Bağımsız İstanbul Milletvekili Ahmet Şık, 11 Eylül 2020 tarihinde operasyona çıkan askerler tarafından gözaltına alınıp helikoptere bindirildikten sonra, 20 gün komada kaldıktan sonra 30 Eylül 2020’de ölen Servet Turgut ve yaralı olarak kurtulan Osman Şiban’ın yurttaşların helikopterden atıldıkları iddiası ve vatandaşların yaşadıklarının izini sürdü ve olayın üstündeki örtüyü kaldırdı.
Ahmet Şık ile çalışma arkadaşı Yılmaz Ruhi Demir tarafından hazırlanan ‘Faillerin Yalanı Devletin Lincini Örtmek İçin Nasıl “Gerçeğe” Dönüştü- Van - Mersin, Ekim 2020’ Raporu’nda , helikopterle alay komutanlığına getirilme sürecinde iki köylünün uğradıkları ağır bir şiddete ve yüksekten askerlerin arasına itildiklerine yer verildi.
Köylülerin bu sırada da öldüresiye dövülmelerinin sonucunda Servet Turgut'un hayatını kaybettiği belirtildi.
Helikopterden atıldıkları iddiasının ise işkenceyi gizlemek isteyen askerlerin, "helikopterden düştüler" beyanı ile dolaşıma girdiği ifade ediliyor.
İŞTE AHMET ŞIK'IN YOUTUBE KANALINDA YAYINLANAN O GÖRÜNTÜLER
Rapordan bazı bölümler şöyle:
A- KONU:
Van Çatak ve Şırnak Beytüşşebap sınırları arasında kalan kırsal alanda bulunan Çığlıca Köyüne bağlı Sürik (Yoğurtlu) Mezrası’ndan (Medyada Çatak’a bağlı Andiçen Köyü Sürik mezrası olarak da anılmıştır) 11 Eylül 2020 tarihinde operasyona çıkan askerler tarafından gözaltına alınıp helikoptere bindirildikten sonra koma halinde hastanede bulunan ve 20 gün komada kaldıktan sonra 30 Eylül 2020’de ölen Servet TURGUT ve yaralı olarak kurtulan Osman ŞİBAN adlı yurttaşların helikopterden atıldıkları iddasıyla ilgili saha araştırması, keşif, tespit, görüşmeler ve doğruluk kontrolü raporu.
B- YÖNTEM:
Rapora konu olayla ilgili inceleme ve tespitlerde bulunmak üzere Bağımsız İstanbul Milletvekili, Gazeteci Ahmet ŞIK ve çalışma arkadaşlarından Yılmaz Ruhi DEMİR’den oluşan bir ekip ile kronolojik olarak; 22 Ekim 2020 Perşembe günü, avukatlar ve köy sakinlerinden bir kişi ile birlikte Sürik (Yoğurtlu) Mezrası’nda gözaltı işleminin gerçekleştiği yere gidilerek keşif ve incelemelerde bulunulmuştur.
23 Ekim 2020 Cuma günü, Van il merkezinde olay ve iddialarla ilgili bilgi sahibi de olan çok sayıda tanık ve mağdurların vekaletini üstlenen avukatlarla görüşülmüştür.
Olay ve iddialarla ilgili yetkili makamlar olan Van Valisi, İl Jandarma Alay Komutanı, Van Cumhuriyet Başsavcısı ve soruşturmayı üstlenen Savcı ile görüşme yapılmak istenmişse de kendilerine iletilen randevu talepleri reddedilmiştir.
27 Ekim 2020 Salı günü, yaralı olarak kurtulan ve taburcu edildikten sonra yakınları tarafından, ikameti olan Mersin’e götürülerek tedavisi bu kentte sürdürülen Osman ŞİBAN ve olayla ilgili bilgi/tanıklığı olan muhtelif kişilerle görüşülmüştür.
YETKİLİ MAKAMLARIN TUTUMU:
Yetkili makamlarla görüşme yapılmak istenmesine rağmen Van Valisi Mehmet Emin BİLMEZ, Van İl Jandarma Komutanı Tuğgeneral Yüksel YİĞİT, Van Cumhuriyet Başsavcısı Oğuzhan DÖNMEZ ve olay ve iddiaları soruşturmakla görevlendirilen Van Cumhuriyet Savcısı İsmail KÖKER randevu taleplerine olumlu yanıt vermemişlerdir.
