Abone Ol

17 yıl önce Siyaset Meydanı'nda FETÖ’yü anlattılar, başlarına neler geldi?

Sözcü gazetesi, o tarihte büyük tartışmalara sahne olan 18 Haziran 1999'da Ali Kırca'nın sunduğu Siyaset Meydanı'na katılarak FETÖ'yü anlatanların başlarına gelenleri yazdı.

17 yıl önce FETÖ’yü anlattılar, başlarına ne geldi?

SUNUCU ALİ KIRCA (KASET MAĞDURU)
18 Haziran 1999 tarihinde Ali Kırca’nın sunduğu ATV ana haber bülteni cemaat açısından şok geçirdikleri bir geceydi. Ali Kırca akabinde sunduğu Siyaset Meydanı’nda aşağıda isimleri geçen uzmanlarca konuyu değerlendirmişti. 23 Haziran 1999’da Ali Kırca Sabah gazetesinde şöyle yazmıştı:

“Son günlerin en can alıcı sorusu şudur: Düğmeye kim bastı? En çok merak edilen, en çok araştırılan, buna karşılık cevabı bulunamayan bu soruya en kestirme yanıtı verebilirim: Ben bastım.
Eğer geçen hafta konuyla ilgili bir Siyaset Meydanı programı yapmaya karar vermeseydim ve bunun sonucunda bazı kasetler ortaya çıkmasaydı, bütün bu gelişmeler yaşanmayacaktı. Öyleyse ‘Düğmeye ben bastım'.

Zamanlama da bana aittir. Kasetlerin derin devletin istemiyle yayımlandığı ya da uzun süredir elimizde olduğu ya da daha 40-50 kaset olduğu vb… Biliyorum ki hiçbiri doğru değil bunların…”


PROF. DR. NECİP HABLEMİTOĞLU (SUİKAST KURBANI)
1999 yılında ATV’deki programa katılan Prof. Dr. Necip Hablemitoğlu, 18 Aralık 2002’de fail-i meçhul bir suikaste kurban gitmişti. Öldürüldüğü için tamamlayamadığı Köstebek isimli araştırma kitabında Gülen hareketinin örgütlenmesini yazdı. Kitap, vefatından sonra bitirilememiş haliyle yayınlandı. İşte o programda söyledikleri ve Köstebek kitabının önsözü;

PROF. DR. TÜRKAN SAYLAN (ERGENEKON KUMPASI MAĞDURU)
Tıp doktoru, akademisyen, yazar, eğitimci, eski ÇYDD genel başkanı olan ve birçok konuda ödülleri bulunan ve yüzlerce yayını bulunan Prof. Dr. Türkan Saylan, Gülen yapılanması ile ilgili tehditleri dile getirdiği Siyaset Meydanı’nın konuşmacılarından biriydi. Yayında, “bunları konuştuğumuz için yarın başımıza ne gelecek, bilmiyorum” diyordu. Ergenekon kumpasının mağdurlarından oldu, aklandı. O dönem hakkında birçok iftira yayını yapıldı. Cemaat yayınlarından Todays Zaman, 2006’da ÇYDD’nin terör örgütü PKK’ya yardımcı olduğu, 2009’da ise Zaman Gazetesi ÇYDD kızlarının genç teğmenleri kontrol etmek için kullanıldığını belirtmişti.

ÇYDD davasında tüm dosyalar kopya çıktı!

O dönem ÇYDD Başkanı olan Türkan Saylan kanser tedavisi gördüğü hastaneden çıkarken şu açıklamalarda bulunmuştu:

“Hırsızlık güzel bir şey değil. Bir güzel kızımız okula başladığında evlenmiyorsa cemaatler biz bunu alacaktık, kapatacaktık, evlendirecektik diye bir düşünce var. Kızlarımızı Atatürk düşmanı yapmaya çalışıyorlar. Bazı basın bize iftira atıyor. AİHM’e başvuracağız.

