Özdil, İmamoğlu'nun, selamlaşmadan önce kollarını açarak Osman'a "Size sarılabilir miyim hanımefendi?" diye sorduğunu aktardı.
Yılmaz Özdil, Sözcü'de "Osmanlı’yla Cumhuriyet’in kucaklaştığı an" başlığıyla yayımlanan yazısında "Hemen önümde yürüyorlar. Kolkola, merdiven basamaklarını çıkıyorlar. Biri, padişah Abdülhamid'in gelini, sarayda dünyaya gelen son şehzade ve hanedanın son reisi Osman Ertuğrul'un eşi, prenses Zeynep Osman. Diğeri, 470 yıl boyunca Osmanlı'ya başkent olan, 1453'te Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedilen, 1923'te Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurtarılan İstanbulumuzun, şehremini Ekrem İmamoğlu" ifadesini kullandı.
Özdil şöyle devam etti:
"Gelenekle geleceğin, Osmanlı'yla Cumhuriyet'in kolkola yürüdüğü, muhteşem bir buluşmaydı.
Nasıl oldu derseniz… Cuma günüydü, telefonum çaldı. Arayan, Zeynep Osman'dı. ‘İstanbul'un başkanına tebrik ziyareti yapmak istiyorum, sizin de bulunmanızı istiyorum’ dedi, ‘hay hay’ dedim.
Zeynep Osman, baba tarafından Afgan prensesi, eşi tarafından Osmanlı gelini, kelimenin tam manasıyla dünya vatandaşı, ama her şeyden önemlisi, çocukluğunda Boğaz'da, Bebek sahilinde yüzen, doğma büyüme, hakiki bir İstanbul hanımefendisi… Osman Ertuğrul'un sürgün hayatı döneminde yerleştikleri New York'ta yaşıyor, gel gör ki aklı, kalbi, akrabaları dostları hep burada, kış ve yaz mevsiminde, yılın uzunca bölümünü Türkiye'de, evinde geçiriyor. Yine böyle yurda gelmişti ve hemen telefonu tuşlamıştı.
’Adak adadım’ dedi. ‘Ekrem İmamoğlu'nun kazanması için adak adadım'
’Arkadaşlarımı akrabalarımı New York'tan telefonla araya araya adeta bunalttım, hasta olsanız bile, eliniz ayağınız tutmayacak durumda olsanız bile gidin, muhakkak oy verin dedim, seçim günü gene tek tek aradım, kazanması için dualar ettim.’
Nişantaşı'da buluştuk. Başkan'a vermek üzere çok zarif bir çiçek yaptırmıştı. Saraçhane'ye doğru yola çıktık. ‘İlk kez tanışacağız ama aslında kendisini sanki çok yakından tanıyor gibiyim, samimiyeti ve sıcacık gülümsemesi bende böyle bir his uyandırıyor’ dedi. Sanki yıllardır hayatımızda gibi değil mi? ‘Hakikaten çok enteresan, sadece gazetelerde gördüğüm halde eşini, hatta çocuklarını bile kendime çok yakın hissediyorum’ dedi. Büyükşehir belediyesine geldik.
Ekrem başkan o her zamanki tevazusuyla kapıda karşıladı. Merhabadan bile önce, kollarını iki yana kocaman açarak ‘size sarılabilir miyim hanımefendi?’ dedi. Prenses de aynı sıcacık coşkuyla, ‘e onun için geldim zaten’ dedi.
Birbirlerini ilk kez yüz yüze görmelerine rağmen, birbirlerini yıllardır çok yakından tanıyormuşçasına, sevgiyle, özlemle, kucaklaştılar.
Kol kola girdiler… İstanbul büyükşehir belediye başkanının çalışma odasına doğru, merdiven basamaklarını çıkmaya başladılar. Gelenekle geleceğin, Osmanlı'yla Cumhuriyet'in kol kola yürüyüşüne şahit olmanızı isterdim.
Başkanın çalışma odasına geldik. Makam odası demiyorum, çalışma odası diyorum… Çünkü bu zarif oda, makam, mevki, gösteriş veya lüks gibi kavramları yansıtmıyor, koltuklarından halısına, renklerine kadar, vakarlı bir duruş yansıtıyor.
Mustafa Kemal Atatürk'ün, vatandaşı can kulağıyla dinlemesini resmeden, halkın egemenliğine, demokrasiye dair çoook şey anlatan tabloya bakarak, oturduk.
Doğrusunu isterseniz, benim için de ilkler barındıran bir an'dı. İzmir'den İstanbul'a mesleğim gereği 25 yıl önce 1994'te taşındım, benim geldiğim yıl İstanbul'u Tayyip Erdoğan kazanmıştı, 25 yıldır aynı zihniyet yönetiyordu, dile kolay, İstanbul'un İzmir gibi bir yönetime kavuşmasını çeyrek asır bekledim. Ve, 25 yıldır İstanbul'da yaşayan, 25 yıldır İstanbul'da çalışan bir gazeteci olarak, İstanbul belediyesinin kapısından içeri ilk kez girdim, ilk kez kabul edildim. İstanbul belediyesinin kapıları, 25 yıldır ilk kez, ötekileştirmeden, dışlamadan, senden-benden diye ayırmadan açıldı. Benim açımdan, İstanbul ilk kez benim şehrim oldu.