Van Valisi Mehmet Emin BİLMEZ’in özel kaleminden 23 Ekim 2020 günü herhangi bir saat için randevu alınmak istendiğinde Ahmet ŞIK’ın ne kadar süreyle Van’da olacağı sorulmuş, ardından cevaben aranarak Vali BİLMEZ gün boyunca Erciş ilçesinde programı olduğu belirtilerek randevu verilemeyeceği söylenmiştir.
Van Cumhuriyet Başsavcısı Oğuzhan DÖNMEZ’e, özel kalemi vasıtasıyla iletilen randevu talebine ise nezaketen dahi olsa herhangi bir yanıt verilmemiştir. Ahmet ŞIK’ın 23 Ekim 2020 günü Başsavcı DÖNMEZ’i Van Adliyesi’ndeki makamında randevusuz ziyaret girişimi ise yine özel kalemi tarafından “Başsavcının işlerinin yoğunluğu” gerekçe gösterilip “Biz sizi arayalım” denildikten sonra bir kez daha reddedilmiş ve geri bildirim yapılmamıştır.
Van Cumhuriyet Savcısı İsmail KÖKER, olay ve iddialarla ilgili soruşturmayı yürüten kişi olması nedeniyle randevu talebi iletildiğinde, telefona bizzat kendisi yanıt vererek “Şu anda ifade alıyorum öğleden sonra arayın” karşılığını vermiş ancak daha sonraki aramalara yanıt vermemiştir. 23 Ekim 2020 günü Savcı KÖKER Van Adliyesi’ndeki makamında randevusuz ziyaret edilmiş ancak odasında bulunamamıştır.
Gözaltının gerçekleştiği Sürik Mezrası’nda yapılması istenen keşif talebinin savcılık tarafından “bölgenin güvenli olmadığı” gerekçesi ile reddedildiği öğrenilmiştir.
Van İl Jandarma Komutanı Tuğgeneral YÜKSEL YİĞİT, yine Ahmet ŞIK’ın TBMM makam sekreteryası tarafından aranarak 23 Ekim 2020 günü herhangi bir saat için randevu talebi iletilmiş, talep telefona çıkan haber astsubayı vasıtasıyla emir subayına iletilmiştir. Daha sonra sekreteryaya yapılan geri bildirim ile Ahmet ŞIK’ın muhtemelen iktidarı paylaşan AKP ya da MHP vekillerinden biri olduğu düşüncesi ile, ŞIK’ın Van’a kaçta geleceği sorulmuş, uçağın iniş saatine göre bir karşılama aracı gönderebilecekleri iletilmiştir. Sekreterya tarafından ŞIK’ın Van’da olduğu yanıtı verildikten yarım saat kadar sonra, haber astsubayı tarafından yapılan geri bildirim neticesinde Tuğgeneral YİĞİT’in Alay’da olmayacağı ve bu nedenle randevu veremeyecekleri yanıtı alınmıştır.
OLAYIN OLUŞUMU/TESPİTLER:
Servet TURGUT ve Osman ŞİBAN, üç örgüt mensubu ve üç askerin öldüğü bu çatışmadan sonra, askerler tarafından bölgede yapılan arama tarama faaliyetleri sırasında gözaltına alınmışlardır. Olay günü çocuklar dahil köyde 13 kişi bulunmaktadır.
TANIKLARIN ANLATIMLARINA GÖRE YAŞANANLAR:
Köy sakinleri, 11 Eylül 2020 günü saat 05.00 sıralarında sabah namazına kalktıkları sırada kuvvetli bir patlama sesi duyulduğunu, patlamanın şiddetiyle evlerin sarsıldığını, patlama sesinden yarım saat kadar sonra hava tam aydınlanınca bulundukları yere Google Earth programına göre (Olaya ilişkin tüm konumlar, mesafe ve bölgeler ilgili bağlantıdaki interaktif haritada görülmektedir)8 kuş uçuşu en yakın mesafesi yaklaşık 1.3 kilometre ötedeki dağlık alanın olduğu yerde uçuş halinde ve iniş yapan çok sayıda helikopter gördüklerini ifade etmektedir.
