaya yeltenmedi de gidip nalları dikti pisipisine? Onu da mı geçelim? Peki. Yine de ‘Keşke bu süreç daha mantıklı bir senaryoyla ve doğallıkla gerçekleştirilseydi’ demekten alamıyorum kendimi.
Ateşli silahla yaralanıp öldürülen Adil’in ambulansla hastaneye götürülmüş olmasına karşın polisin devreye girmemesi de ayrı bir sorun. Ortada adli bir vaka var. Doktor rapor tutar, hastane polisi olayı yetkililere intikal ettirir. Otopsili-soruşturmalı süreç başlar.
Ama biz ne gördük? Bir an önce Zümrüt-Serhat töre evliliğini gerçekleştirmeye odaklanmak için cinayeti yok sayan senaryo sayesinde, sabahına apar topar gerçekleştirilen cenaze merasimini ve Kızılırmak kıyısına vuran Vahap’ın failini arayan polisin ‘Araç lastik izi’nden yola çıkarak Abbas’ı soruşturmaya çağırmasını! Lastik izinde Abbas mı yazıyordu mübarek? Pes, pes, pes.
Anlayacağınız dizinin mantık deformasyonunda yok yok. Serhat’ın evi terk eden Zümrüt’ü otelde nasıl kolayca bulduğu… Minnoşuyla hamam sefası yapan Abbas’ın adamlarının Gaziantep’teki İhsan’ın varlığını öğrenip onca yolu bir çırpıda gitme cevvalliği… Adil’in mal varlığını hangi ara Zümrüt’ün üstüne yaptığı… Ve nicesi sayesinde dizide mantık sizlere ömür.
Nihayetinde cümle klişeleri bünyede toplayarak yaratılan senaryo hali de ‘Zümrüdüanka’nın zorlaması olarak hedefimizde. Birkaç örnekle özetlersek… Tekorasyondan çoğ iyi annayan Ülfet’in paragöz anneliği mesela…
Tamam, performans şahane ama karakter fazlasıyla bildik ve gereksiz abartılarla basitleştirilmiş halde. Keza paragözlüğünü annesinden, numaracılığı kendinden olan kız kardeş Meliha… Anında Serhat’a göz koyarak annesiyle birlikte evlilik hayallerine dalan Meliha da klişelerin önde gideninden. Azimet deseniz, konağın büyükhanımı olarak gelinlerine hükmetme ve ‘İlle de töre… Kana kan’ deme derdindeki intikamcı babaanne klişesi.
Serhat da, aşkla öfke arasında gidip gelen ve bu arada ailedeki katakulliciyle mücadele derdine düşen ve töre uğruna evlilik gerçekleştirir görünüp ‘İstemem yan cebime koy’ havası estiren esas oğlan. Modern duruşuna karşın kumaya ‘Eyvallah’ diyen Nevcihan da ‘Ne olursa olsun kocamı bırakmam’ diyen ucuz kadın modeli olarak yerliyerinde.
Şehitli asker tablosunu ve Suriye konusunu içeriğine eklemeyi ihmal etmeyen dizide ayrıca Abbas karakteri var hedefimizde. ‘Ben ister miydim kardeşimi öldürmeyi, mamafih şartlar böyle gerektirdi’ derken bile Selim Bayraktar’ın oyunculuğuyla devleşen Abbas, ailenin kötüsü olarak mevcutlu. Neyse ki, karakterin klişeliğine karşın performans güzel!
Klişe demişken… Zümrüt ile Serhat’ın bir araya gelme süreci dizinin en baba klişesi. ‘Ceylan geliyor’ diye heyecanlanan kurt Abbas’ın hevesini kursağında bırakırcasına yol kesip adamlarını bacaktan kurşunlayarak Zümrüt’ü kurtarıyor ya Serhat… Bundan cesaretlenen Zümrüt de, ‘Seni çok seviyorum’ diyerek moda olduğu üzere silaha göğsünü dayayıp ‘İnanmıyorsan vur beni’ restini çekiyor…
Ve bingo! Töre gereği Zümrüt ile evin en büyük bekâr erkeği olduğunu söyleyen Serhat’ın evlilik kararı dilleniveriyor hemen. Serhat’ın ‘Zümrüt bu konakta benim karım olarak yaşayacak’ sözünden sonra Abbas iptal tabii.
Bu klişe harmanında hiç mi istisna yok? Var. Serhat Özcan tarafından canlandırılan Rüstem Baba… İlk bölümde ‘sakat’ sıfatıyla aşağılanma gafına maruz kalan karakter, karısına rağmen kızını kollamaya çalışıyor. Zümrüt’e namussuzluk damgası vuran Serhat’a ‘Kızımın namusuna laf edersen yaşatmam’ diyerek sahipleniyor kızını. Keşke törelerin konuştuğu yerde her baba böyle sahip çıksa evladına!
Namus ve töre demişken ‘Zümrüdüanka’nın da, kurgulardan gerçek yaşama ağızlara sakız edilen, ‘iffetsizlik’ detayından bolca faydalanıp hediye paketi misali gelinin beline bağlanan kırmızı kemerle sözde temsil edilen ‘iffet’ klişesinden eksik kalmadığını söyleyelim. Yarasın.
Özetle; Ekrandaki töreli-konaklı işlerden ziyadesiyle nasiplenip popüler kültür algısına uygun unsurları toplayarak ortaya karışık bir öykü çıkartan ve zorlama da olsa başarıyı yakalayan ‘Zümrüdüanka’, her telden çalan, bildik karakterlerle-akışla yaratılmış bir iş konumunda.
Aşkı, pes etmemeyi hissettiremediği de ortada. Ceren Yılmaz’ı es geçip Selim Bayraktar’ın performansının ve Alp Navruz’un hatırına izliyoruz o başka. Ama gerçek şu ki, Ceren Yılmaz’ın da eleştirilere kızmadan kendini geliştirmesi şart! Zira Anka kuşu gibi küllerinden doğabilmek için parıldamayı da, hüzünlenmeyi de, ölmeyi de bilmek gerek.
Masal okumakla olmuyor. Tıpkı Zorlamayla ‘Zümrüdü Anka’ olunamadığı gibi! Hem yükün tamamen Alp Navruz’un omuzlarına bırakılmasının olayın aşk yansımasını tatsızlaştıracağı da kesin. Hadi kolay gelsin.
SON SÖZ; Şu ‘iffet sorgulama’ merakına ve ‘iffetsizlik’ söylemine daha fazla bel bağlamayın bundan sonra. Kadınların iffetini bırakıp erkeklerinkini sorgulayın, kafaya takın biraz da!
Anibal GÜLEROĞLU