Oturduk. Başkan ‘hoş geldiniz’ dedi. Prenses Zeynep Osman ‘asıl siz hoş geldiniz’ dedi!
’Asıl siz hoş geldiniz… Çok istedik sizin gelmenizi, çok bekledik sizin gelmenizi, adak adadım sizin kazanmanız için, artık memleketin kesinlikle mantalite değişikliğine ihtiyacı vardı, zihniyet değişikliği şarttı, siz işte bunu getirdiniz, ümidimiz oldunuz, hoş geldiniz’ dedi
Sohbet ettik… İstanbul'a dair gözlemlerini anlattı Prenses. Şikayetlerini dile getirdi. Öneriler getirdi. Sorular sordu. Ekrem İmamoğlu, vatandaşı can kulağıyla dinleyen Atatürk tablosunu çalışma odasına boşuna asmamış, hakikaten can kulağıyla dinledi. Tek tek yanıt verdi.
(Biz onu sanki yıllardır İstanbul büyükşehir belediyesini yönetiyormuş gibi benimsedik, içselleştirdik ama, Ekrem İmamoğlu sadece 35 gün gibi çok çok kısa bir süredir görevde… Bu kadar kısacık süreye rağmen, vaziyete, şirketlere, tamamen hakim olmuş durumda… En geç bir ay içinde İstanbul'un parasına, harcamalarına dair, yıllardır neler olup bittiğine dair, çıplak gerçekleri bütünüyle görmemizi sağlayacak.)
(Chp'li 11 büyükşehir belediyesinin ortak akıl yürüteceği, sadece bu şehirlerimizi değil, bütün Türkiye'yi kalkındıracak bir projeyi anlattı. 11 belediye deyip geçmemek lazım… Çünkü, bu 11 büyükşehirde, nüfusumuz yarısı, 39 milyon insan yaşıyor, aynı zamanda, bu 11 büyükşehir, Türkiye ekonomisinin yüzde 70'ini üretiyor. Detayları duyurulacak, şimdilik şu kadarını söyleyeyim, dinlediğimde ne kadar heyecanlandığımı size anlatamam.)
Yılbaşından bu yana kesintisiz seçim atmosferinde olmasına rağmen, üst üste mitinglerin yorgunluğuna rağmen, yüz binlerce insanla birebir temas halinde olmasına rağmen, bir değil iki defa seçim gerginliği yaşamasına rağmen, son derece dinç görünüyor Ekrem İmamoğlu…
Düzensiz tempoya rağmen kilo almamayı başarmış. Kahve içmiyor. Yeşil çay içiyor. Bol su tüketiyor. Günde en fazla dört saat uyuyabiliyor. ‘Dinlenmeye biraz vaktim olsa bile, içimden bir ses bir an önce işinin başına gitmelisin diye dürtüyor’ diyor.
Bakmak zorunda olduğu bürokratik işler nedeniyle, toplantılar nedeniyle, ziyaretler nedeniyle, her gün uzunca sürelerde belediye binasında bulunmak zorunda kalıyor, bundan çok sıkılıyor, elinden gelse 24 saatini sokakta, vatandaşlarla birlikte, konuşarak, dinleyerek, bizzat gözlemleyerek geçirmek istiyor. Bürokratik işleri yoluna koymak için kendisine bayrama kadar süre tanımış, ‘bayramdan sonra artık sürekli sahadayım’ diyor.
Ailesini çok özlüyor… Eşinden, çocuklarından bahsederken, gözlerinden hüzün bulutu geçtiğini görüyorum.
(Doğrusunu isterseniz, meslek hayatım boyunca, aileyle maileyle alakası olmayan, kendi koltuğundan başka hiçbir duygusu bulunmayan binlerce siyasetçi tanıdım… Elbette Ekrem başkanla çok onur duyuyorlardır ama, böylesine fedakarlıkta bulunmak zorunda kaldıkları için, İmamoğlu ailesi adına üzülüyorum.)
Sohbet güzel… Ama, tadında bırakmak lazım. Kalkmak için hamle yaptık. ‘Bir saniye lütfen’ dedi başkan.
Bir tablo getirtti. Minyatür tekniğiyle hazırlanmış. Ayasofya… Günün hatırası olarak Zeynep Osman'a hediye etti.
Yine kol kola girdiler. Kapıda karşıladığı gibi, yine kapıya kadar uğurladı başkan.
Sarılarak ayrılırken, sanırım hepimizin düşüncelerine tercüman olarak, tane tane şunları söyledi Prenses Zeynep Osman…
’Sizin gibi genç, dinamik, vatanını seven, ömrünü bu hususta vakfetmeyi göze almış, başaracağından emin, aklı selim sahibi, İstanbul gibi karmaşık ve zor bir şehrin mesuliyetini yüklenmiş, Atatürk ilkelerini benimsemiş bir başkanla tanışmak, beni fazlasıyla memnun etti, yolunuz açık olsun, Allah'tan size yardımcı olmasını bütün kalbimle temenni ederim.’"