Daha sonra köylüler gündelik işlerini görmek üzere çalışmaya başlamışlardır. Öğlene doğru Osman ŞİBAN’ın evinin arka kısmına bir helikopterin iniş yaptığını ve içinden silah ve teçhizatlı olarak donanmış, kamuflaj kıyafetleri içinden 20 kadar askeri indirdikten sonra yeniden havalandığını anlatan köylüler, “Herkesi köyün açıklık alanında toplayıp diz çöktürdüler. Kimlik kontrolü yaparlarken bize, ‘Buraya teröristler geliyor mu?’ ‘Kimler gelip gidiyor?’, ‘Siz teröristlere yardım ediyor musunuz?’ diye sordular. ‘Öfkeliyiz. Acımız var. Yüzbaşımızı şehit verdik. Acısını sizden çıkartırız’ diyerek birkaç kişiyi tokatladılar. Kendilerine başsağlığı diledik, “Siz asker bizde vatandaşız ama yüzbaşı bizim de komutanımızdır. Sizin şehidiniz bizim de şehidimizdir. Buraya gelip giden olmaz. Biz de kendi işimizde gücümüzde insanlarız” dedik. Ama hınçla davranıyorladı.” demiştirler.
Askerlerin daha sonra tehditler savurarak yaya halde köyden ayrılarak araziye dağıldığını anlatan köylüler kendilerinin de işlerini görmeye devam ettiklerini belirtmiştirler. Servet TURGUT ise diğer köylülerden ayrılarak saman çuvallamak için yayla diye tabir edilen ve Google Earth programına göre köye kuş uçuşu yaklaşık 700 metre mesafede olan tarlasının bulunduğu yere gitmiştir.
Köy sakinleri akşam 16.00-17.00 sıralarında askerleri yeniden karşılarında bulmuşlardır.
Osman ŞİBAN’ın Ahmet ŞIK ile görüşmesi kapsamında anlatımlarına göre yaşananlar şöyle gelişmiştir:
“Ben zaten evin önünde, çoluk çocuğun yanındaydım. Çay içiyordum. Tam hatırlamıyorum ama akşamdı saat 4-5 gibi vardı. Baktım Servet TURGUT’u getiriyorlar. İki kolunda iki asker, arkasında da silahını beline dayamış bir başka asker olduğu halde kalabalık bir grup asker geliyorlardı. Servet’in başına çuval gibi bir şey geçirmişlerdi. İçimden, ‘Vallahi bunlar gelmiş ama çok tehlikeli askerlerdir. Acaba neden böyle yaptılar?’ diye geçirdim. Korkmuştum. Bana doğru geliyorlardı. 100-150 metre benden uzaktalarken, ‘Osman ŞİBAN kim?’ diye bağırıyorlardı. Ben de çay içiyordum dışarda. Servet’i öyle görüp de benim adımı bağırınca bardağım elimden düştü. Elimi kaldırdım ‘Osman ŞİBAN benim’ dedim. ‘Gel lan buraya!’ dediler. Ayağa kalktım o sırada yanıma gelmişlerdi. Servet’in kafasındaki çuval benzeri şeyi de çıkarmışlardı. ‘Servet TURGUT, Osman ŞİBAN bu mu?’ diye sordular. ‘Evet budur’ dedi. ‘Osman ŞİBAN bu mu, doğruyu söyle’ diye bağırıyorlardı. Tam 3 sefer sordular üçünde de öyle söyledi. Sonra benden kimlik istedi verdim. Kimliğe baktı Servet TURGUT’u göstererek bana ‘Sen bu adamı tanıyor musun?’ diye sordu. ‘Tanıyorum, Servet TURGUT’tur. Zaten benim yeğenimdir nasıl tanımam’ dedim. ‘Bizimle gel’ dediler ve 4-5 asker beni yakalayıp kollarıma girdiler. Ben çoluk çocuğa ‘Korkmayın. Beni geri gönderecekler, ben geleceğim’ dedim. Bizi sardıktan sonra alıp otun (samanların) olduğu yere götürdüler.”