Darbelerin Türkiye’den neler götürdüğünü gördük yaşadık. Ama hiçbir zaman istemeyiz böyle bir şeyi. Ama bunun bize kadar uzanması, belli basının iftirasıyla bugüne geldik. Ama bu balon patladı. Avrupa insan hakları’na kadar çıkacağız. Bütün dünya duymuş. Elimden geleni yapacağız.

Bunların hepsi sizler için. Giderken daha namuslu bir dünya bırakmak istiyoruz. Ülkemizi sattırmayız böldürmeyiz, hep birlikte bunun için çalışacağız.

Kafamda projelerimiz var, siz gençler için çalışıyoruz. Daha adaletli, adaletin tam işlediği, işkencenin olmadığı bir Türkiye istiyoruz. Biz bunları Atatürk’ün kızları olarak istiyoruz. O açıdan ÇYDD Atatürk ilke ve devrimlerini korumak için kuruldu.

Bir güzel kızımız okumaya başlayıpta 12/14 yaşında evlenmiyorsa o bir zarar veriyor cemaatlere. Her devrimin bir karşı devrimi olduğu gibi, cumhuriyet kurulduğundan beri cumhuriyetten zorluk görenler, hacılar hocalar, birden bire bir disiplinli rejime geçiliyor. Burada bir çok kişi mutlu oluyor ama birçok kişide kızıyor bu işe. Nefret ediyor bu sistemden.

Dinler insanlara temiz olmayı namuslu olmayı v.s öğretmeye çalışan bir sistem. Ama maalesef saptırılmış vaziyette. Her kafadan bir ses çıkıyor.

Kızları okutmamız cemaatlere zarar veriyor. Bu özellikler dinlerde yoktur. Dinler bize doğruluğu öğretiyor. Ama saptırılmış bir vaziyette. İnsanların ruhunu almaya çalışıyorlar. Her devrimin bir karşı devrimi var. Haksızlığı çocuklarımıza yapmamamız lazım. Bunların düzeltilmesi de eğitimle olur. Onun sistemi de düzelecek.”

Prof. Türkan Saylan, hastalığı ağırlaşmışken, gün doğmadan yapılan ev baskınından 35 gün sonra hayatını kaybetti. Son sözleri, “Ben bütün randevuları tamamladım. Bana düşen bütün görevleri yerine getirdim, ölüme hazırım” olmuştu.

EMEKLİ ORGENERAL KEMAL YAVUZ (ERGENEKON KUMPASI MAĞDURU)
1934 doğumlu Kemal Yavuz 1994 yılında emekli olduktan sonra köşe yazarlığının yanı sıra çeşitli televizyon programlarında strateji ve siyaset gibi konularda yorumculuk yaptı. Ergenekon davalarında “örgüt üyeliği” iddiasıyla tutuksuz olarak yargılandı. 5 Ağustos 2013 tarihinde yapılan karar duruşmasında 7 yıl 6 ay hapis cezasına mahkum oldu. 30 Aralık 2013 tarihinde İstanbul’da vefat etti.

Yavuz, 18 Haziran 1999’da Siyaset Meydanı’nda Fethullah Gülen’in röportaj formatında olan ve toplatıldığını söyleyen “Küçük Dünyam” adlı kitabının detaylarını anlatmıştı. Emekli Orgeneral Kemal Yavuz 2012’de Fethullah Gülen'in 1999 tarihinde Ankara DGM'de yargılandığı davanın iddianamesinin kendisinde bulunmasına ilişkin şunları söyledi: “Fethullah Gülen ile neden ilgilendiğimi izah edeyim. Ben Yüksek Askeri Şura (YAŞ) üyesiydim ve 8 YAŞ toplantısına katıldım. İrtica faaliyetleriyle ilgili olduğu iddia edilen subay ve astsubayların dosyalarını inceledim. Savcılık ifadelerini dinlediğimde Fethullah Gülen adına rastladım. Ben Fethullah Gülen'in halk ve devlet açısından tehlikeli bir kişi olduğunu her zaman ifade ettim” demişti.