Osman ŞİBAN askerlerin neden adını sorarak kendisini gözaltına aldıklarına dair soruya da şu yanıtı vermiştir:
“Çatışmaların yaşandığı yerlerin yakınında koçerler vardı. Koçerlere sormuşlar ‘Siz nereden geldiniz, kim sizi getirmiş buraya?’ diye. Koçer de “Bu yaylayı Osman bana verdi’ demiş. Adımı oradan öğrenmişler. Ben köy sahibiyim, ev sahibiyim. Buralar dedemin yeridir. Ben öyle saygısız da gitmem oraya. Tapuları da hepsi bizim cebimizde. Koçerler, ‘Ben bu yaylayı Osman’dan kiraladım, parasını da Osman’a verdim. İzinsiz buraya gelmedim, yayla Osman’ındır’ diyorlar. Koçerler öyle diyor askere. Benim ismimi veriyor orda. Asker de ‘Osman nerede?’, deyince bizim köyü söylüyorlar. Asker iki parça oluyor. Biri, bir dere var, derin bir dere, o dereden geçiyor, biri de ta bizim köye geliyor. Bizim köyün yukarda o tepeye geliyor Servet’i görüyor. Servet saman doldurmuş çuval dikiyor, elinde sujin var, biz sujin diyoruz, çuvaldız. Ağzını dikiyor. Onun yanına geliyor, ne yapıyor, ne ediyor bilmiyorum, dövüyor ne yapıyor, ondan sonra diyor ki ‘Gel Osman’ı bana göster’. Servet’i alıyor köye getiriyor.”
Bu sırada yaşananlara şahit olan diğer köy sakinlerinden birkaçı askerlerin arkasından akrabalarını takip etmeye başlamış, yaklaşık 300 metre kadar sonra askerlerin tehdit edip takipten vazgeçmeleri yönündeki uyarısı üzerine köyün hemen çıkışında bulunan ve saman yapılan alana Google Earth programına göre köye kuş uçuşu yaklaşık 400 metre mesafede bulunan bir tepelik alana çıkarak, olan biteni oradan izlemeye başlamışlardır. Askerler, Servet TURGUT ve Osman ŞİBAN’ı alarak saman çuvallanan alanda bekleyen diğer askerlerin yanına götürmüşlerdir. Köy sakinlerinin “bir ateş, bir duman yaktılar” beyanlarından anlaşıldığı kadarıyla, askerlerin tahliye için helikopter çağırmak amacıyla bir işaret fişeği çakarak beklemeye başladıklarını belirten köylüler bu sırada Servet TURGUT ve Osman ŞİBAN’ın darp edildiğini gördüklerini de söylemişlerdir.
Ağabeyinin gözaltına alınmasına tanık olan ve askerlerin ilk olarak 11 Eylül 2020 günü öğle saatlerinde köye geldiklerini belirten Cengiz ŞİBAN’ın anlattıklarına göre ise yaşananlar şöyle gerçekleşmiştir:
“Osman’ın evinin arkasına, kalıntıların olduğu yere helikopter indi. Köyün çevresine, ilerlerine, her tarafına asker gelmişti. Bize, ‘Buralardan kimler geliyor geçiyor?, ‘Bu köyde kaç kişi var?’ dediler. İki, üç aileyiz. Her sene Mayıs ayında gelip Eylül, Ekim’de gidiyoruz dedik. ‘Başka insanlar geçiyor mu?’ diye sordular. ‘Bilmeyiz. Burada her tarafta yörükler, koçerler var, mandıracı her taraf. İlkbaharda geliyor onlar. Mart’ta Mayıs’ta çıkıyorlar, sonbahara kadar orda kalıp dönüş yapıyorlar’ dedim. Bazılarımıza vurdular bu sırada. Ondan sonra çekip gittiler. Akşam 5 gibiydi. Askerler Servet’i alıp getiriyorlardı. Biri bir kolundan, biri diğer kolundan tutmuştu. Bir de arkalarındaki asker silahının namlusunu dayamıştı sırtına. Servet’in kafasında beyaz bir şey vardı, onu çıkarttılar köy meydanında. Dedi ki ‘Osman kim?’. Bu da (ağabeyini gösteriyor) çay içiyordu. Osman elini kaldırdı ‘Benim” dedi’ Servet’i de getirdiler yanına. Servet’e ‘Bu Osman mı?’, Osman’a da ‘Bu Servet mi?’ diye sordular birkaç kez. Osman, ‘Evet, yeğenimdir’ dedi. Sonra kimliğine bakıp yaka paça aldılar. Yani itekleyerek götürdüler. Bir insanı nasıl bir kuş alıp yakalayıp götürüyor öyle, teklemeyerek götürdüler. Onlar 200 metre geçti bizi. Ben de arkalarından gittim. ‘Gelin bunlar hırslı, hırs var bu askerlerde’ dedim. Köy çıkışındaki tepelik alanın orada askerler ‘Gelmeyin arkamızdan’ dedi. Dört kişiydik, Osman abimin eşi, ben ve iki çocukları. Biz o tepeye vardığımızda onlar samanların oraya vardı.
Biz o tepeden izliyoruz. Oradan bir tane ateş yaktı, işaret verdi. 10 dakika sürmedi helikopter indi onların etrafına. Asker böyle, bir çembere almışlardı Servet ve Osman’ı. 15-20 asker vardı. Bir grup asker bindi, Servet ve Osman’ı attılar içine, dışarda çok asker kaldı. Bunları aldılar sonra helikopter havalandı. Sonra zaten akşam karanlığı oldu biz de net göremedik. Zaten helikopter de gelmedi. Askerler de orada kaldı. O tepelerde, ileride karşı tarafta, dağda asker vardı. Üçüncü gün operasyon kalktı. Ayın 14’ü olmuştu. Ben bir ata bindim, ulaşım yerine gitmek için. 2-3 saat sürüyor ulaşım yeri orada telefon çekiyor. Oradan biraderlerle konuştuğumda bana ‘İkisi de Van Eğitim Araştırma Hastanesi’nin yoğun bakımında’ dediler. O anda bir şok yaşadım. ‘Nasıl olur, sağlam götürdüler. İkisini de bizim yanımızdan aldılar’ dedim. Oradan Van’a gidecektim ama aile kuşkulanıp üzülür diye vazgeçtim ve hep beraber gitmek için köye döndüm. Araba ayarlamıştık gece yarısı geldi. Biz de toparlanıp Van’a hastaneye gittik. Orada bizi görüştürmüyorlardı. Sivil askerler, polisler vardı. Akrabalarımız gelmişti.”
Servet TURGUT ve Osman ŞİBAN’ı alarak havalanan helikopterin, Google Earth programına göre köye kuş uçuşu yaklaşık 90 km mesafede olan Van İl Jandarma Alay Komutanlığı’na doğru uçuşa geçtiği düşünülmektedir.
Şiban’ın Alay Komutanlığı’na götürüldüğü ise Osman Şiban’a ait kişisel eşyaların avukatı Jında Rugeş KOÇAK’a iade edildiğini gösteren 02 Ekim 2020 tarihli, teslim tesellüm tutanağından anlaşılmaktadır.
Osman ŞİBAN gözaltı sonrası uçuş sırasında helikopterin içinde neler olduğunu şöyle anlatmıştır:
“Bizi otun oraya götürdüler. Sonra baktım bir helikopter geldi oraya indi. Bizi döverek helikoptere bindirdiler. Birkaç asker de bizimle bindi ama çoğu aşağıda otun orada kaldı. Helikopterde, tam hatırlamıyorum ama 20 kadar asker vardı. Ne köyden alırken ne de helikopterin içinde bizi suçlayan hiçbir şey söylemediler. Ben öyle bakıyordum askere benim yüzüme yumruğu yapıştırdı. ‘Bakmak yasak, konuşmak yasak, sağa sola bakmak yasak’ diyerek bana vuruyordu. Yüzüme vuruyordu hep. Servet’e de vuruyorlardı. Helikopterin içinde kaç tane yumruk ağzıma vurdular. Helikopterin içinde iki tane cenaze vardı, örgüt mensuplarıymış. Böyle poşet gibi bir çuvalın (Ceset torbası) içine torbalamışlardı. Birini açıp başını çıkarttılar, yüzünü gösterdiler ölenin. Bana ‘Sen bunu tanıyorsun’ dediler. Ben tanımıyorum, ne bileyim kimdir dedim. Beni yine dövmeye başladılar. Hatta öyle dövdü ki, başımı o poşetin üstüne düşürdü. Telsizden mi ne konuşmalar yapıyorlardı. Birbirleriyle konuşuyorlardı. ‘Van’ın kışlasına getirin’ gibi şeyler söylediklerini duydum. Kışla mı diyordu, öyle bir şey. Telsizin sesi vardı ‘Kışlaya getirin’ diye. Helikopterin içinde Servet’le konuşma monuşma hiçbir şey yok. Olmadı. Servet’e de bir kez yumruk attıklarını görebildim. Sonra başımız eğik göremedim ama helikopter içinde bizi çok dövdüler. Bir askerin, komutan mı bilmiyorum Servet’i kastederek ‘Bu ihtiyarı dövmeyin, bu ihtiyar ölecek’ dediğini duydum.”