GÜLSEVEN YAŞAR (ERGENEKON KUMPASI MAĞDURU)
Ergenekon davasında hakkında kırmızı bülten çıkarılan ve 179 ülkede “Kırmızı Bülten”le aranan Çağdaş Eğitim Vakfı Başkanı Gülseven Yaşer Odatv’ye 5 Ağustos 2014 tarihinde o programı ve sonuçlarını şöyle anlatıyor:

“Şimdi Gülay Göktürk'ten ya da diğerlerinden cemaati dinliyoruz. Daha önceleri de Ali Kırca'yı ve Ayşenur Arslan'ı yine bu kaset nedeniyle eleştiren gazeteciler oldu.

Bu kasetlerin daha önce kendilerine geldiğini, ama yayımlamadığını övgüyle anlatan meşhur bir gazetecimiz var: Reha Muhtar. Bu muteber şahsa, din adamı kisvesi altında çalışan birinin ülkenin anayasal güçlerini ele geçirme stratejisini anlatan görsel kaseti geliyor ve bir gazeteci olarak haber değeri taşıyan bu olayı kamuoyuna sunmuyor. Ve bununla da övünüyor.

Ve diğer bir duayen gazeteci de, vefat etmiş olan M.Ali Birand. Ali Kırca ve Ayşenur Arslan'ı eleştirerek, Onları 28 Şubatçı olmakla suçlamıştı. Oysa bu yayının, 28 Şubatçı haksız nitelemesiyle veya 28 Şubatçı olmakla hiç bir ilgisi yok. Çünkü, tamamen Sivil Toplum Kuruluşlarına gelen ve Fetullah'ın okul ve yurtlarında eğitim görmüş iki öğrenciyle başlayan olayların devamı.

Şimdi bakıyorum da, meğer sağduyu sahibi, gerçekleri görebilen ne kadar çok insan ve gazeteci varmış. Birdenbire, çok yükseklere taşınan malum şahsı ve cemaatini aşağılara sürüklediler ve hemen herkes ve pek çok kalem cemaat düşmanı oldular.

Bunlar, sinsice sürdürülen ve çağdaş Türkiye'nin tüm değerlerini yok edecek bir hareketin izlerini taşıyan Gülen'in onlarca kaseti yayınlanırken neredeydiler?

Küçük yaşta cemaatin eline düşen Anadolu'nun yoksul çocuklarının yaşam öykülerini hiç mi duymadılar, dinlemediler. İki tane cesur öğrencinin hayat hikayelerini yazdığı ve 206 Sivil Toplum Kuruluşundan oluşan Sivil Toplum Kuruluşları Birliği'nin 1998 yılında yayımladığı“HOCANIN OKULLARI” kitabını da mı görmediler.

Korku içinde basın mensuplarının karşısına çıkan ve yaşadıklarını birebir anlatan bu iki gence ne yazık ki bizlerden başka sahip çıkan olmadı. Yalnız bırakıldılar. Ve yine cemaatin eline düştüler. Diğer bir mağdur üniversite öğrencisinin, “Ceviz Kabuğu” televizyon programında söyledikleri de cemaatin gerçek yüzünü anlatıyordu.

Bütün belgeler ortadaydı. Ama bu kalemler, o zamanlar başka şarkılar söylüyorlardı. Gerçekten çok acı…”

Bu Gülen kasetiyle ilgili Ali Kırca ile birlikte ATV’de beraber yayımladığını belirten Ayşenur Aslan ise 7 Ağustos 2014’de Yurt Gazetesindeki köşesinde program hakkında şöyle değerlendirmede bulunuyor:

“Peki, 1999 yılında atv'de Ali Kırca ile birlikte yayınladığımız kasette ne diyordu Fethullah Gülen:

“ELE GEÇİRMEK İÇİN…”

“Arkadaşlarımızın mevcudiyeti İslami geleceğimiz adına bu işin garantisidir. Bu açıdan Adliye, Mülkiye veya başka bir hayati müessesede, bizim arkadaşlarımızın mevcudiyeti öyle ferdi mevcudiyetler şeklinde ele alınıp öyle değerlendirilmemelidir. İstikbalde yürümek için sistemin püf noktalarını keşfedin. (..) Fuzuli kahramanlık yerine ele geçirmeyi tercih edelim. Bu nedenle Mülkiye ve Adliye'de çalışan arkadaşlarımız için bu çok önemlidir.”