Uçuş boyunca her ikisi de darp edilen ve dayağa maruz kalan köy sakinlerini getiren helikopter Van İl Jandarma Alay Komutanlığı içindeki piste iniş yaptığında, Osman ŞİBAN’ın ifadesine göre kendilerini kalabalık bir asker grubu beklemektedir.
ŞİBAN’ın anlattıklarına göre helikopterden itilerek aşağı atılana kadar görmedikleri 100-150 civarındaki askerin arasına düştükleri anda, Servet TURGUT’u öldüren kendisini ise komaya sokan linç başlamıştır:
“Helikopter indi. İçindeki askerlerin de hepsi inmiş. Ben de böyle sağa sola baktım. Bizi daha indirmemişlerdi. Helikopterin içinden görünüyor. Baktım dışarıya çok asker var. Belki 100-150 tane asker var. Kuşatmış asker, hazır durumda bekliyordu. Silahı da var üstlerinde. Birisi, ‘O teröristleri indirin aşağıya’ dedi. Baktım, iki asker yukarı geldi. Önce cenazeleri attılar. Sonra bizi de attılar. Helikopterin kapısının ağzından arkamızdan aşağıya itildik. Servet’le betonun üzerine düştük. Servet’i de attılar, o da benim yanımda. Attılar. Hani yere attılar, biz de yere düştük. Biz öylece yerdeydik. Birini duydum, dedi ki ‘Ya bu terörist sağdır’, öyle duydum. Sonra o gördüğüm 100-150 asker üzerimize çullandılar. Tekmeler, yumruklar… Vallahi bizi yere sürdüler. Her birimizin başında 10 kişi, 20 kişi. 10 kişi bir kişinin üstüne geçiyordu, hepsi bize yetişip dövüyordu bizi. Bize ne yaptılar bilmiyorum. Bana ne yaptılar bilmiyorum. Yere attılar, oradan sonra başıma geçtiler. Ezdiler başımdan. Helikopterin içinde de orada da dövdüler bizi. Dayak atarlarken ‘Teröristler’ diyorlardı bize. Biz köylüyüzdür, vatandaşız. Bize de terörist diyorlar. Artık ne kadar geçti bilmiyorum. Yerdeyken başımın üstünden geçti, ne yaptılar ne ettiler ben hatırlamıyorum. Orada ben bayılmışım. Nasıl hastaneye getirdi hiç hatırlamıyorum. Gözümü açtım baktım yanımda biri var, avukat. Ben çok korkuyordum. Ağlamaya başladım. Polisler de vardı çok. ‘Beni askere teslim etme, beni öldürecekler’ dedim. Dedi ki bana ‘Korkma. Ben buradayım. Akrabaların burada. Seni dövemezler artık’. Ben öyle hatırlıyorum başka hiçbir şey yok. Bana bunları yaptılar.”
Osman ŞİBAN hastanede kendine geldiği sırada, yanında gördüğü avukat aynı zamanda halasının kızı olan Jinda KOÇAK’tır. Avukat KOÇAK, hastanede yaşananları şöyle aktarmıştır:
“Osman ŞİBAN benim dayımın oğlu olur. Kendisine dayı derim zaten. Beni gördüğü anda ağlamaya başladı. ‘Beni tanıdın mı?’ dedim. ‘Evet’ dedi. Sürekli ağlıyor, hafızası gidip geliyordu. Ağlayarak, ‘3 aydır buradayım, neden beni sahipsiz bıraktınız? Neden bana sahip çıkmadınız?’ dedi. ‘Korkma. Hepimiz buradayız, sahipsiz değilsin.