Neymiş?!

Fethullah Gülen, o kasette devletin hayati müesseselerinden söz ediyormuş. “Ele geçirmekten” dem vuruyormuş. Dahası, bunları Adliye ve Mülkiye gibi, devlet aygıtının kilit yapılanmaları için söylüyormuş.

O dönemde, bu sözlerin anlamını çözmemek için ahmak olmak gerekirdi. Ya da başka hesaplar peşinde koşmak…

Oysa, o günlerden bugüne gerek Ali Kırca'ya gerekse bana 28 Şubat'ın –dolayısıyla askerin- maşası muamelesi yapıldı. Bizim, bu kasetin dışında 28 Şubat andıcındaki diğer “uydurulmuş haberlerin hiçbirine itibar etmediğimizi, yayınlamadığımızı” görmediler. Göstermediler.

ÇEKMECEDEN ÇIKARILDI

Dahası da oldu. 1999 yılında atv Haber'de birlikte çalıştığımız Mahmut Övür, bundan 6 yıl kadar önce kaset meselesini yeniden gündeme getirdi. İddiaları ve tartışmayı ısıttı. Ama kendisini “ben o sırada ayrılmak üzereydim” diye sıyırdı. Ve bizleri ihbar etti.”

ESKİ DGM (DEVLET GÜVENLİK MAHKEMESİ)SAVCISI NUH METE YÜKSEL (KASET MAĞDURU)
Nuh Mete Yüksel, Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Savcısıydı. Son derece kritik konuları soruşturuyordu… Atatürk, Cumhuriyet karşıtlarına yönelik soruşturmalar açıyor, yürüttüğü soruşturmalar Türkiye’nin gündemini oluşturuyordu. Yüksel Gülen’in açıklamalarına yer verilen bu Siyaset Meydanı’ndan sonra o güne kadar kimsenin el atmadığı bir hazırlık soruşturmasını başlattı. Sanık Fethullah Gülen hakkında 11 Ağustos 2000 tarihinde ‘gıyabi tutuklama kararı’çıkardı. Nuh Mete Yüksel, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Özkök’e Fethullahçı yapılanmayı detayıyla anlattığını belirterek, “Orduda bu yapılanmaya sessiz kalındığını o an anladım. Ürkmüştüm” dedi. Arşivimde duran, “Okyanus Ötesindeki Vaiz” kitabımı yazarken de önemli ölçüde yararlandığım iddianamenin sayfalarını çeviriyor. Ve ağzından şu cümle dökülüyor: “Ben o zaman tehlikeyi görmüştüm…” Ve başlıyor anlatmaya…” Soruşturmanın başında 5-6 tanığım vardı. Bu örgütün içinde bulunmuş, yer almış, sonra ayrılmış gençler kendiliğinden gelmişti. Çok önemli bilgiler verip mahkemede tanıklık yaptılar. Kovuşturmanın bitmesine yakın tarihlerde hepsi tanıklıktan vazgeçti. Tehdit edilmişlerdi.Davamız 2 No’lu Ankara DGM’de devam ederken bilim insanı Necip Hablemitoğlu da öldürüldü. Necip Bey, Gülen konusunda çalışmalar yapmış bir insandı. Öldürülmeden önce ‘Köstebek’ isimli bir kitap yazmıştı. Hala Fethullahçı örgüt tarafından öldürüldüğü kanaatindeyim. Delillerinin de günün birinde ortaya konulacağına inanıyorum.”

Sözcü