Akrabaların dışarıda, avukatların burada. Sahipsiz değilsin. Sana bir şey yapamazlar’ dedim. Çocuk gibi ağlıyordu. ‘Dayı sana ne oldu?’ diye sordum. ‘Başıma gelmeyen kalmadı. Beni aldılar. Onlarca, onlarca jandarma, asker bana vurdular. Dövdüler. Çok vurdular, çok vurdular, çok vurdular...’ dedi. Sürekli ‘Çok vurdular’ diye tekrarlıyordu. Kendisine, ‘Dayı sizi helikopterden mi attılar?’ diye sordum. Yine ağlamaya başladı, ‘Ben evet dersem daha başka şeyler çıkacak. Yine kötü şeyleri yaşatacaklar’ diyordu. Hastane odasının içinde, etrafımızda çok sayıda polis vardı. Dayım onlardan da korkmuştu. ‘Beni buradan kurtar. Beni bunların elinden al götür’ diyordu. İkimiz de ağlıyorduk. Polislerden çıkmalarını istedim. ‘Çıkın da en azından gözyaşımızı rahat dökelim’ dedim. Çıkmadılar. Herhangi bir gözaltı kararı olmadığı için odada bulunamayacaklarını söyledim. Emir aldıklarını çıkmayacaklarını söylediler. Tartışma sonunda amirleri savcıyı aradı ve talimat aldı ondan sonra çıktılar odadan. Polisler çıkınca da dayım ağlayarak aynı şeyleri anlattı. Sürekli ‘Bizi dövdüler. Çok dövdüler. Onlarca jandarma hepsi bizi dövdü’ diyordu. Ağlayarak ailesini, çocuklarını görmek istediğini söyledi. Eşi Medine ŞİBAN’ı da polislerle tartışıp, savcı izniyle odaya alabildik. Sürekli ağlıyordu ben de başka bir şey soramadım.”
- SERVET TURGUT’UN OTOPSİ İŞLEMLERİ:
30 Eylül 2020 tarihinde, 20 gün komada kaldıktan sonra ölen Servet TURGUT’un cenazesi otopsi yapılmak üzere Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi yerleşkesinde bulunan Adli Tıp Şube Müdürlüğü’ne götürülmüştür. Cenazeyi görenlerin anlatımlarına göre Servet TURGUT’un tüm vücudu ezilmiş ve sanki tüm kemikleri kırılmış gibidir. Vücudunda çok sayıda morluk vardır. El parmakları kırılmış halde ve öndeki dişleri yoktur. Cenazeyi gören bir tanığın ifadesine göre: “Sanki üzerine bir kamyon hafriyat dökülmüş gibi ezilmişti.”
Servet TURGUT’un otopsisi sırasında Adli Tıp Kurumu’nda bulunan tanıkların anlatımlarına göre dışarıda yaşananlar şöyledir:
1.Tanık: “Bizim içeriye girmemize izin vermemişlerdi. O sırada savcı içeriden çıkıyordu. İçimizde hocalık yapmış olan vardı, savcıya ‘Cenazemizi o yıkasın dedik ama izin vermediler. Adli Tıp’ın karşısında ufak bir gölgelik alanda savcı bey ile biraz konuştuk, sigara içiyorduk. Savcı orada bekleyenleri gösterip, ‘Bu Kolordu Komutanı’dır, Tuğgeneraldir’ dedi. İki tane albay varmış ama hep sivil elbiseler giymişlerdi.”
2.Tanık: “Otopsi sırasında görevi gereği soruşturmayı yürüten Savcı İsmail KÖKER vardı. Türkiye İnsan Hakları Vakfı’ndan bir bağımsız hekim ve bir de avukat otopsiye nezaret etti. İlginç olan otopsi yapıldığı sırada, o 3-4 saat boyunca Adli Tıp Kurumu’nun önünde sivil kıyafetli olarak Van Asayiş Kolordu Komutanı Tümgeneral Hüseyin KURTOĞLU ve Van İl Jandarma Komutanı Tuğgeneral Yüksel YİĞİT’in de bulunmasıydı. Gördüğüm kadarıyla bir de binbaşı rütbeli asker vardı.”
Bununla beraber, Van il merkezinde olayla ilgili bilgisi ve tanıklığı olan kişilerle yapılan görüşmelerde Servet TURGUT ve Osman ŞİBAN’ın helikopterden atıldıkları iddialarının kaynağının bizzat askerler olduğu anlaşılmıştır. Köylülerin ifadelerine göre 16.00-17.00 saatleri arasında gözaltına alınıp bindirildikleri helikopterle Van İl Jandarma Komutanlığı’na getirilen Servet TURGUT ve Osman ŞİBAN tüm bu süreç sırasında kaba dayak işkencesine maruz kalmışlardır.
Helikopterin Van İl Jandarma Komutanlığı’ndaki piste inmesinden sonra arkalarından itilerek beton zemine atılan köylülere yapılan işkence burada da devam etmiş ve TURGUT ve ŞİBAN çok sayıda askerin lincine maruz kalmışlardır.
İşkencenin şiddetiyle durumları ağırlaşan köy sakinleri 11 Eylül 2020 saat 19.00 sıralarında sivil giyimli jandarmalar tarafından iki ayrı araçla Özel Lokman Hekim Hastanelerinin Van’da bulunan iki ayrı hastanesine götürülmüşlerdir. Durumu daha ağır olan Servet TURGUT daha geniş olanaklara sahip olan Cumhuriyet Mahallesi Zübeyde Hanım Caddesi'ndeki Lokman Hekim Van Hastanesi’ne, durumu görece iyi olan Osman ŞİBAN ise Serhat Mahallesi Milli Egemenlik Caddesi'nde bulunan Lokman Hekim Hayat Hastanesi’ne götürülmüşlerdir.
göre Osman ŞİBAN, Van İl Jandarma Komutanlığı’nda görevli Fuat A. isimli astsubay tarafından hastane personeline teslim edilmiştir.
gecenin tanıklarının anlattıklarına göre, acil servis hekimleri yüzü ve vücudunda ağır ekimozlar bulunan ve sedyedeyken kan kusar halde görülen Osman ŞİBAN’a darp teşhisiyle ilk tıbbi müdahaleyi yapmış ancak beyin kanamasından şüphelenmeleri ve hastane olanaklarının kısıtlı olması nedeniyle Van Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne sevk etmişlerdir.
Tanıklar, ŞİBAN’ı hastaneye getiren sivil jandarmaların tıbbi müdahale sırasında görevli personel ve çevrede bulunanlara, “Bunlar terörist. Çatışmada aldık ama getirirlerken helikopterden atlayarak kaçmaya çalıştılar” şeklinde konuşmalar yaptıklarını anlatmıştır. Bu ifadelerden de “Helikopterden atlama/atılma/düşme” iddialarının kaynağının bizzat failler olduğunu söylemek mümkün olacaktır. Askerlerin ağır yaralanmayla sonuçlanan bu dayak/linç işkencesine açıklama yapılamayacağını düşünmüş olma ihtimallerinden hareketle, hastane personeli ve çevrede bulunanlara sarf ettiklerinin değerlendirildiği bu sözler, yakınlarını hastanede koma halinde bulan ailelerce de duyulmuş ve aile durumu HDP Milletvekili Murat SARISAÇ, avukatlar ve gazetecilere aktarmıştır.
SONUÇ YERİNE:
Tutuklanan gazetecilerin kamuoyuna “Helikopterden atılma” olarak yansıyan ve iktidar nezdinde rahatsızlık yaratan işkence vakasıyla ilgili haberleri yapan kişiler olduğu düşünüldüğünde eski bir soruşturma devreye sokularak tutuklanmaları izaha muhtaçtır.
Olaya ilişkin kamuoyu kanaatini şekillendiren, muhalefetin, hak savunucuları ve medyanın da sahiplendiği “helikopterden atıldılar” bulgusu, aslında faillerin suçlarını gizleme telaşıyla ortaya attıkları “resmi yalanın” biçim değiştirmesinden ibaret görünmektedir.
“Helikopterden atladılar” şeklindeki beyan, kayıtlara “yüksekten düşme” ve bu dolayımla “helikopterden düşme” şeklinde girmiştir. Bir yurttaşın ölümüne bir diğerinin de ağır şekilde yaralanması suçunun failleri olan askerler nezdinde “helikopterden atlamış” olan köylülerin yaşadığı işkence/linç, aileler ve peşi sıra Türkiye kamuoyu nezdinde “helikopterden atıldılar” şeklinde yerleşmiş görünmektedir.
Yani faillerin yalanı, müdafilerin gerçeğine dönüşmüş, olayın aslını oluşturan kitlesel bir dayak ve linç işkencesi gölgede kalmış demek yanlış olmayacaktır. İşkenceden sağ kurtulabilen Osman ŞİBAN’ın, yere inen helikopterden askerler tarafından arkalarından itilerek beton zemine düşürülmelerini, yaşadığı ağır travmaya da bağlı olarak “Atıldık” diye ifade etmesinin de bu iddianın yaygınlaşmasında rol oynadığını söylemek mümkündür. ŞİBAN’ın anlattıklarına bakıldığında helikopterden atılma olayının, işkence ve kitlesel dayak ile geçen birçok saatin sadece bir detayı olduğu, TURGUT’u öldüren ve ŞİBAN’ı ağır yaralayan olayın esasen ağır işkence ve kitlesel dayak olduğu anlaşılmaktadır.